“De ki: Bana, dini Allah’a muhlis/halis kılıp O’na kulluk etmem emrolundu.” (Zümer 11)
Zümer suresinin ikinci ayetinde; “Resulüm! Kitabı sana hak olarak indirdik; O halde sen de dini Allah’a muhlis/has kılarak kulluk et.” talimatı verilirken, aynı surenin on dördüncü ayetinde ise Efendimiz’in (sav), ilahî talimata derhal uyduğu ifade buyurulmuştur: “De ki: Ben dinimde muhlis/ihlaslı biri olarak Allah’a ibadet ederim.”
Her üç ayette geçen “muhlis” sözcüğüne Türkçe karşılık olarak duygu, düşünce, tutum ve davranışlarda ihlaslı, saf, katışıksız olmak anlamları verilmiştir. Bir sıfat olarak muhlis, inancında ve Yaratıcıya olan dostluğunda, içten davranan kimse demektir.
Muhlis ifadesi, dini bir terim olarak, kişinin iman ve ibadetinde, Allah’a ortak koşmamayı, Allah’ı ve dini inkâr yahut dini hakikatleri yok saymamayı, dinde fitne çıkarmamayı, ibadetleri gösteriş için yapmamayı aksine muhlisçe inanıp amel etmeyi ifade eder.
İnançta hiçbir katışığın olmaması, eksiksiz, öz bir imana sahip olmak, Kuran’a uymakla mümkündür. Kuran, Hak Din İslam’ın temel kaynağıdır; diğer kaynaklar Kuran ayetleriyle çelişmediği sürece dini bir değer kazanırlar.
Muhlisin/ihlaslının dinde öncelik hakkı vardır; bu itibarla kim muhlis/ihlaslı bir inanç sahibiyse o dinde öncü bir şahsiyettir. Her inanışın hatta her mesleğin, her sanatın öncü temsilcileri vardır; onlar bu sıfatı inançlarına olan sadakatleri, mesleklerini ve sanatlarını icra ederken gösterdikleri hassasiyetleriyle elde ederler.
Bu ayetlerin ikazı bizi büyük bir tehlikeye karşı uyarmaktadır: Hak Din İslam aradan geçen bin beş yüz yıllık bir kültürel mirasa sahiptir. Müslüman milletler, bulundukları coğrafyalarda asırlar boyunca din adına cami, mescit, medrese, dergâh, vb. fiziki yapılar inşa ettiler; dini kültüre ait mezhepler ve tarikatlar kurdular, cemaatler oluşturdular; milyonlarca ‘dini eser’ vücuda getirdiler. Bu çeşitlilik bir zenginlik olduğu kadar, tarihsel olarak ortaya çıkan nice kardeş kavgasının da nedenleri arasında yer aldı. İslam dünyasında bugün de devam eden karışıklıkların, bitmeyen terör ve savaşın kaynağı (haşa) Kuran değildir, Kuran adına üretilmiş kültürel yapıdır, denilebilir.
Sonuç: İslam milleti din adına öncelikle Kuran’la muhatap olmalıdır. ‘Kültürel din’ bir nevi ‘atalar inanmasına’ tekabül ettiğinden, kültürel inanma (taklit) yerini Kuran’a dayalı (tahkik) inanışına bırakmadan İslam beklenilen hidayet medeniyetini yeniden tesis edemeye bilir. Peygamberimiz (sav) ilk inen ayetlerle birlikte kültürel yapıdan kopmuş ve Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde önce Yüce Şahsiyeti iman ve amel etmiş, sonra da diğer insanlara tebliğ görevini yerine getirmiştir. Bugün de böyle olmalıdır: Kuran apaçık bir kitaptır, ortalama zekâya sahip her bir insan ayetleri anlayabilir. Maksat, emredileni kabul edip amel etmektir. Bu konuda her Müslümanın öncelemesi gereken iki temel ilke Kuranî vahiy ve halis akıldır. Bu iki delile muhalefet eden yahut bu delillere inananların ulaşmasına engel olan her dini oluşum, siyasi yapı, delalete sevk ettikleri insanların sorumluluğunu da üzerlerinde taşımaktadırlar.
Zümer suresinin ikinci ayetinde; “Resulüm! Kitabı sana hak olarak indirdik; O halde sen de dini Allah’a muhlis/has kılarak kulluk et.” talimatı verilirken, aynı surenin on dördüncü ayetinde ise Efendimiz’in (sav), ilahî talimata derhal uyduğu ifade buyurulmuştur: “De ki: Ben dinimde muhlis/ihlaslı biri olarak Allah’a ibadet ederim.”
Her üç ayette geçen “muhlis” sözcüğüne Türkçe karşılık olarak duygu, düşünce, tutum ve davranışlarda ihlaslı, saf, katışıksız olmak anlamları verilmiştir. Bir sıfat olarak muhlis, inancında ve Yaratıcıya olan dostluğunda, içten davranan kimse demektir.
Muhlis ifadesi, dini bir terim olarak, kişinin iman ve ibadetinde, Allah’a ortak koşmamayı, Allah’ı ve dini inkâr yahut dini hakikatleri yok saymamayı, dinde fitne çıkarmamayı, ibadetleri gösteriş için yapmamayı aksine muhlisçe inanıp amel etmeyi ifade eder.
İnançta hiçbir katışığın olmaması, eksiksiz, öz bir imana sahip olmak, Kuran’a uymakla mümkündür. Kuran, Hak Din İslam’ın temel kaynağıdır; diğer kaynaklar Kuran ayetleriyle çelişmediği sürece dini bir değer kazanırlar.
Muhlisin/ihlaslının dinde öncelik hakkı vardır; bu itibarla kim muhlis/ihlaslı bir inanç sahibiyse o dinde öncü bir şahsiyettir. Her inanışın hatta her mesleğin, her sanatın öncü temsilcileri vardır; onlar bu sıfatı inançlarına olan sadakatleri, mesleklerini ve sanatlarını icra ederken gösterdikleri hassasiyetleriyle elde ederler.
Bu ayetlerin ikazı bizi büyük bir tehlikeye karşı uyarmaktadır: Hak Din İslam aradan geçen bin beş yüz yıllık bir kültürel mirasa sahiptir. Müslüman milletler, bulundukları coğrafyalarda asırlar boyunca din adına cami, mescit, medrese, dergâh, vb. fiziki yapılar inşa ettiler; dini kültüre ait mezhepler ve tarikatlar kurdular, cemaatler oluşturdular; milyonlarca ‘dini eser’ vücuda getirdiler. Bu çeşitlilik bir zenginlik olduğu kadar, tarihsel olarak ortaya çıkan nice kardeş kavgasının da nedenleri arasında yer aldı. İslam dünyasında bugün de devam eden karışıklıkların, bitmeyen terör ve savaşın kaynağı (haşa) Kuran değildir, Kuran adına üretilmiş kültürel yapıdır, denilebilir.
Sonuç: İslam milleti din adına öncelikle Kuran’la muhatap olmalıdır. ‘Kültürel din’ bir nevi ‘atalar inanmasına’ tekabül ettiğinden, kültürel inanma (taklit) yerini Kuran’a dayalı (tahkik) inanışına bırakmadan İslam beklenilen hidayet medeniyetini yeniden tesis edemeye bilir. Peygamberimiz (sav) ilk inen ayetlerle birlikte kültürel yapıdan kopmuş ve Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde önce Yüce Şahsiyeti iman ve amel etmiş, sonra da diğer insanlara tebliğ görevini yerine getirmiştir. Bugün de böyle olmalıdır: Kuran apaçık bir kitaptır, ortalama zekâya sahip her bir insan ayetleri anlayabilir. Maksat, emredileni kabul edip amel etmektir. Bu konuda her Müslümanın öncelemesi gereken iki temel ilke Kuranî vahiy ve halis akıldır. Bu iki delile muhalefet eden yahut bu delillere inananların ulaşmasına engel olan her dini oluşum, siyasi yapı, delalete sevk ettikleri insanların sorumluluğunu da üzerlerinde taşımaktadırlar.