DAVANIN FAALİYET ALANLARI İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR: -VIII-
d- Bir Kadro Öncülüğündeki İlk Halk Hareketinin Dinamikleri: -III-
2- İslami Düşünce, Anlayış ve Yaşayışının, Batı Düşünce, Anlayış ve Yaşayışıyla Uyuşmaması:
Yedinci asırda İslam'ın ilan ettiği, din duygusunun fıtri olduğu gerçeğini, Batı, ancak 19. Yüzyılın sonunda zor bulabilmiştir. Din duygusunun fıtri olduğu, dolayısıyla insanlıktan sökülüp atılamayacağını ve yerine de uydurma şeylerin geçemeyeceğini bulmasına rağmen Batı, yine doğruya yönelememiş, aksine bu sefer de başka bir oyuna başvurmuştur. O da bir yandan inanmanın bir insan hakkı olduğu gerçeğini, zoraki olarak da olsa kabul ederken, bir yandan da geliştirdikleri laik/seküler anlayışla, aslında hayatı düzenlemek üzere gönderilmiş olan dini ve dine ait olanı, önce 'Allah'la kul arasına', sonra da 'insanın kalbine hapsedip' tamamen aklın ve hayatın dışına ittiler. Böylece 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren de laisizm ya da sekülerizm girdabına düşmüş oldular. 'Yarın' ne tür dalgalara yelken açacakları ise, henüz kestirilemez bir durumdur.
Batı aslında bu yaptığıyla, hayatın tamamının yönetilmesini veya yönlendirilmesini, insanda bulunan aklın yani kendilerinin yetki alanı olarak ilan ettiler ve aklı, dolayısıyla insanı da haksız olarak göklere çıkardılar, bir bakıma ilahlaştırdılar. Yine bu tutumuyla Batı, Allah'ın Ulûhiyetinin en önemli özelliklerinden olan hâkimiyet özelliğine tecavüz etmiştir. Ayrıca insanların bir kısmını, diğerlerinin zıddına, tanrılaştırmıştır. Batı, kâinat, hayat ve insanı yaratan, insanı bu âleme halife olarak gönderen, bütün varlıkları ona hizmet ettiren Yüce Yaratıcı'nın hayatı düzenleme, programlama ve kontrol etme hakkını kendilerinde görmeğe ve elde etmiş oldukları bilimsel ve teknolojik güçle insanlığa onu öğle kabul ettirmeğe çalışmıştır. Ayrıca din ve din ile ilgili ne varsa onları da olumsuz propaganda yoluyla ve olanca güçleriyle 'haysiyet cellatlığı' yapıp, onursuz hale getirmeğe çalıştılar.
Batı, 7-12. Yüzyıllarda geliştirip uyguladığımız, 13-14-15.yüzyıllarda da ihraç ettiğimiz bizim Üniversite geleneğimizden de yararlanarak, geliştirdiği yeni üniversite anlayışı, yöntemi ve geleneği ve sanayi devrimiyle beraber, 19 ve 20. Yüzyıllar boyunca evreni inceledi. Bunu incelerken, büyük buluşlar ve keşifler yapmış olmalarına rağmen, hem evrenin, hem de kendilerinin yaratıcısı, bütün ayetleriyle karşılarına çıkmasına rağmen özellikle yok saymış, hatta O'na savaş açmış, O'nun yetkilerini güya gasbetmiş, hatta bazen güya! onun yerine geçmekten de ar etmemişltir. Bu açıdan, Rabb'ül Âleminin kâinat, hayat ve insanın varoluş sebep, süreç ve sunucunu açıklayan, binlerce yıldır, silsile halinde göndermiş olduğu dinlerini yok saymış, o hususlarda ya da her alanda doğruyu, gerçeği, adaleti, güzelliği açıklama hususunda tek yetkilinin kendisi olduğunu ilan etmekten çekinmemiştir.
Kısaca Batı'nın, inanç yönünden geçmiş olduğu aşamaları ve serüvenini sizlerle paylaştık. Burada Batı'nın bağlanıp tutunacağı ya da dayanacağı bir 'değerler silsilesi'nin olmadığını, oradan oraya savrulduğunu' açıkça gördük. Bu durumdaki Batı'nın elinde ne bize ne de insanlığa sunabileceği bir değer ölçüsünün mevcut olmadığını da görmüş olduk. Zaten Batı'nın elinde hiçbir zaman, insanlığa sınacağı bir değer ölçüsünün olmadığı, hayatı, günübirlik yaşadığı da açıkça bilinmektedir.
Son iki asırda, kendi seküler dünyasında ürettiği ve değer olarak insanlığa sunduğu demokrasi, insan hakları, özgürlükler, sosyal adalet ve eşitlik gibi kavramlar ve onların akla getirdiği anlamlar ise, yine Batı'nın elinde bir kamçı, bir kılıç gibi, insanlığın tepesinde sallanmaktadır. Bu kavramlar evrensel gibi sunulmasına rağmen, tamamen görecedir. Yani Batı, kendi içinde bu kavramları, yine belli ölçüde uygularken, kendisinin dışındaki dünyaya, bunları asla uygun görmemektedir. Diğer bir ifadeyle Batı'ya göre, kendi dışındaki insanlık, bu kavramları, bu değerleri ve üretmiş oldukları bilim ve teknolojinin önemli ve kozmik noktalarını öğrenmeyi hak etmiyor. Bunu da dünyanın pek çok yerindeki, özellikle de iki asırdan beri, İslam dünyasının sorunlarına yaklaşımındaki tavrında açıkça görmekteyiz. Şurası bir gerçek ki, Batı'nın tek bir değer ölçüsü vardır, o da insanlığı daha ne kadar ve nasıl sömürebileceğidir. Batı'nın ahlaki yapısı da en az dini yapısı kadar çok çok sorunludur.
İşte İslam ve Batı Kültürlerinin temel çelişkisi buralardadır. Ve bizim bu engin ve muhteşem inancımızı, tarihimizi ve kültürümüzü bize unutturup, Batı'nın bu, en hafif deyimiyle bize hiçbir yönden uygun olmayan kokuşmuş inanç ve kültür yapısını bize empoze etmeğe ve kabul ettirmeğe çalışmaktadırlar. İşte İslam'la ve İslamcılarla bütünleşen halkımız, 150 yıldan beri kendisine kabul ettirilmeğe çalışılan bu kahredici planı kabul etmemiş ve yırtıp atmıştır. Yoksa halkımız, Batı'da üretilen bilim ve teknolojiyi almağa her zaman hazır olarak beklemektedir.
Bütün açıklığı ve çıplaklığıyla bu planı destekleyen, onun daha fazlasıyla uygulanmasını ve Milletimizin inancını tarihini ve kültürünü terk etmesini arzu eden ve bunu için çalışan bir parti vardır ki, seçmeninin de önemli bir bölümü aynı çizgidedir, o parti de CHP'dir. Müslüman halkımız bunu asla unutmamalıdır.
d- Bir Kadro Öncülüğündeki İlk Halk Hareketinin Dinamikleri: -III-
2- İslami Düşünce, Anlayış ve Yaşayışının, Batı Düşünce, Anlayış ve Yaşayışıyla Uyuşmaması:
Yedinci asırda İslam'ın ilan ettiği, din duygusunun fıtri olduğu gerçeğini, Batı, ancak 19. Yüzyılın sonunda zor bulabilmiştir. Din duygusunun fıtri olduğu, dolayısıyla insanlıktan sökülüp atılamayacağını ve yerine de uydurma şeylerin geçemeyeceğini bulmasına rağmen Batı, yine doğruya yönelememiş, aksine bu sefer de başka bir oyuna başvurmuştur. O da bir yandan inanmanın bir insan hakkı olduğu gerçeğini, zoraki olarak da olsa kabul ederken, bir yandan da geliştirdikleri laik/seküler anlayışla, aslında hayatı düzenlemek üzere gönderilmiş olan dini ve dine ait olanı, önce 'Allah'la kul arasına', sonra da 'insanın kalbine hapsedip' tamamen aklın ve hayatın dışına ittiler. Böylece 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren de laisizm ya da sekülerizm girdabına düşmüş oldular. 'Yarın' ne tür dalgalara yelken açacakları ise, henüz kestirilemez bir durumdur.
Batı aslında bu yaptığıyla, hayatın tamamının yönetilmesini veya yönlendirilmesini, insanda bulunan aklın yani kendilerinin yetki alanı olarak ilan ettiler ve aklı, dolayısıyla insanı da haksız olarak göklere çıkardılar, bir bakıma ilahlaştırdılar. Yine bu tutumuyla Batı, Allah'ın Ulûhiyetinin en önemli özelliklerinden olan hâkimiyet özelliğine tecavüz etmiştir. Ayrıca insanların bir kısmını, diğerlerinin zıddına, tanrılaştırmıştır. Batı, kâinat, hayat ve insanı yaratan, insanı bu âleme halife olarak gönderen, bütün varlıkları ona hizmet ettiren Yüce Yaratıcı'nın hayatı düzenleme, programlama ve kontrol etme hakkını kendilerinde görmeğe ve elde etmiş oldukları bilimsel ve teknolojik güçle insanlığa onu öğle kabul ettirmeğe çalışmıştır. Ayrıca din ve din ile ilgili ne varsa onları da olumsuz propaganda yoluyla ve olanca güçleriyle 'haysiyet cellatlığı' yapıp, onursuz hale getirmeğe çalıştılar.
Batı, 7-12. Yüzyıllarda geliştirip uyguladığımız, 13-14-15.yüzyıllarda da ihraç ettiğimiz bizim Üniversite geleneğimizden de yararlanarak, geliştirdiği yeni üniversite anlayışı, yöntemi ve geleneği ve sanayi devrimiyle beraber, 19 ve 20. Yüzyıllar boyunca evreni inceledi. Bunu incelerken, büyük buluşlar ve keşifler yapmış olmalarına rağmen, hem evrenin, hem de kendilerinin yaratıcısı, bütün ayetleriyle karşılarına çıkmasına rağmen özellikle yok saymış, hatta O'na savaş açmış, O'nun yetkilerini güya gasbetmiş, hatta bazen güya! onun yerine geçmekten de ar etmemişltir. Bu açıdan, Rabb'ül Âleminin kâinat, hayat ve insanın varoluş sebep, süreç ve sunucunu açıklayan, binlerce yıldır, silsile halinde göndermiş olduğu dinlerini yok saymış, o hususlarda ya da her alanda doğruyu, gerçeği, adaleti, güzelliği açıklama hususunda tek yetkilinin kendisi olduğunu ilan etmekten çekinmemiştir.
Kısaca Batı'nın, inanç yönünden geçmiş olduğu aşamaları ve serüvenini sizlerle paylaştık. Burada Batı'nın bağlanıp tutunacağı ya da dayanacağı bir 'değerler silsilesi'nin olmadığını, oradan oraya savrulduğunu' açıkça gördük. Bu durumdaki Batı'nın elinde ne bize ne de insanlığa sunabileceği bir değer ölçüsünün mevcut olmadığını da görmüş olduk. Zaten Batı'nın elinde hiçbir zaman, insanlığa sınacağı bir değer ölçüsünün olmadığı, hayatı, günübirlik yaşadığı da açıkça bilinmektedir.
Son iki asırda, kendi seküler dünyasında ürettiği ve değer olarak insanlığa sunduğu demokrasi, insan hakları, özgürlükler, sosyal adalet ve eşitlik gibi kavramlar ve onların akla getirdiği anlamlar ise, yine Batı'nın elinde bir kamçı, bir kılıç gibi, insanlığın tepesinde sallanmaktadır. Bu kavramlar evrensel gibi sunulmasına rağmen, tamamen görecedir. Yani Batı, kendi içinde bu kavramları, yine belli ölçüde uygularken, kendisinin dışındaki dünyaya, bunları asla uygun görmemektedir. Diğer bir ifadeyle Batı'ya göre, kendi dışındaki insanlık, bu kavramları, bu değerleri ve üretmiş oldukları bilim ve teknolojinin önemli ve kozmik noktalarını öğrenmeyi hak etmiyor. Bunu da dünyanın pek çok yerindeki, özellikle de iki asırdan beri, İslam dünyasının sorunlarına yaklaşımındaki tavrında açıkça görmekteyiz. Şurası bir gerçek ki, Batı'nın tek bir değer ölçüsü vardır, o da insanlığı daha ne kadar ve nasıl sömürebileceğidir. Batı'nın ahlaki yapısı da en az dini yapısı kadar çok çok sorunludur.
İşte İslam ve Batı Kültürlerinin temel çelişkisi buralardadır. Ve bizim bu engin ve muhteşem inancımızı, tarihimizi ve kültürümüzü bize unutturup, Batı'nın bu, en hafif deyimiyle bize hiçbir yönden uygun olmayan kokuşmuş inanç ve kültür yapısını bize empoze etmeğe ve kabul ettirmeğe çalışmaktadırlar. İşte İslam'la ve İslamcılarla bütünleşen halkımız, 150 yıldan beri kendisine kabul ettirilmeğe çalışılan bu kahredici planı kabul etmemiş ve yırtıp atmıştır. Yoksa halkımız, Batı'da üretilen bilim ve teknolojiyi almağa her zaman hazır olarak beklemektedir.
Bütün açıklığı ve çıplaklığıyla bu planı destekleyen, onun daha fazlasıyla uygulanmasını ve Milletimizin inancını tarihini ve kültürünü terk etmesini arzu eden ve bunu için çalışan bir parti vardır ki, seçmeninin de önemli bir bölümü aynı çizgidedir, o parti de CHP'dir. Müslüman halkımız bunu asla unutmamalıdır.