“Sen ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmeden Rahman’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.” (Yâsîn 11)
Yasin suresinin 7-12’nci ayetleri şu şekildedir:
“Andolsun ki onların çoğu cezayı hak etmişlerdir; çünkü onlar iman etmiyorlar.
Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik; o halkalar çenelerine kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır.
Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler.
Onları uyarsan da uyarmasan da birdir; inanmazlar.
Sen ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmeden Rahman’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. Bu insanları mağfiret ve güzel bir ödülle müjdele.
Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (levh-i mahfuz’da) sayıp yazmışızdır.”
Yedinci ayetin vurgusu: Ceza, Allah’ı ve emirlerini kabul etmemenin bir sonucudur. Kişi, Allah Teâlâ’yı, İslam’ı, Kuran’ı, Hazreti Muhammed (sav)’i işitmiştir, fakat kasten ilgi göstermemekte; hatta dine yahut dini tebliğe karşı asabi bir tavır takınmaktadır. Yüreğini bilinçli olarak imanın ışığına kapatan, Kuran’ın rehberliğini reddeden, Allah’ın lütfu ve merhametini istememiş, imana geçit vermeyip inkârını kuvvetlendirmiştir.
Sekiz, dokuz ve onuncu ayetlerin vurgusu: İradî itaatsizlik, bu ayetlerdeki değişmeceli anlatımla, kişilerin kendilerini gerçeğe karşı tamamen kapatmaları demektir. Onlar, kültürel aidiyetlerinin yanı sıra bilim, felsefe, ideoloji vb. görüş ve fikirleri, Allah’a karşı yaptıkları bilinçli itaatsizliğin, temeli kılmışlardır. Oysa bu tercihleri Allah katında değersizdir ve büyük günahtır. Bu günahları edindikleri manevi bir ‘esaret halkasıdır.’ İnkârcı kişiler, bu halkaları kendi boyunlarına, sevgi ve emniyet hissi içinde geçirmişler, Allah da tercihlerini yaratmıştır. Böylece tercihleri, manevi engele dönüştüğünden, önleri arkaları kapanmış, sağa sola bakacak halleri kalmamış, temellendirdikleri inkâr pisliğinde yok olup gitmişlerdir.
On birinci ayetin vurgusu: İnkâr pisliğini ısrarla tercih edip Kuran’ı umursamayanlara ne anlatılırsa anlatılsın, hangi kanıtlar sunulursa sunulsun, iradî olarak, gerçeği duymak ve üzerinde düşünmek istemeyeceklerdir. Onlar kendilerini dine tamamen kapatmış benim! dedikleri şeylere adeta yapışmışlardır. Yanlarında Yaratıcı’nın, Kuran’ın, Hz. Muhammed (sav)’in hiçbir çekiciliği olmadığı gibi, bu kavramlar, alaylarını, küfürlerini, öfkelerini artırmıştır. Tercihleri bu yönde kesinleşince Allah’ın rahmeti ve lütfu da onlardan uzaklaşmıştır.
Öte yandan tam aksi inanca ve fikre sahip müminler de vardır ki onlar, gizlide açıkta, Rablerinin kendilerini her an gördüğünden emin, kendileri de Rablerini görüyormuş gibi, kendilerine yakın hissederler. Onlar, kalplerini, akıllarını Rahmete açtıklarından, iman ışığı kalplerinde ve akıllarında her gün artmaya devam eder. Böylece Allah’a karşı sevgileri ve saygıları çoğalır; amel-i salihleri artar.
On ikinci ayetin vurgusu: Üsteki metaforik anlatımın bir devamı gibi telakki edildiğinde, ölüleri diriltmek tabiri, ‘cahilleri hidayete erdirmek, müşrikleri şirkten imana döndürmek’ şeklinde de tefsir edilmiştir.
Dünya hayatına sahip olan her insana ahret hayatı da verilmiştir ki, bunun istisnası yoktur; her insanı, -var edip yok eden Allah-, ahirette tekrar var edecek ve amel defteri üzerinden, imtihanlarını sorgulayacaktır.
Sonuç: Malum; fıtraten her insan mümin olarak, yanı temiz bir yaratılışla doğmaktadır. Sonra her çocuğun zihni ve kalbi ana-baba ve çevre tarafından şekillendirilmekte ve salim fıtrat bozulmaktadır. İradî olarak inançsızlığı seçenler, kendilerine en çok yazık eden kimselerdir. İman, irşat, ikaz tabiri caizse onlara bir şey ifade etmediği gibi, küfürlerini ziyadeleştirmektedir. Bu durumun tipik örnekleri Peygamberimizle mücadele eden Ebu Cehil gibi inkârcılardır. Kendilerini öylesine vahye kapatmışlardır ki, küçük bir iman ışığı olsun, kalplerine ulaşmasına imkân vermemişlerdir. Her çağda maalesef bu tıynetteki zavallılar var olagelmiştir.
Yasin suresinin 7-12’nci ayetleri şu şekildedir:
“Andolsun ki onların çoğu cezayı hak etmişlerdir; çünkü onlar iman etmiyorlar.
Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik; o halkalar çenelerine kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır.
Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler.
Onları uyarsan da uyarmasan da birdir; inanmazlar.
Sen ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmeden Rahman’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. Bu insanları mağfiret ve güzel bir ödülle müjdele.
Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (levh-i mahfuz’da) sayıp yazmışızdır.”
Yedinci ayetin vurgusu: Ceza, Allah’ı ve emirlerini kabul etmemenin bir sonucudur. Kişi, Allah Teâlâ’yı, İslam’ı, Kuran’ı, Hazreti Muhammed (sav)’i işitmiştir, fakat kasten ilgi göstermemekte; hatta dine yahut dini tebliğe karşı asabi bir tavır takınmaktadır. Yüreğini bilinçli olarak imanın ışığına kapatan, Kuran’ın rehberliğini reddeden, Allah’ın lütfu ve merhametini istememiş, imana geçit vermeyip inkârını kuvvetlendirmiştir.
Sekiz, dokuz ve onuncu ayetlerin vurgusu: İradî itaatsizlik, bu ayetlerdeki değişmeceli anlatımla, kişilerin kendilerini gerçeğe karşı tamamen kapatmaları demektir. Onlar, kültürel aidiyetlerinin yanı sıra bilim, felsefe, ideoloji vb. görüş ve fikirleri, Allah’a karşı yaptıkları bilinçli itaatsizliğin, temeli kılmışlardır. Oysa bu tercihleri Allah katında değersizdir ve büyük günahtır. Bu günahları edindikleri manevi bir ‘esaret halkasıdır.’ İnkârcı kişiler, bu halkaları kendi boyunlarına, sevgi ve emniyet hissi içinde geçirmişler, Allah da tercihlerini yaratmıştır. Böylece tercihleri, manevi engele dönüştüğünden, önleri arkaları kapanmış, sağa sola bakacak halleri kalmamış, temellendirdikleri inkâr pisliğinde yok olup gitmişlerdir.
On birinci ayetin vurgusu: İnkâr pisliğini ısrarla tercih edip Kuran’ı umursamayanlara ne anlatılırsa anlatılsın, hangi kanıtlar sunulursa sunulsun, iradî olarak, gerçeği duymak ve üzerinde düşünmek istemeyeceklerdir. Onlar kendilerini dine tamamen kapatmış benim! dedikleri şeylere adeta yapışmışlardır. Yanlarında Yaratıcı’nın, Kuran’ın, Hz. Muhammed (sav)’in hiçbir çekiciliği olmadığı gibi, bu kavramlar, alaylarını, küfürlerini, öfkelerini artırmıştır. Tercihleri bu yönde kesinleşince Allah’ın rahmeti ve lütfu da onlardan uzaklaşmıştır.
Öte yandan tam aksi inanca ve fikre sahip müminler de vardır ki onlar, gizlide açıkta, Rablerinin kendilerini her an gördüğünden emin, kendileri de Rablerini görüyormuş gibi, kendilerine yakın hissederler. Onlar, kalplerini, akıllarını Rahmete açtıklarından, iman ışığı kalplerinde ve akıllarında her gün artmaya devam eder. Böylece Allah’a karşı sevgileri ve saygıları çoğalır; amel-i salihleri artar.
On ikinci ayetin vurgusu: Üsteki metaforik anlatımın bir devamı gibi telakki edildiğinde, ölüleri diriltmek tabiri, ‘cahilleri hidayete erdirmek, müşrikleri şirkten imana döndürmek’ şeklinde de tefsir edilmiştir.
Dünya hayatına sahip olan her insana ahret hayatı da verilmiştir ki, bunun istisnası yoktur; her insanı, -var edip yok eden Allah-, ahirette tekrar var edecek ve amel defteri üzerinden, imtihanlarını sorgulayacaktır.
Sonuç: Malum; fıtraten her insan mümin olarak, yanı temiz bir yaratılışla doğmaktadır. Sonra her çocuğun zihni ve kalbi ana-baba ve çevre tarafından şekillendirilmekte ve salim fıtrat bozulmaktadır. İradî olarak inançsızlığı seçenler, kendilerine en çok yazık eden kimselerdir. İman, irşat, ikaz tabiri caizse onlara bir şey ifade etmediği gibi, küfürlerini ziyadeleştirmektedir. Bu durumun tipik örnekleri Peygamberimizle mücadele eden Ebu Cehil gibi inkârcılardır. Kendilerini öylesine vahye kapatmışlardır ki, küçük bir iman ışığı olsun, kalplerine ulaşmasına imkân vermemişlerdir. Her çağda maalesef bu tıynetteki zavallılar var olagelmiştir.