
DAVANIN FAALİYET ALANLARI İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR: -V-
d- Davamız, Bir Kadro Öncülüğündeki İlk Halk Hareketidir: -I-
Bugünkü İslamcı Yürüyüş, aslında Milletimizin, ‘devlete dayanmayan ya da devletin içinden değil de’, doğrudan kendi içinden çıkardığı ve bir kadro öncülüğünde yürüttüğü ‘ilk halk hareketi’dir. Bunun çok ciddi avantajları ve dikkat edilmesi gereken yönleri vardır.
Tarihimizde kuruluş/kurtuluş hareketleri ya da devletin içinde ortaya çıkmış ve birbiriyle mücadele eden kadro hareketleri olmuştur. Bugünkü İslamcı Yürüyüş ile onları karşılaştırdığımızda, hem sosyolojik olarak, hem de cereyan ettiği zemin bakımından onlardan ayrı bir noktada olduğu görülecektir. Tarihimizde iki türlü sosyolojik hareket olduğunu görürüz:
1- Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin kuruluşunda ve sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de kuruluş öncesinde, devlet içinde olan ya da olmayan, herkesin katıldığı halk hareketleri ortaya çıkmıştır. Bu hareketler, kurtuluş ya da kuruluşumuzu gerçekleştirmiştir. Ancak onların her üçü de hem maddi, hem de manevi anlamda, bir ‘var olma’ mücadelesiydi. Karşıda açık ve yakın olarak, milletin varlığına kasteden bir ‘düşman’ vardı. Dolayısıyla o hareketlerde, bu Asil Milletin herhangi bir ferdi için yansız kalma, katılmama ya da karşı olma olamazdı. Millet bir bütün halinde bu hareketlere girmiş ve gereğini de yerine getirmiştir.
2- Osmanlıda, devlet içinde ortaya çıkmış, ‘Devlette daha çok etkin olma’, mücadelesi veren kadrolar vardı. İlk zamanlar buna ‘hizmet yarışı’ denebilirdi. Nitekim ‘Kuruluşun’ ilk yıllarında ‘yerli devlet adamları’ arasında bu mücadele söz konusuydu. Daha sonra bu mücadele yerli devlet adamları ile devşirme usulünden gelenler arasındaki mücadelelere dönüşmüştür. Fatih dönemindeki keskin bir teşebbüsün ardından, bu sefer devşirme devlet adamlarının kendi aralarındaki etkin olma mücadelesi başlamıştır. Bir süre sonra, artık devşirme‐ Anadolulu mücadelesi yerine kadro çatışması ön plana çıkmıştır. Osmanlı’nın Batı’ya karşı Doğu savunuculuğunu yürüttüğü siyaset boyunca kadro mücadelesi, bu siyaseti farklı kadroların kendi arasında nasıl daha iyi yürüteceği şeklinde gerçekleşirdi.
Osmanlı’daki kadro hareketleri, Batılılaşma sürecinde bu kez başka bir biçim kazanacaktır. Batılılaşmaya yönelen Osmanlı’da artık nasıl Batılılaşacağı ya da Batı(cı)laşacağı sorunu gündemdedir. Kadrolar da, bunu kimin daha iyi yapacağı Mücadelesini vermektedirler.
Cumhuriyet’e giden yolda da farklı bir durum söz konusu değildir. Alman yanlısı, Amerikan mandası savunucusu, Rus ve İngiliz yanlısı kadrolar mevcuttur ve bunlar arasında ciddi bir rekabet ve iç mücadele vardır.
Cumhuriyet döneminde, 1950’ye kadar tek tiplilik esastır. Birbiriyle mücadele eden kadroların varlığına rağmen, bu dönemde herhangi bir kadro hareketine izin verilmemiştir. 1950 sonrasında ise, gerek siyasal partiler arası mücadelede, gerekse bürokrasinin üst katlarında “Amerikancı” ya da “Avrupa yanlısı” kadrolardan bahsedilmektedir. Ülke içinde farklı Batıcı kadrolar egemen olmaya ve kendi çıkarlarını, bu batılı merkezlerin çıkarlarıyla örtüştürerek hareket etmeye başlamışlardır. Bu anlamda Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak günümüze kadar uzanan süreçte gerek gönüllü, gerek yetiştirilmiş batıcı kadrolar, ülke yönetimi üzerinde egemen olmaya çalışmıştır ve temel çatışma da batıcı kadrolar arasındadır.
Bütün bunlardan sonra şunu diyebiliriz, kurtuluş ve kuruluş hareketleri ile 1965’lerde fikir ve aksiyon planında başlayan İslamcı Yürüyüş’ün dışında, gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet tarihinde halk hareketi tabir edilebilecek bir sosyal hareket mevcut değildir. Onların hepsi, devlet içinde, devlet imkânlarıyla oluşmuş, beslenmiş ve öyle gelişmişlerdir.
Günümüzdeki İslamcı Yürüyüş ise, devlet içinde başlamak, beslenmek ve gelişmek şöyle dursun, 20. yüzyıl boyunca o cenahtan hep ‘suçlu grup’ olarak görülmüş, itilmiş, kakılmış, horlanmış ve engellenmiş, yerli ve milli bir halk hareketidir. Bu bakışa ve değerlendirmeğe rağmen, bu hareket Halkın içinde başlamış, halkın desteği ve halkla beraber gelişmiş, partileşmiş, kadrolarını oluşturmuş, ülke yönetimine talip olmuş, herkesin hür iradesiyle hareket ettiği, demokratik bir düzlemde yürümeğe başlamış bir harekettir.
Davamızın, bir halk hareketi oluşu muhafaza edilmeli ve süreklilik arz etmelidir. Zira:
1- Bir dava, ya da ideolojiye yönelen desteğin, toplumsal boyut kazanıp, halk hareketi düzeyine ulaşması, hem kolay değil, hem de herkesin eline geçecek bir imkân değildir.
2- Halkın bu hareketi desteklenme durumu, iyi analiz edilmeli ve halk, daima hem saygı görmeli, hem de verdiği desteğin karşılığında, sürekli olarak ilk başta gösterilen hedefe doğru gidildiği gerçeğine ikna olmalıdır. Zira halk, verdiği desteğe rağmen, hedeften sapma ya da herhangi bir şekilde bozulma alametleri görürse, o hareketi ve o kadroları yalnız da bırakabilir. Halkın bugün destek vermesi, her şeye rağmen, sürekli vermesi anlamına gelmez.
3- Sivil halk tarafından desteklenen dava, iktidar olmalı, güçlü olmalı ama asla ‘devletleştirilmemeli’dir. Halk tarafından desteklenen bir dava, sivil bir hareket olarak ne kadar kalırsa, hem işlevini o kadar yerine getirir, hem de halkın desteğini sürekli olarak görür. Aksi halde ‘devletleşen’ bütün dava ve ideolojiler, bir süre sonra halktan ve onun desteğinden koparlar. Zira devletleşmek, aynı zamanda bozulmağa ve kibre düşmeğe başlamak demektir.
Peki, bu davanın dinamikleri nelerdir. Yarın da onları görelim.
d- Davamız, Bir Kadro Öncülüğündeki İlk Halk Hareketidir: -I-
Bugünkü İslamcı Yürüyüş, aslında Milletimizin, ‘devlete dayanmayan ya da devletin içinden değil de’, doğrudan kendi içinden çıkardığı ve bir kadro öncülüğünde yürüttüğü ‘ilk halk hareketi’dir. Bunun çok ciddi avantajları ve dikkat edilmesi gereken yönleri vardır.
Tarihimizde kuruluş/kurtuluş hareketleri ya da devletin içinde ortaya çıkmış ve birbiriyle mücadele eden kadro hareketleri olmuştur. Bugünkü İslamcı Yürüyüş ile onları karşılaştırdığımızda, hem sosyolojik olarak, hem de cereyan ettiği zemin bakımından onlardan ayrı bir noktada olduğu görülecektir. Tarihimizde iki türlü sosyolojik hareket olduğunu görürüz:
1- Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin kuruluşunda ve sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de kuruluş öncesinde, devlet içinde olan ya da olmayan, herkesin katıldığı halk hareketleri ortaya çıkmıştır. Bu hareketler, kurtuluş ya da kuruluşumuzu gerçekleştirmiştir. Ancak onların her üçü de hem maddi, hem de manevi anlamda, bir ‘var olma’ mücadelesiydi. Karşıda açık ve yakın olarak, milletin varlığına kasteden bir ‘düşman’ vardı. Dolayısıyla o hareketlerde, bu Asil Milletin herhangi bir ferdi için yansız kalma, katılmama ya da karşı olma olamazdı. Millet bir bütün halinde bu hareketlere girmiş ve gereğini de yerine getirmiştir.
2- Osmanlıda, devlet içinde ortaya çıkmış, ‘Devlette daha çok etkin olma’, mücadelesi veren kadrolar vardı. İlk zamanlar buna ‘hizmet yarışı’ denebilirdi. Nitekim ‘Kuruluşun’ ilk yıllarında ‘yerli devlet adamları’ arasında bu mücadele söz konusuydu. Daha sonra bu mücadele yerli devlet adamları ile devşirme usulünden gelenler arasındaki mücadelelere dönüşmüştür. Fatih dönemindeki keskin bir teşebbüsün ardından, bu sefer devşirme devlet adamlarının kendi aralarındaki etkin olma mücadelesi başlamıştır. Bir süre sonra, artık devşirme‐ Anadolulu mücadelesi yerine kadro çatışması ön plana çıkmıştır. Osmanlı’nın Batı’ya karşı Doğu savunuculuğunu yürüttüğü siyaset boyunca kadro mücadelesi, bu siyaseti farklı kadroların kendi arasında nasıl daha iyi yürüteceği şeklinde gerçekleşirdi.
Osmanlı’daki kadro hareketleri, Batılılaşma sürecinde bu kez başka bir biçim kazanacaktır. Batılılaşmaya yönelen Osmanlı’da artık nasıl Batılılaşacağı ya da Batı(cı)laşacağı sorunu gündemdedir. Kadrolar da, bunu kimin daha iyi yapacağı Mücadelesini vermektedirler.
Cumhuriyet’e giden yolda da farklı bir durum söz konusu değildir. Alman yanlısı, Amerikan mandası savunucusu, Rus ve İngiliz yanlısı kadrolar mevcuttur ve bunlar arasında ciddi bir rekabet ve iç mücadele vardır.
Cumhuriyet döneminde, 1950’ye kadar tek tiplilik esastır. Birbiriyle mücadele eden kadroların varlığına rağmen, bu dönemde herhangi bir kadro hareketine izin verilmemiştir. 1950 sonrasında ise, gerek siyasal partiler arası mücadelede, gerekse bürokrasinin üst katlarında “Amerikancı” ya da “Avrupa yanlısı” kadrolardan bahsedilmektedir. Ülke içinde farklı Batıcı kadrolar egemen olmaya ve kendi çıkarlarını, bu batılı merkezlerin çıkarlarıyla örtüştürerek hareket etmeye başlamışlardır. Bu anlamda Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak günümüze kadar uzanan süreçte gerek gönüllü, gerek yetiştirilmiş batıcı kadrolar, ülke yönetimi üzerinde egemen olmaya çalışmıştır ve temel çatışma da batıcı kadrolar arasındadır.
- yüzyılın başlarında Mehmet Akif Ersoy’unda içinde bulunduğu bir kadro tarafından başlatılan, sonra da Üstat Necip Fazıl Kısakürek ve o çaptaki zatların çalışmasıyla, 1965’lere fikir planında ulaşan; 60’lı yılların sonunda fikir ve aksiyon olarak başlayan İSLAMCI YÜRÜYÜŞ, bir halk hareketi olarak bugünlere gelmiştir.
Bütün bunlardan sonra şunu diyebiliriz, kurtuluş ve kuruluş hareketleri ile 1965’lerde fikir ve aksiyon planında başlayan İslamcı Yürüyüş’ün dışında, gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet tarihinde halk hareketi tabir edilebilecek bir sosyal hareket mevcut değildir. Onların hepsi, devlet içinde, devlet imkânlarıyla oluşmuş, beslenmiş ve öyle gelişmişlerdir.
Günümüzdeki İslamcı Yürüyüş ise, devlet içinde başlamak, beslenmek ve gelişmek şöyle dursun, 20. yüzyıl boyunca o cenahtan hep ‘suçlu grup’ olarak görülmüş, itilmiş, kakılmış, horlanmış ve engellenmiş, yerli ve milli bir halk hareketidir. Bu bakışa ve değerlendirmeğe rağmen, bu hareket Halkın içinde başlamış, halkın desteği ve halkla beraber gelişmiş, partileşmiş, kadrolarını oluşturmuş, ülke yönetimine talip olmuş, herkesin hür iradesiyle hareket ettiği, demokratik bir düzlemde yürümeğe başlamış bir harekettir.
Davamızın, bir halk hareketi oluşu muhafaza edilmeli ve süreklilik arz etmelidir. Zira:
1- Bir dava, ya da ideolojiye yönelen desteğin, toplumsal boyut kazanıp, halk hareketi düzeyine ulaşması, hem kolay değil, hem de herkesin eline geçecek bir imkân değildir.
2- Halkın bu hareketi desteklenme durumu, iyi analiz edilmeli ve halk, daima hem saygı görmeli, hem de verdiği desteğin karşılığında, sürekli olarak ilk başta gösterilen hedefe doğru gidildiği gerçeğine ikna olmalıdır. Zira halk, verdiği desteğe rağmen, hedeften sapma ya da herhangi bir şekilde bozulma alametleri görürse, o hareketi ve o kadroları yalnız da bırakabilir. Halkın bugün destek vermesi, her şeye rağmen, sürekli vermesi anlamına gelmez.
3- Sivil halk tarafından desteklenen dava, iktidar olmalı, güçlü olmalı ama asla ‘devletleştirilmemeli’dir. Halk tarafından desteklenen bir dava, sivil bir hareket olarak ne kadar kalırsa, hem işlevini o kadar yerine getirir, hem de halkın desteğini sürekli olarak görür. Aksi halde ‘devletleşen’ bütün dava ve ideolojiler, bir süre sonra halktan ve onun desteğinden koparlar. Zira devletleşmek, aynı zamanda bozulmağa ve kibre düşmeğe başlamak demektir.
Peki, bu davanın dinamikleri nelerdir. Yarın da onları görelim.