
Hepimizin hayatında illaki bir parça keder vardır. En şen şakrak olanımızın bile...
Onsuz olmaz hayat! Bazen artar o, katlanılamaz olur ve bazen de derinlerde bir yerde vardır ama fark edilmez durumdadır. Fakat hep vardır. İllaki vardır!
İyi düşünün, sevinçten abad olduğumuz ve gözlerimizin yaşardığı anlarda bile bir parça keder, azıcık hüzün vardır içimizde bir yerde. Tam o anda, orada, çok önemsediğimiz birisi yanımızda değildir diye mesela, o sevinci biriyle paylaşamadığımız için…
★★
Niye bu kadar içimizde peki keder? Niye insanla özdeş?
Katıksız mutluluk haram mıdır insana?..
Değil elbette; mutluluk insana haram değil, bilakis insana en çok yakışan duygu odur. İnsan, aslında mutlu olmak için doğmuştur. Onu arar, onu bulmak için devinir, dövünür, çabalar…
Keder ise insanı sınar. Saf mutlulukla insanın arasındaki engelmiş gibi görünür ama derinlemesine baktığımız zaman keder, mutluluğu anlamlı kılar.
‘Her şey zıttıyla kaim!’ demez miyiz?
O, işte budur.
★★
Bu kadar mühim bir olguyu bakın sözlükler nasıl tanımlıyor:
En yaygın kullanılanı, TDK Sözlüğü diyor ki ‘Keder (İsim, Arapça): Acı, üzüntü, dert, sıkıntı, ızdırap, tasa…’
Tekrarlıyorum bakın:
Acı…
Dert…
Izdırap…
Yaşamış en büyük şairlerden biri, Fuzuli (1494-1556), buna pek katılmıyor, kederi sırtında yük saymıyor. Bilakis ondan hoşnut. Diyor ki:
“Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabîb
Kılma dermân kim helâküm zehri dermânundadur
…
Ey Fuzûlî şem’ veş mutlak açılmaz yanmadan
Tâblar kim sünbülinden rişte-i cânundadur”
★★
Ben buraya yazmayayım, merak eden, o muhteşem gazelden alıntıladığım beyitlerin günümüz Türkçesine aktarımı üzerine biraz uğraşsın, aktarılmış halini bir yerden bulup okusun…
Bu da aşkı, kederi, Fuzuli’yi merak edene bir güzel yaz meşgalesi olsun.
★★
Şimdi, esas mesele şu:
Ben bir şiir biliyorum. Bir bölümünü ezberlemişim. Aklımda tutuyorum. ‘Keder, hüzün, ızdırap, kahır’ dendiği zaman o şiiri hatırlıyorum.
Ve kederi, hüznü, ızdırabı, kahrı o şiirle tanımlıyorum.
Bakın, demiş ki Nazım (1902-1963):
‘Sonra aramıza şehirler girecek, hiç karşılaşmayacağız
Tesadüfler bile bir araya getiremeyecek bizi
Sonra belki birimiz öleceğiz, diğerimiz hiç bilmeyecek…’
Bana göre keder, işte bu!
Nokta!
Gerisi lafügüzaf, gerisi teferruat…
Onsuz olmaz hayat! Bazen artar o, katlanılamaz olur ve bazen de derinlerde bir yerde vardır ama fark edilmez durumdadır. Fakat hep vardır. İllaki vardır!
İyi düşünün, sevinçten abad olduğumuz ve gözlerimizin yaşardığı anlarda bile bir parça keder, azıcık hüzün vardır içimizde bir yerde. Tam o anda, orada, çok önemsediğimiz birisi yanımızda değildir diye mesela, o sevinci biriyle paylaşamadığımız için…
★★
Niye bu kadar içimizde peki keder? Niye insanla özdeş?
Katıksız mutluluk haram mıdır insana?..
Değil elbette; mutluluk insana haram değil, bilakis insana en çok yakışan duygu odur. İnsan, aslında mutlu olmak için doğmuştur. Onu arar, onu bulmak için devinir, dövünür, çabalar…
Keder ise insanı sınar. Saf mutlulukla insanın arasındaki engelmiş gibi görünür ama derinlemesine baktığımız zaman keder, mutluluğu anlamlı kılar.
‘Her şey zıttıyla kaim!’ demez miyiz?
O, işte budur.
★★
Bu kadar mühim bir olguyu bakın sözlükler nasıl tanımlıyor:
En yaygın kullanılanı, TDK Sözlüğü diyor ki ‘Keder (İsim, Arapça): Acı, üzüntü, dert, sıkıntı, ızdırap, tasa…’
Tekrarlıyorum bakın:
Acı…
Dert…
Izdırap…
Yaşamış en büyük şairlerden biri, Fuzuli (1494-1556), buna pek katılmıyor, kederi sırtında yük saymıyor. Bilakis ondan hoşnut. Diyor ki:
“Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabîb
Kılma dermân kim helâküm zehri dermânundadur
…
Ey Fuzûlî şem’ veş mutlak açılmaz yanmadan
Tâblar kim sünbülinden rişte-i cânundadur”
★★
Ben buraya yazmayayım, merak eden, o muhteşem gazelden alıntıladığım beyitlerin günümüz Türkçesine aktarımı üzerine biraz uğraşsın, aktarılmış halini bir yerden bulup okusun…
Bu da aşkı, kederi, Fuzuli’yi merak edene bir güzel yaz meşgalesi olsun.
★★
Şimdi, esas mesele şu:
Ben bir şiir biliyorum. Bir bölümünü ezberlemişim. Aklımda tutuyorum. ‘Keder, hüzün, ızdırap, kahır’ dendiği zaman o şiiri hatırlıyorum.
Ve kederi, hüznü, ızdırabı, kahrı o şiirle tanımlıyorum.
Bakın, demiş ki Nazım (1902-1963):
‘Sonra aramıza şehirler girecek, hiç karşılaşmayacağız
Tesadüfler bile bir araya getiremeyecek bizi
Sonra belki birimiz öleceğiz, diğerimiz hiç bilmeyecek…’
Bana göre keder, işte bu!
Nokta!
Gerisi lafügüzaf, gerisi teferruat…