(14 Şubat Şubat Salı günü yayımlanan yazının devamı)
‘Liderlik potansiyelleriyle’ dikkat çeken çocuklarımızı, bireylerin özgür biçimde etkinleşebildiği bütün sosyal topluluklarda, söz gelimi okullarda, istisnai sayıda görebildiğimiz için bu çocuklarımızı aynı zamanda ‘nadir karşılaşılan çocuklar’ olarak da nitelendirebiliyoruz.
Onların bu nitelikleri, büyük oranda genlerinden kaynaklanır; fakat şu da var ki doğru eğitim süreçleri ile yine o süreçlerde lider adaylarının karşılaşacakları güçlü rol-modeller, genetik faktörleri besleyebiliyor, hatta zamanla esas sürükleyici etkene dönüşebiliyor.
Tam bu noktada eğitimciler, belki şu doğurgan soruyu akıllarına getirebilirler:
Acaba ‘FIFA’nın yıldız futbolcuları korumaya dönük pozitif ayrımcı tutumunu’ ve bu doğrultuda geliştirdiği özel kuralları, yönergeleri biz de okullarımızdaki lider ruhlu çocuklarımız için geliştirebilir miyiz?
Bu adil olur mu?
Ama daha da önemlisi, ‘Eğer adilse bunu nasıl başarırız’?
Lider ruhlu çocukların potansiyellerini gerçek hayata aktarmak ve onları çağın genç liderlerine dönüştürmek için yetişkinlerin bir ‘acil işler listesine’ odaklanması, şimdilik ‘ön koşul’ gibi gözüküyor
Bu acil işler listesinde neler var peki?
Ya da sokakların niye hep devinme, hep şiddete eğilimli olduğunu düşünüp dururuz…
Ne mutlu bize ki tüm bu yaklaşımların sakıncalı şeyler olmadıklarını, ülkemizi bugün yönetenler de söylüyorlar:
Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan, gençlerle bir arada oldukları hemen her ortamda, gençliğe çok güvendiklerini ve ‘gençlerin ülkenin geleceği için sorumluluk üstlenmesini beklediklerini’ ifade ediyorlar.
Keza Sayın Milli Eğitim Bakanı da bugün eğitim sisteminde yaşanan değişimlerin, muasır (çağa uygun) insan yetiştirme hedefine yönelik planlı adımlar olduğu üzerinde duruyor ve bu anlamda ‘değişime ayak uydurabilen gençlikten ziyade değişimi yöneten gençlik’ beklentisine vurgu yapıyor…
Dolayısıyla görünenin -ya da bize gösterilenin- özeti şu:
Ne diyordu Mevlana:
“Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş!
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait…
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…”
Evet, ‘geleceğe ilişkin yeni şeyler’ söylemek şart; fakat söylenen yeni şeylerin aynı zamanda ‘mümkün ve gerçek şeyler’ olduğuna kitleleri inandıramazsak…
Ve tabii yine bu doğrultuda, ‘kalabalıkları güçlü ideallere yöneltebilecek genç ve karizmatik liderler’ yetiştiremezsek…
Söylenmiş eski-yeni bütün sözler, anlamını hiç kimsenin çözemediği muğlak siyasetnâmelere dönüşür.
İşte o zaman sadece ‘lider ruhlu çocuklarımıza’ değil, hepimize çok yazık olur!
(Pusula arşivinden)
‘Liderlik potansiyelleriyle’ dikkat çeken çocuklarımızı, bireylerin özgür biçimde etkinleşebildiği bütün sosyal topluluklarda, söz gelimi okullarda, istisnai sayıda görebildiğimiz için bu çocuklarımızı aynı zamanda ‘nadir karşılaşılan çocuklar’ olarak da nitelendirebiliyoruz.
Onların bu nitelikleri, büyük oranda genlerinden kaynaklanır; fakat şu da var ki doğru eğitim süreçleri ile yine o süreçlerde lider adaylarının karşılaşacakları güçlü rol-modeller, genetik faktörleri besleyebiliyor, hatta zamanla esas sürükleyici etkene dönüşebiliyor.
Tam bu noktada eğitimciler, belki şu doğurgan soruyu akıllarına getirebilirler:
Acaba ‘FIFA’nın yıldız futbolcuları korumaya dönük pozitif ayrımcı tutumunu’ ve bu doğrultuda geliştirdiği özel kuralları, yönergeleri biz de okullarımızdaki lider ruhlu çocuklarımız için geliştirebilir miyiz?
Bu adil olur mu?
Ama daha da önemlisi, ‘Eğer adilse bunu nasıl başarırız’?
Lider ruhlu çocukların potansiyellerini gerçek hayata aktarmak ve onları çağın genç liderlerine dönüştürmek için yetişkinlerin bir ‘acil işler listesine’ odaklanması, şimdilik ‘ön koşul’ gibi gözüküyor
Bu acil işler listesinde neler var peki?
- Nadir karşılaşılan çocukları, ciddi konular üzerine çokça konuşturmalıyız; ama bu tek başına yeterli olmaz. Aynı zamanda onları ciddi konular üzerine fikir geliştirebilen, söyleyecek sözü olan rol-modellerle sıkça buluşturmayı da başarmalıyız. Ancak böylece düşüncelerine sınıf atlatabiliriz.
- Ellerine mutlaka kalem tutuşturmalıyız, yazma becerilerini kesinlikle geliştirmeliyiz ki geride izler, kendilerini izleyecek ‘halefler’ ve kendilerinden etkilenip aydınlanmış topluluklar bırakabilsinler.
- Anayasal düzene saygılı örgütlü davranışın ‘mümkün olduğunu’ ve bu doğrultuda kendi vatandaşlık haklarını-sorumluluklarını bilmelerinin önem taşıdığını onlara kavratmalıyız. Kavratmak yeterli değil elbette. Keşfedilmiş gerçekten hayal gücünün sınırlarını zorlayan ütopyaya uzayan doğrultuda pratikler oluşturmalıyız.
- Okullar, özellikle üniversite öncesi öğrenim söz konusu olduğunda siyasetin üretildiği yer olamaz; ama bununla birlikte okulların hayatı öğreten yanları da vardır. Bu yüzden lider ruhluların demokratik deneyimlerini artıracak ilk denemeler, okullarımızda yaptırılmalı. Okul başkanlığı, okul meclisleri, bu meclislerin yerel yönetimlerle ve başka kentlerin meclisleriyle ilişkilendirilmesi, bu bağlamda çok önemli. Yoksa genç kuşakların a-sosyalliğinden, ülke sorunlarına uzak duruşlarından, çağdaş dünyanın bir sorunu karşısında örgütlenememelerinden yakınıp dururuz.
Ya da sokakların niye hep devinme, hep şiddete eğilimli olduğunu düşünüp dururuz…
- Yine aynı nedenle, öğrenci dernekleriyle ilgili çalışmaları basit seçim müsamereleriyle geçiştirmekten kaçınmamız gerek. Ama bunun için de öncelikle felsefe, sosyoloji, sosyal-psikoloji ve demokrasi eğitimlerinin lise müfredatlarında var edilip öne çıkarılması gerekiyor. Bu bir lüks değil, bir zorunluluk!
- Yeni, eskinin düşmanı olmak zorunda değil! Uyum, armoni, ahenk… Bunlar, her çağın güçlü sosyal motorlarıdır. Dolayısıyla ’ulusal değerlere ve pozitif toplumsal geleneklere sadık bir gelecek tasarımının’ bugünün dünyasında da pekâlâ mümkün olduğu gerçeğini lider ruhlu çocuklarımıza benimsetebilmeliyiz. Benimsetebiliriz! Onlara çağdaşlığın gelenek öğütücülüğüyle aynı şey olmadığı kavratmalıyız. Kavratabiliriz!
- Terazinin diğer kefesine de itinayla dokunup ‘uluslararasılık fikri’ üzerinde özenle durmalıyız.
- Ve elbette okullarımıza, tarihteki en parlak uygarlıkların en parlak çağlarında olduğu gibi ‘bir ucu dünyaya açılan, özgür, çok boyutlu kütüphaneler’ kazandırmalıyız. Bununla birlikte kütüphaneleri ‘kitap müzeleri’ olmaktan çıkarmalıyız!
Ne mutlu bize ki tüm bu yaklaşımların sakıncalı şeyler olmadıklarını, ülkemizi bugün yönetenler de söylüyorlar:
Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan, gençlerle bir arada oldukları hemen her ortamda, gençliğe çok güvendiklerini ve ‘gençlerin ülkenin geleceği için sorumluluk üstlenmesini beklediklerini’ ifade ediyorlar.
Keza Sayın Milli Eğitim Bakanı da bugün eğitim sisteminde yaşanan değişimlerin, muasır (çağa uygun) insan yetiştirme hedefine yönelik planlı adımlar olduğu üzerinde duruyor ve bu anlamda ‘değişime ayak uydurabilen gençlikten ziyade değişimi yöneten gençlik’ beklentisine vurgu yapıyor…
Dolayısıyla görünenin -ya da bize gösterilenin- özeti şu:
- Çevremizde, olumlu değişimi engelleyebilecek bariyerler yok; aksine teşvikler söz konusu...
- Ve toplumun geleceğini biçimlendirecek genç liderler, koşullar uygun gözüktüğü halde yukarıda sıraladığımız deneyimler dizisinden geçmezlerse geleceğimiz, bugünümüzden daha iyi olamaz.
Ne diyordu Mevlana:
“Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş!
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait…
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…”
Evet, ‘geleceğe ilişkin yeni şeyler’ söylemek şart; fakat söylenen yeni şeylerin aynı zamanda ‘mümkün ve gerçek şeyler’ olduğuna kitleleri inandıramazsak…
Ve tabii yine bu doğrultuda, ‘kalabalıkları güçlü ideallere yöneltebilecek genç ve karizmatik liderler’ yetiştiremezsek…
Söylenmiş eski-yeni bütün sözler, anlamını hiç kimsenin çözemediği muğlak siyasetnâmelere dönüşür.
İşte o zaman sadece ‘lider ruhlu çocuklarımıza’ değil, hepimize çok yazık olur!
(Pusula arşivinden)