
İki sokak arasında, iki katlı evin alt katında yaşayan ninemin hayatından belli kesitler olarak gördüklerim ve duyduklarım karşısında sahip olduklarımızı düşündüğüm de şükrümüzün rabbim tarafından bize verilen karşısında az olduğuna kanaat getirmiştim. Ya rabbim, bizler ne büyük nimetlere sahipken onun kıymetini bilmeyenlerdenmişiz. Sen beni affeyle, sen beni affeyle, seni beni affeyle diye kendi kendime söylenmeye başlamıştım. Sesli düşünmüşüm ki yanımda yer alan o meçhul kadın yani mantolu kadının garipseyerek bana baktığını anladım. Benim o an ne düşündüğümü o da anlamıştı ama konuyu değiştirmek istemişti. Mantolu kadın birden bana dönerek siz ne iş yapıyorsunuz diye ilk sorusunu yöneltmişti. Öğretmen olduğumu söyledim. Memnun oldu, başını salladı. Ya siz? Bu soru beraberinde bir o kadar soruyu da getirecekti onların hangileri olacağını bilmedim, bilemedim. O an aklıma birden Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleriyle ilgili anlatılan gelen bir söz gelmişti. Hani İbrahim Hakkı Hazretleri bir sözünde der ki: “ Harabat ehlini hor görme Zâkir, viraneye malik hazineler var.” Bulunduğum ortam tam da öyleydi ve ben Allah’ın izniyle o harabe görülen yerde hazinelere malik insanlarla karşılaşmıştım. Mantolu kadın anlatıyor, ben dinliyordum. Benle beraber pencerenin diğer kenarında kalan ninemde dinleyiciler arasındaydı.
Sözlerimizden bazılarını duyuyor, oda söze karışıyor, bazılarını ise duymuyordu veyahut kendince uyarlayıp bize geri dönüyordu. Belli ki kulakları ağır işitiyordu. Olsun onun o halinin masumluğu bize yeterdi. Ninem evin içinde odasında bir o yanı bir bu yanı dolaşıp duruyordu. Ninem gibi mantolu kadınında adı bende hep meçhul kaldı. Abla diye hitap ettim, memnun oldu ki bana bir şey söylemeden sohbetimize devam etti. Mantolu kadın, o mahalleden biriydi. Yıllardır Yoncalık Mahallesinin oturmuş, bir ara yaptığı talihsiz bir evlilik hariç ömrünün büyük bir kısmını burada geçirmişti. Ninemizi yakından tanıdığını, her sokağa çıktığında ise mutlaka nineyi ziyaret ettiğini dile getirdi. Bir nevi benim anladığım ninenin oradaki eli kolu olan biriydi. Mahcuptu. Onunda bir derdi vardı. Her haliyle bunu belli ediyor ama içini dökmek için acele etmiyordu. Belki de ninenin o halini görünce kendi haline şükretmenin mutluluğunu yaşıyordu. Kim bilir? Orta yaşlardaydı. Üstü başı düzgün ve yıpranmıştı. Mantolu kadının elinde bir poşet vardı. Poşetin içinde ne olduğunu merak ettim. Belli etmeden bakmalıydım. Fırından alınmış ekmeğe benziyordu ama net değildi. Evet, evet içinde ekmek vardı. Yalnız ekmek bir bütünden ziyade parçalanmış haldeydi. Herhalde poşetin içindeki ekmek parçalarını evinde beslediği hayvanlarına götürür diye düşündüm. İşin özü hiçte öyle değilmiş! Benim dikkatimin poşet üzerinde olduğu anlayınca Mantolu Kadın ağlamak bir halle anlatmaya başladı. O gördüğünüz ekmeği eve götürüyorum. Bu gün ekmek alacak param yok. Mecburen çöp tenekesinin yanındaki poşetlerde aldım. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Ya duyduklarım doğru değildi ya da ben başka bir dünyadaydım ve benle dalga geçiliyordu. Aman Allah’ım gerçekten bu duyduklarım doğru muydu? Mantolu Kadının ekmekleri çöpten aldım ve eve o ekmekleri götürüyorum sözünü duyduğumda keşke yer yarılsaydı içine girseydim de bu sözleri duymasaydım dedim. İnsanlığımdan utandım. Ya rabbim sen bizleri affet. Her gün tonlarca ekmeği ziyan ederken bu gariplerden haberimiz olmamıştı. Mantolu Kadın artık benim için gizemli bir hale gelmişti. Belli ki onun da bir hikâyesi ve acıları vardı. Anlatır mı bilmiyordum. Sorsam anlatır mı? Onu öğrenmek belli ki uzun sürmeyecekti zira Mantolu Kadın içini dökmeğe başlamıştı.
Sözlerimizden bazılarını duyuyor, oda söze karışıyor, bazılarını ise duymuyordu veyahut kendince uyarlayıp bize geri dönüyordu. Belli ki kulakları ağır işitiyordu. Olsun onun o halinin masumluğu bize yeterdi. Ninem evin içinde odasında bir o yanı bir bu yanı dolaşıp duruyordu. Ninem gibi mantolu kadınında adı bende hep meçhul kaldı. Abla diye hitap ettim, memnun oldu ki bana bir şey söylemeden sohbetimize devam etti. Mantolu kadın, o mahalleden biriydi. Yıllardır Yoncalık Mahallesinin oturmuş, bir ara yaptığı talihsiz bir evlilik hariç ömrünün büyük bir kısmını burada geçirmişti. Ninemizi yakından tanıdığını, her sokağa çıktığında ise mutlaka nineyi ziyaret ettiğini dile getirdi. Bir nevi benim anladığım ninenin oradaki eli kolu olan biriydi. Mahcuptu. Onunda bir derdi vardı. Her haliyle bunu belli ediyor ama içini dökmek için acele etmiyordu. Belki de ninenin o halini görünce kendi haline şükretmenin mutluluğunu yaşıyordu. Kim bilir? Orta yaşlardaydı. Üstü başı düzgün ve yıpranmıştı. Mantolu kadının elinde bir poşet vardı. Poşetin içinde ne olduğunu merak ettim. Belli etmeden bakmalıydım. Fırından alınmış ekmeğe benziyordu ama net değildi. Evet, evet içinde ekmek vardı. Yalnız ekmek bir bütünden ziyade parçalanmış haldeydi. Herhalde poşetin içindeki ekmek parçalarını evinde beslediği hayvanlarına götürür diye düşündüm. İşin özü hiçte öyle değilmiş! Benim dikkatimin poşet üzerinde olduğu anlayınca Mantolu Kadın ağlamak bir halle anlatmaya başladı. O gördüğünüz ekmeği eve götürüyorum. Bu gün ekmek alacak param yok. Mecburen çöp tenekesinin yanındaki poşetlerde aldım. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Ya duyduklarım doğru değildi ya da ben başka bir dünyadaydım ve benle dalga geçiliyordu. Aman Allah’ım gerçekten bu duyduklarım doğru muydu? Mantolu Kadının ekmekleri çöpten aldım ve eve o ekmekleri götürüyorum sözünü duyduğumda keşke yer yarılsaydı içine girseydim de bu sözleri duymasaydım dedim. İnsanlığımdan utandım. Ya rabbim sen bizleri affet. Her gün tonlarca ekmeği ziyan ederken bu gariplerden haberimiz olmamıştı. Mantolu Kadın artık benim için gizemli bir hale gelmişti. Belli ki onun da bir hikâyesi ve acıları vardı. Anlatır mı bilmiyordum. Sorsam anlatır mı? Onu öğrenmek belli ki uzun sürmeyecekti zira Mantolu Kadın içini dökmeğe başlamıştı.