İslamiyet’te insanın yaratılışının ilk hâlinin çamurdan olduğu şeklindedir. Çamurun süzülmüş hâline hülasa (sülale) denilmektedir. Kitabı Mukaddes etimolojisine göre Hz. Adem’in ismini, yaratılışında asıl öz olan “adamah” denen kırmızı çamurdan aldığı şeklindedir. Adamah kelimesinin de Sami kökenli adam, yani kırmızı kelimesinden geldiği bilinmektedir. Bu kelimenin de kökeninde “dam- dem “yani kan kelimesi vardır. Buradan hareketle dem kelimesinin kırmızı anlamı edebiyatımızda çokça kullanılmaktadır. Hatta çayın kırmızı renge dönüşmesine, demlenmesi denilmektedir. Sarhoş olanların gözleri kanlandığı için, onlara demlenmiş, kafayı demlemiş, kafası demli tanımları kullanılmaktadır. Hatta bazı içkilerin renginin kırmızı olması da bu ifadeler için zemin oluşturmuştur.
Beste kelimesi şarkıların makam ve ahengi için kullanılan Farsça bir sözcüktür. Aynı zamanda bestenin bağlama, bitiştirme anlamları vardır. Yani herhangi bir güftenin (şarkı sözü) musiki ile birleştirilmesine, bağlanmasına beste denilmektedir. Bestelemek demek, sözü musikiye bağlamak demektedir. Bağlama çalgısının da bu manada sözü musikiye bağlayan alet anlamında kullanımı vardır. “Kadınlar güfteye, erkekler ise besteye benzetilebilir, toplumda erkekler ne kadar ırlarsa ırlasın (ırlama sözcüğünün şarkı söyleme anlımı vardır” genelde son söz, kadına aittir.)
Üzülmek, kesilmek demek, deriyi yüzmek, deriyi vücuttan koparmak manasında kullanılmaktadır. Üzdük, üzdük (yüzdük yüzdük) kuyruğuna getirdik demek, deriyi vücuttan koparmaya ramak kalma manasındadır ki dilimizde üzülme, üzüntü kelimelerinin kökeninde bu bağlantı bulunmaktadır.
Orhan Gazi, tahta çıkışının üçüncü yılında Bursa darphanesinde sikke kestirip mühürletmiştir. Bu ilk sikkeler beyaz gümüşten kestirildiği için halk buna beyazca anlamında akçe (ak akçe kara gün içindir sözü de bundan mülhemdir) demiştir. Osmanlı para birimi, üç akçe bir dirhem ağırlığında olmuştur. Yani 100 dirhem gümüşten 300 akçe kestirmişlerdir. Paranın değeri düşürülmeye çalışıldığında yüz dirhemden üç yüz akçe yerine, 375, 400 akçe bastırılır olmuştur.
Akçenin kesirleri (kuruş) de bakırdan oluşturulmaktadır. Onlara da Moğolca nakit anlamındaki Mangur sözcüğünden bozma mangır denilmiştir. Yine Tanzimat Döneminde basılan ilk paranın ismi kaimedir, halkımız daha sonra ağız özelliğini katarak bu kelimeye kayme demiştir.
Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhan bacanaktırlar. Bunlar 7 Aralık 1922 yılında pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere haftada iki defa yayınlanacak olan Akbaba mizah gazete ve dergisini çıkarmışlardır. Yusuf Ziya Ortaç, 7 Aralık 1922 tarihinde Akbaba’nın ilk sayısında: İnsanların çok yaşlısına, saçı sakalı ağarmış olanlarına akbaba derler. Kuşların en çok yaşayanını da akbabadır. İnşallah bizim Akbaba’mız da gazetelerin en uzun ömürlüsü olur, diye yazmıştır. Günümüzde akbaba kelimesi her ne kadar bir kuş ismi olarak kullanılıyor olsa bile Yusuf Ziya Ortaç’tan insanların çok yaşlısı, saçı sakalı ağarmış olanına da akbaba denildiğini öğreniyoruz.
Ateş kelimesi, Avesta’da atar, atars, atarsh kelimesinden bozmadır. Biz de atarlanmak, ateşlenmek, kızmak manalarında kullanılmaktadır.
Leyleklere, leylek baba denilmesinde halk inanışının etkisi bulunmaktadır. Leyleklerin göç yolları Kabe’ye, yani Hac’a doğru olduğu için insanımız onlara hacı baba, leylek baba demektedirler ki bu durumu şiirlerimizde, türkülerimizde görmek mümkündür.
Zavallı kelimesi zeval’den geliyor, zeval inişe geçen, batan demek, kemalden sonra zeval vardır. Âşık Dertli’nin Mağrur-ı kemâl olma ki ardınca zevâl var, dizesinde olduğu gibi her kemalin bir zevali vardır. Bazıları erken zevale erişir ki ona ve diğerlerine zevallı, zavallı denilmektedir.
Beste kelimesi şarkıların makam ve ahengi için kullanılan Farsça bir sözcüktür. Aynı zamanda bestenin bağlama, bitiştirme anlamları vardır. Yani herhangi bir güftenin (şarkı sözü) musiki ile birleştirilmesine, bağlanmasına beste denilmektedir. Bestelemek demek, sözü musikiye bağlamak demektedir. Bağlama çalgısının da bu manada sözü musikiye bağlayan alet anlamında kullanımı vardır. “Kadınlar güfteye, erkekler ise besteye benzetilebilir, toplumda erkekler ne kadar ırlarsa ırlasın (ırlama sözcüğünün şarkı söyleme anlımı vardır” genelde son söz, kadına aittir.)
Üzülmek, kesilmek demek, deriyi yüzmek, deriyi vücuttan koparmak manasında kullanılmaktadır. Üzdük, üzdük (yüzdük yüzdük) kuyruğuna getirdik demek, deriyi vücuttan koparmaya ramak kalma manasındadır ki dilimizde üzülme, üzüntü kelimelerinin kökeninde bu bağlantı bulunmaktadır.
Orhan Gazi, tahta çıkışının üçüncü yılında Bursa darphanesinde sikke kestirip mühürletmiştir. Bu ilk sikkeler beyaz gümüşten kestirildiği için halk buna beyazca anlamında akçe (ak akçe kara gün içindir sözü de bundan mülhemdir) demiştir. Osmanlı para birimi, üç akçe bir dirhem ağırlığında olmuştur. Yani 100 dirhem gümüşten 300 akçe kestirmişlerdir. Paranın değeri düşürülmeye çalışıldığında yüz dirhemden üç yüz akçe yerine, 375, 400 akçe bastırılır olmuştur.
Akçenin kesirleri (kuruş) de bakırdan oluşturulmaktadır. Onlara da Moğolca nakit anlamındaki Mangur sözcüğünden bozma mangır denilmiştir. Yine Tanzimat Döneminde basılan ilk paranın ismi kaimedir, halkımız daha sonra ağız özelliğini katarak bu kelimeye kayme demiştir.
Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhan bacanaktırlar. Bunlar 7 Aralık 1922 yılında pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere haftada iki defa yayınlanacak olan Akbaba mizah gazete ve dergisini çıkarmışlardır. Yusuf Ziya Ortaç, 7 Aralık 1922 tarihinde Akbaba’nın ilk sayısında: İnsanların çok yaşlısına, saçı sakalı ağarmış olanlarına akbaba derler. Kuşların en çok yaşayanını da akbabadır. İnşallah bizim Akbaba’mız da gazetelerin en uzun ömürlüsü olur, diye yazmıştır. Günümüzde akbaba kelimesi her ne kadar bir kuş ismi olarak kullanılıyor olsa bile Yusuf Ziya Ortaç’tan insanların çok yaşlısı, saçı sakalı ağarmış olanına da akbaba denildiğini öğreniyoruz.
Ateş kelimesi, Avesta’da atar, atars, atarsh kelimesinden bozmadır. Biz de atarlanmak, ateşlenmek, kızmak manalarında kullanılmaktadır.
Leyleklere, leylek baba denilmesinde halk inanışının etkisi bulunmaktadır. Leyleklerin göç yolları Kabe’ye, yani Hac’a doğru olduğu için insanımız onlara hacı baba, leylek baba demektedirler ki bu durumu şiirlerimizde, türkülerimizde görmek mümkündür.
Zavallı kelimesi zeval’den geliyor, zeval inişe geçen, batan demek, kemalden sonra zeval vardır. Âşık Dertli’nin Mağrur-ı kemâl olma ki ardınca zevâl var, dizesinde olduğu gibi her kemalin bir zevali vardır. Bazıları erken zevale erişir ki ona ve diğerlerine zevallı, zavallı denilmektedir.