Yenişafak Gazetesi "son 19 yılda dolar TL karşısında 6,5 kat değerlenirken, istikrarsız hükümetlerin ve koalisyonların işbaşında olduğu 1981-2001 yılları arasında tam 11 bin 882 kat arttı" şeklinde örnekler verdi. O günlerin ekonomisi ile bu günleri kıyaslamanın çok gerçekçi, adil bir yaklaşım olmadığını geçen hafta ki yazımda belirtmiştim. Ancak genel olarak Ak Parti'nin 20 yılda yaptıklarını da inkar eden yoktur. Zaten öyle olmasa enflasyon bu seviyelerde iken muhalefet partilerinin anketlerde açık ara fark atması gerekirdi. Muhafazakarların tamamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önemli ölçüde kredisi var. (ki) TKP ve TİP'lilerin sokağa çıkmasıyla hep bir ağızdan "devletimin yanındayım" paylaşımları buna en açık örnek oldu.
Döviz kurunun geçmiş yıllara göre kıyaslanması, aynı dünyanın üçüncü büyük ekonomisinin döviz kuru ile ülkemizin döviz kurunun karşılaştırılmasına benzedi. Bir dolar 110 Japon Yen'i ediyor diye bizim paramız daha değerli gibi açıklamalar yapıldı. Güldüm, ağlanacak halimize! Öncelikle Japonya'da şu an enflasyon oranı yüzde 1'lerde. Kişi başına düşen milli geliri 45 bin dolara yakın ve 30 yıldır hiç değişmeyen dolar kurunun yüksek veya düşük olması bizim ekonomimiz gibi iğneden ipliğe her ürün ve hizmete zam getirmiyor. Türkiye’de en küçük para 1 kuruştur. Japonya'da ise en küçük para 1 yen. Yani orada kuruş, cent yoktur. Ekonomik verilere göre değil de sayısal rakama göre değerlendirilirse 2005 yılında 6 sıfır atılmasaydı şu an 1 dolar ülkemizde 12 milyon lira olacaktı. O yüzden paranın değeri çok fazla sıfırlarla değerlendirilmez. Döviz arttıkça; enflasyon, alım gücü, borçların ödenebilirliği, kimlerin kârlı çıktığı, ithalatı, ihracatı ne yönde etkilediği önemlidir. Japonya bizim gibi betonla büyüyen ülke değil, 700 milyar dolara yakın ihracatıyla üretimle kalkınan bir ülke olduğundan en küçük bir spekülasyonda dolar artmıyor.
Halkın tepkisine gelecek olursak, dolar 1 küsur seviyelerinde iken Ak Parti kadrosu liyakatli kişilerden oluşuyordu. Mesela bir güreşçi Vakıfbank yönetimine atanmıyordu. RTÜK Başkanı, Halkbank yönetiminde değildi. Dört yılda dört Merkez Bankası Başkanı değiştirilmediği gibi kararlarına müdahale edilmiyordu. Ekonomiden sorumlu bakan susmuyordu. Her hangi bir uygulamanın yanlışında ısrar edilmiyordu. Bu kadar israf yoktu. Geliri yüksek olanlar döviz ve altınlarını yastık altında tutmuyor, yatırım yapıyorlardı. (Bugün itibariyle Türk vatandaşlarının yüzde 58’si dolara yatırım yapmış. Bu rakam 143 milyar 700 milyon dolar. Şirketlerin ise bankalarda 91,5 milyar doları bulunuyor.) Hepsinden önemlisi zengin ile yoksul arasında ki fark bu kadar açık değildi.
2013 yılına kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde kabine, merkez yürütme, danışmanlar görevlerini layıkıyla yapıyorlardı. Yani yemekte her uzmanın katkısı vardı. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, çevresindekilerin verdiği doğru kararlara karşı farklı bir tutum sergilemiyordu. Teşhis yerinde gözlemleniyor hemen çözüm üretiliyordu.
Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan'ın istifasını sunduğu ancak geçici süreliğine bekletildiği haberleri sıkça dillendiriliyor. Bakan Elvan, piyasalardaki oynaklık biraz durulsun diye faizin sabit bırakılmasını istemesinden dolayı istifası kabul edilirse O'da linç kampanyasına dahil edilecek mi? Alanında liyakatli, uzman kadrolar nereye kadar pasivize edilecek?
Bakın dünyada ekonomik kriz var, kabul. Ancak bu sorunları aşmanın tek yolu liyakatli kadrolarla herkesin kendi işini yapmasından geçer. Bazılarının konuşmalarını hayretle izliyorum. Yeri geldiğinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşını, milli mücadeleyi tek başına değil, silah arkadaşlarıyla, halkla beraber yaptı diyenler; konu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a gelince tek başına mücadele ettiğini ve Abdullah Gül'ün, Bülent Arınç'ın, Ali Babacan'ın, Mehmet Şimşek'in hiç bir katkısının olmadığını savunuyorlar.
Şu hususun altını çizerek belirtmek istiyorum ki halkın büyük çoğunluğunun isteği, ekonomik krizin, enflasyonun çözüme kavuşturularak alım gücünü 2013 seviyelerine getirilmesidir. Kısa zaman önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atanan Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan'a tüm yetkiler geri verilse ve Merkez Bankası’nın kendi kurmayları ile bağımsız bir şekilde karar alması sağlansa... Göreceksiniz, yarından itibaren ülkenin normalleşmeye doğru gittiğine şahit olacağız...
Bazı vekil, başkan veya gazeteciler milyonluk evlerinden "soğan ekmek yiyin", "domatesi bire düşürün", "araçların çokluğundan yakıt kuyruğu oluyor", "alışacaksınız" gibi açıklamalarda bulunuyorlar! Bu açıklamaları yapanlar belki birilerine yaranmak için selam gönderiyor olabilirler. Ancak enflasyon verilerinin yüzde 50'lerde olduğu bir ortamda, bu söylemlerin vatandaşlarda ki karşılığının pek de olumlu olmadığını bilmenizi isterim.
Bu süreci panik yapmadan, herhangi bir taşkınlığa sebebiyet vermeden, sabırla, metanetle, sağduyu ile inşallah geride bırakacağız. Sırf iktidara olan muhalefeti nedeniyle dövizin artmasına sevinenleri ve yatırımını dövize yapanları ne bu ülke ne de tarih affetmeyecek.
Döviz kurunun geçmiş yıllara göre kıyaslanması, aynı dünyanın üçüncü büyük ekonomisinin döviz kuru ile ülkemizin döviz kurunun karşılaştırılmasına benzedi. Bir dolar 110 Japon Yen'i ediyor diye bizim paramız daha değerli gibi açıklamalar yapıldı. Güldüm, ağlanacak halimize! Öncelikle Japonya'da şu an enflasyon oranı yüzde 1'lerde. Kişi başına düşen milli geliri 45 bin dolara yakın ve 30 yıldır hiç değişmeyen dolar kurunun yüksek veya düşük olması bizim ekonomimiz gibi iğneden ipliğe her ürün ve hizmete zam getirmiyor. Türkiye’de en küçük para 1 kuruştur. Japonya'da ise en küçük para 1 yen. Yani orada kuruş, cent yoktur. Ekonomik verilere göre değil de sayısal rakama göre değerlendirilirse 2005 yılında 6 sıfır atılmasaydı şu an 1 dolar ülkemizde 12 milyon lira olacaktı. O yüzden paranın değeri çok fazla sıfırlarla değerlendirilmez. Döviz arttıkça; enflasyon, alım gücü, borçların ödenebilirliği, kimlerin kârlı çıktığı, ithalatı, ihracatı ne yönde etkilediği önemlidir. Japonya bizim gibi betonla büyüyen ülke değil, 700 milyar dolara yakın ihracatıyla üretimle kalkınan bir ülke olduğundan en küçük bir spekülasyonda dolar artmıyor.
Halkın tepkisine gelecek olursak, dolar 1 küsur seviyelerinde iken Ak Parti kadrosu liyakatli kişilerden oluşuyordu. Mesela bir güreşçi Vakıfbank yönetimine atanmıyordu. RTÜK Başkanı, Halkbank yönetiminde değildi. Dört yılda dört Merkez Bankası Başkanı değiştirilmediği gibi kararlarına müdahale edilmiyordu. Ekonomiden sorumlu bakan susmuyordu. Her hangi bir uygulamanın yanlışında ısrar edilmiyordu. Bu kadar israf yoktu. Geliri yüksek olanlar döviz ve altınlarını yastık altında tutmuyor, yatırım yapıyorlardı. (Bugün itibariyle Türk vatandaşlarının yüzde 58’si dolara yatırım yapmış. Bu rakam 143 milyar 700 milyon dolar. Şirketlerin ise bankalarda 91,5 milyar doları bulunuyor.) Hepsinden önemlisi zengin ile yoksul arasında ki fark bu kadar açık değildi.
2013 yılına kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde kabine, merkez yürütme, danışmanlar görevlerini layıkıyla yapıyorlardı. Yani yemekte her uzmanın katkısı vardı. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, çevresindekilerin verdiği doğru kararlara karşı farklı bir tutum sergilemiyordu. Teşhis yerinde gözlemleniyor hemen çözüm üretiliyordu.
Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan'ın istifasını sunduğu ancak geçici süreliğine bekletildiği haberleri sıkça dillendiriliyor. Bakan Elvan, piyasalardaki oynaklık biraz durulsun diye faizin sabit bırakılmasını istemesinden dolayı istifası kabul edilirse O'da linç kampanyasına dahil edilecek mi? Alanında liyakatli, uzman kadrolar nereye kadar pasivize edilecek?
Bakın dünyada ekonomik kriz var, kabul. Ancak bu sorunları aşmanın tek yolu liyakatli kadrolarla herkesin kendi işini yapmasından geçer. Bazılarının konuşmalarını hayretle izliyorum. Yeri geldiğinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşını, milli mücadeleyi tek başına değil, silah arkadaşlarıyla, halkla beraber yaptı diyenler; konu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a gelince tek başına mücadele ettiğini ve Abdullah Gül'ün, Bülent Arınç'ın, Ali Babacan'ın, Mehmet Şimşek'in hiç bir katkısının olmadığını savunuyorlar.
Şu hususun altını çizerek belirtmek istiyorum ki halkın büyük çoğunluğunun isteği, ekonomik krizin, enflasyonun çözüme kavuşturularak alım gücünü 2013 seviyelerine getirilmesidir. Kısa zaman önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atanan Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan'a tüm yetkiler geri verilse ve Merkez Bankası’nın kendi kurmayları ile bağımsız bir şekilde karar alması sağlansa... Göreceksiniz, yarından itibaren ülkenin normalleşmeye doğru gittiğine şahit olacağız...
Bazı vekil, başkan veya gazeteciler milyonluk evlerinden "soğan ekmek yiyin", "domatesi bire düşürün", "araçların çokluğundan yakıt kuyruğu oluyor", "alışacaksınız" gibi açıklamalarda bulunuyorlar! Bu açıklamaları yapanlar belki birilerine yaranmak için selam gönderiyor olabilirler. Ancak enflasyon verilerinin yüzde 50'lerde olduğu bir ortamda, bu söylemlerin vatandaşlarda ki karşılığının pek de olumlu olmadığını bilmenizi isterim.
Bu süreci panik yapmadan, herhangi bir taşkınlığa sebebiyet vermeden, sabırla, metanetle, sağduyu ile inşallah geride bırakacağız. Sırf iktidara olan muhalefeti nedeniyle dövizin artmasına sevinenleri ve yatırımını dövize yapanları ne bu ülke ne de tarih affetmeyecek.