İhtiyar yataklar hafızamız, hala yastığını alan beynimizde…
Şeytan köşe bucak, Ademi aramakta. Günahı azarladıkça avucumdaki taş kanıyor. Avuçlarım su kuyusu gibi. Beni bir kurşunun içine koysunlar, uzaklara, çok uzaklara, kimseye deymeyeceğim bir uzağa atsınlar. Asabiyetim sabilikten gelen bir alışkanlık… Kökü beyaz dalları siyah… O güzelliği zorlayan çirkin. Ben açılmasın diye kefenin ağzını dişleyen ölü… Bu yüzden günahı azarladıkça avucumdaki taşkanar durur.
Bilirim şikayet zavallılıktır. Eleştirdikçe makam döşeyenlere inat, eleştirdikçe yiğit olunmaz diyenlerdeniz. Başkasının beyaz takkesinden kendimize kefen biçer dururuz. Dallarından sap biçilemeyecek kadar ince olanlar ve dallarından tokmak yapılacak kadar nasırlaşmış kalınlar arasında, karınca yeniği yapraklar kadar yeşil ve sessiz. Hal ancak Rabbe sunulur, bu sebeple yazdıklarımız karıncaların yaprakların ellerini öpmesinden ibaret!.. Emek şerbetin tadını bilmez. Irmak söyler köprü dinler. Kimi siyasi, kimi edebi, kimi şerbetliler bunu ne anlasın!.. Adımları gideceği yerin ağzı gibi çat çut çiklet çiğnemekte olanlar bunu ne anlasın!.. Onlar asla yürümedi, çiklet çiğnediler…
Hakikat soğukta üşüyen, sıcakta ısınan içindir. Gülümseyin öyleyse, nihayet çoğalmaktayız. Bizi çukur avuçlar, tepe yuvarlar. Ondan sebep, hep kendi içimize doğru yürürüz. Hala o adrese yürürüz. Elimizden kayanlar, kitap, töre, irfan, ah, tarih, ülkü, ne varsa o adrestedir.
Türkü koğuşta, ter yokuşta güzeldir…
Sessizlik sesten, vicdan adaletten, tebessüm nükteden, gölge resimden, saftaki imamdan, susuzluk sudan güzel… İnsan imrendiğinden güzel, şerefinden, samimiyetinden, sözünden… Vesselam ne varsa astarlanmadık… Hepsinden güzel… Güzel dediğinden dahi!..
Çoğu davayı hikaye etmiyorum aslında. Süleyman’ın öldüğünü bilmemelikten geliyorum, o ka! Hikaye etmekle şikayet etmek dilimizi yıkamaz dedik ya, biri çukurumuz biri yokuşumuz. Birilerine, bir cemiyete veya bir ferde busun şusun demek onun kosu, kabuğu olmakla eş… Ben elsiz ama gem tutan, gözsüz ama ayıklayan, dilsiz ama haykıran meşru acemilere ve Yemen tayinine yazıyorum. Daha ne? Kavramın, fikrin, teorinin, aksiyonun putlarına… Kalem hocanın sopasından süt emmiş sanırım… Kargaşayı tasnif edemiyorsan, Hoca Nasrettin gibi yap öğüdü vardır ya!.. Hani havuzda ayaklarımızı bulamıyoruz ki çıkaralım diyen çocuklara, Hoca Nasrettin’in suya girip, hangi çocuğun ayağına vuruyorsa, nihayet çocukların birer birer ayaklarını bulduğu mana…
Şimdi gelelim ayağını kaybetmiş yetişkinlere!..
Kopan, uzayan, düğümlenen insanlar çok… Parfüm güğümü, kıtır kötürümü, yeniçeri sürümü, kudret öykünü ne sayarsan olur… Huri sevdası, darı kethüdası, şöhret kirası vesselam. Diyorum ki; kendini kuru dallarına ceketi gibi asan kim varsa... Kabadayı sertifikalı, iç yağı parfümlü!.. Sanmayın insan ticaretleri geride kalmış… Ne deve çökmüş, ne devran sönmüş bir dünyadayız. Devranı ezmek, sömürmek, söğüşlemek olan her kes insan ticareti yapmakta… Saçını uzat sırtın üşümesin, sakalını uzat kalbin üşümesin!.. Ekşi elmaları atlara yedir ve emeğe merhametin diye palanı süsle… Ne diyeyim başka? Bu mudur şeyhi kandırdığın gazel ?.. Lostra kürsüsü gibi başını önüne almış bir sürü adsız, bir sürü zamir, tamir tip… Artık susalım, karıncalar el öpmeye geliyor…
Vesselam…
Şeytan köşe bucak, Ademi aramakta. Günahı azarladıkça avucumdaki taş kanıyor. Avuçlarım su kuyusu gibi. Beni bir kurşunun içine koysunlar, uzaklara, çok uzaklara, kimseye deymeyeceğim bir uzağa atsınlar. Asabiyetim sabilikten gelen bir alışkanlık… Kökü beyaz dalları siyah… O güzelliği zorlayan çirkin. Ben açılmasın diye kefenin ağzını dişleyen ölü… Bu yüzden günahı azarladıkça avucumdaki taşkanar durur.
Bilirim şikayet zavallılıktır. Eleştirdikçe makam döşeyenlere inat, eleştirdikçe yiğit olunmaz diyenlerdeniz. Başkasının beyaz takkesinden kendimize kefen biçer dururuz. Dallarından sap biçilemeyecek kadar ince olanlar ve dallarından tokmak yapılacak kadar nasırlaşmış kalınlar arasında, karınca yeniği yapraklar kadar yeşil ve sessiz. Hal ancak Rabbe sunulur, bu sebeple yazdıklarımız karıncaların yaprakların ellerini öpmesinden ibaret!.. Emek şerbetin tadını bilmez. Irmak söyler köprü dinler. Kimi siyasi, kimi edebi, kimi şerbetliler bunu ne anlasın!.. Adımları gideceği yerin ağzı gibi çat çut çiklet çiğnemekte olanlar bunu ne anlasın!.. Onlar asla yürümedi, çiklet çiğnediler…
Hakikat soğukta üşüyen, sıcakta ısınan içindir. Gülümseyin öyleyse, nihayet çoğalmaktayız. Bizi çukur avuçlar, tepe yuvarlar. Ondan sebep, hep kendi içimize doğru yürürüz. Hala o adrese yürürüz. Elimizden kayanlar, kitap, töre, irfan, ah, tarih, ülkü, ne varsa o adrestedir.
Türkü koğuşta, ter yokuşta güzeldir…
Sessizlik sesten, vicdan adaletten, tebessüm nükteden, gölge resimden, saftaki imamdan, susuzluk sudan güzel… İnsan imrendiğinden güzel, şerefinden, samimiyetinden, sözünden… Vesselam ne varsa astarlanmadık… Hepsinden güzel… Güzel dediğinden dahi!..
Çoğu davayı hikaye etmiyorum aslında. Süleyman’ın öldüğünü bilmemelikten geliyorum, o ka! Hikaye etmekle şikayet etmek dilimizi yıkamaz dedik ya, biri çukurumuz biri yokuşumuz. Birilerine, bir cemiyete veya bir ferde busun şusun demek onun kosu, kabuğu olmakla eş… Ben elsiz ama gem tutan, gözsüz ama ayıklayan, dilsiz ama haykıran meşru acemilere ve Yemen tayinine yazıyorum. Daha ne? Kavramın, fikrin, teorinin, aksiyonun putlarına… Kalem hocanın sopasından süt emmiş sanırım… Kargaşayı tasnif edemiyorsan, Hoca Nasrettin gibi yap öğüdü vardır ya!.. Hani havuzda ayaklarımızı bulamıyoruz ki çıkaralım diyen çocuklara, Hoca Nasrettin’in suya girip, hangi çocuğun ayağına vuruyorsa, nihayet çocukların birer birer ayaklarını bulduğu mana…
Şimdi gelelim ayağını kaybetmiş yetişkinlere!..
Kopan, uzayan, düğümlenen insanlar çok… Parfüm güğümü, kıtır kötürümü, yeniçeri sürümü, kudret öykünü ne sayarsan olur… Huri sevdası, darı kethüdası, şöhret kirası vesselam. Diyorum ki; kendini kuru dallarına ceketi gibi asan kim varsa... Kabadayı sertifikalı, iç yağı parfümlü!.. Sanmayın insan ticaretleri geride kalmış… Ne deve çökmüş, ne devran sönmüş bir dünyadayız. Devranı ezmek, sömürmek, söğüşlemek olan her kes insan ticareti yapmakta… Saçını uzat sırtın üşümesin, sakalını uzat kalbin üşümesin!.. Ekşi elmaları atlara yedir ve emeğe merhametin diye palanı süsle… Ne diyeyim başka? Bu mudur şeyhi kandırdığın gazel ?.. Lostra kürsüsü gibi başını önüne almış bir sürü adsız, bir sürü zamir, tamir tip… Artık susalım, karıncalar el öpmeye geliyor…
Vesselam…