Kudüs, üç semavi dinin kutsal mabetlerinin bulunduğu mekândır. Dolayısıyla bugün itibariyle herhangi bir devletin tasarrufunda olamaz. MESCİD-İ AKSAMIZ, Yahudilerin Ağlama Duvarı ve Hıristiyanların Kamama Kilisesi de bu ortak payda içerisinde yer almaktadır. Yani Kudüs, dil, din, ırk, mezhep, cinsiyet ayrımının yapılamayacağı devletler üstü bir coğrafi mekândır. Asırlarca hakkı üstün tutup, hakkı hak edene vermiş Osmanlının elinde adeta barış çağı yaşayan Kudüs’ten maalesef merhamet eli çekilince bölge acının ve gözyaşının hâkim olduğu bir yer olmuştur. Kudüs, bölgeyi tanımayan olaya sadece kendi geleceği için bakıp, emperyalist planlarına hayat sahası bulmak isteyenlerin sığınacağı yer olmuştur. Hz. Ömer’in hilafetinden beri İslam’la yoğrulmuş bu coğrafyada harita çizmeye çalışanlar kırılmış kalemleri ile yarı yolda kalacaklardır. Kendi dünyalarında çizdikleri sınırları bozacak Selahattin Eyyübiler her devirde olmuş ve olacaktır. İsrail’in başkenti Kudüs söylemi, söylem diyorum çünkü ondan öteye gidememiş Türkiye’nin öncü olduğu Kudüs İslam’ındır ve onun kalacaktır dirilişi Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda da yankı bulmuştur. Kudüs, İsrail’in başkentidir tasarısına Guatemala, Micronezya, Togo, Marshall, Nauru, Palau ve Honduras gibi kabile anlayışına sahip yapılar evet oyu kullanırken 193 üyeli BM’ler de 128 devlet hayır oyu kullanmıştır. Bu oylamada göstermiştir ki bu karar hukuken de geçersizdir. Gönüllerde yer almayan her hareket yeşermeden ölmeye zaten mahkûmdur.
XI. yüzyılda Anadolu kapılarını ardına kadar açan Türk Milleti asırlardır Anadolu coğrafyası için canını vermekten asla geri durmamıştır. Bizans’tan alınan Anadolu Türkler için ikinci vatan olmuş, candan aziz tutulmuştur. Ya Anadolu’yu kaybedenler, onlar ne yapmış bu olaya seyirci mi kalmışlardır? Tabiî ki hayır. Onlar XI. yüzyıldan ta XXI. yüzyıla kadar hep Türkleri Anadolu’dan atma gayesi gütmüş ve gütmeyi de devam ettirmişlerdir. Haçlı Seferleriyle başlayıp Megali idea, Grek projesi ve Şark Meselesiyle aralıksız faaliyetlere geçen bu zihniyet hep eli boş olarak geri dönmüştür.
1071 Malazgirt zaferinden yaklaşık yirmi beş yıl sonra başlayıp iki yüz yıl devam eden Haçlı Seferleri, Anadolu’yu harap ve bitap düşürürken, Avrupalı için seferler nimet olmuştur. Haçlı seferlerinin dört tanesi doğrudan Anadolu üzerine yapılmış, Kumdanlı zaferinin kazanılmasıyla da Anadolu’nun tapusu alınmıştır.
Haçlılara asıl darbe ise 1187 tarihinde Hıttın Savaşında vurulmuş, kutsal belde Kudüs Müslümanların elinde kalmıştır. Bu mağlubiyet Haçlıların zihninde hiçbir zaman unutulmamış, Selahaddin Eyyübi ismi ise hafızalarına kazınmıştır. Orta Doğuya yerleşen Yahudiler için Hıttın savaşı korkusu hep zihinlerde kalmış, yeni Selahaddin Eyyübilerin çıkmaması için tedbirlerde alınmıştır. Şarkın sultanı, İslam dininin savunucusu Selahaddin Eyyübi gönüllerde yer edinmiştir. Böylelikle Haçlı zihniyetine karşısına dimdik ayakta duran Selahaddin Eyyübi çıkmış, bütün planlar altüst olmuştur.
Yüzyıllarca değişik isimler altında devam eden bu Haçlı zihniyeti nihayet XXI. yüzyılda tekrar gündeme getirilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri başkanının 11 Eylül saldırılarından sonra dillendirdiği söz hiçte yabana atılacak cinsten değildir. O söz: “Haçlı Seferleri yeniden başlıyordu.” Gerçi sonrasında dil sürçmesi oldu denilse de söz okun yaydan çıktığı gibi çıkmıştı artık. Yani doğu ile batının mücadelesi ismi konularak yeniden başlıyordu. Mücadele başlıyor, başlamasına da ama asıl korkulması gereken acaba bu yeni Haçlı seferlerine karşı koyacak içimizde bir Selahaddin Eyyübi var mı? İşte bu sorunun cevabını kan ve göz yaşı deryasına düşmüş coğrafyaların umudu, ümmetin son kalesi Türkiye’de aramak gerekir.
XI. yüzyılda Anadolu kapılarını ardına kadar açan Türk Milleti asırlardır Anadolu coğrafyası için canını vermekten asla geri durmamıştır. Bizans’tan alınan Anadolu Türkler için ikinci vatan olmuş, candan aziz tutulmuştur. Ya Anadolu’yu kaybedenler, onlar ne yapmış bu olaya seyirci mi kalmışlardır? Tabiî ki hayır. Onlar XI. yüzyıldan ta XXI. yüzyıla kadar hep Türkleri Anadolu’dan atma gayesi gütmüş ve gütmeyi de devam ettirmişlerdir. Haçlı Seferleriyle başlayıp Megali idea, Grek projesi ve Şark Meselesiyle aralıksız faaliyetlere geçen bu zihniyet hep eli boş olarak geri dönmüştür.
1071 Malazgirt zaferinden yaklaşık yirmi beş yıl sonra başlayıp iki yüz yıl devam eden Haçlı Seferleri, Anadolu’yu harap ve bitap düşürürken, Avrupalı için seferler nimet olmuştur. Haçlı seferlerinin dört tanesi doğrudan Anadolu üzerine yapılmış, Kumdanlı zaferinin kazanılmasıyla da Anadolu’nun tapusu alınmıştır.
Haçlılara asıl darbe ise 1187 tarihinde Hıttın Savaşında vurulmuş, kutsal belde Kudüs Müslümanların elinde kalmıştır. Bu mağlubiyet Haçlıların zihninde hiçbir zaman unutulmamış, Selahaddin Eyyübi ismi ise hafızalarına kazınmıştır. Orta Doğuya yerleşen Yahudiler için Hıttın savaşı korkusu hep zihinlerde kalmış, yeni Selahaddin Eyyübilerin çıkmaması için tedbirlerde alınmıştır. Şarkın sultanı, İslam dininin savunucusu Selahaddin Eyyübi gönüllerde yer edinmiştir. Böylelikle Haçlı zihniyetine karşısına dimdik ayakta duran Selahaddin Eyyübi çıkmış, bütün planlar altüst olmuştur.
Yüzyıllarca değişik isimler altında devam eden bu Haçlı zihniyeti nihayet XXI. yüzyılda tekrar gündeme getirilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri başkanının 11 Eylül saldırılarından sonra dillendirdiği söz hiçte yabana atılacak cinsten değildir. O söz: “Haçlı Seferleri yeniden başlıyordu.” Gerçi sonrasında dil sürçmesi oldu denilse de söz okun yaydan çıktığı gibi çıkmıştı artık. Yani doğu ile batının mücadelesi ismi konularak yeniden başlıyordu. Mücadele başlıyor, başlamasına da ama asıl korkulması gereken acaba bu yeni Haçlı seferlerine karşı koyacak içimizde bir Selahaddin Eyyübi var mı? İşte bu sorunun cevabını kan ve göz yaşı deryasına düşmüş coğrafyaların umudu, ümmetin son kalesi Türkiye’de aramak gerekir.