“Andolsun, Sebe kavmi için oturduğu yerlerde büyük bir ibret vardır. Biri sağda, diğeri solda iki bahçeleri (vahalar) vardı. (Onlara dedik:) Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. İşte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!” (Sebe 15)
Sebe suresinin devam eden dört ayeti ise şöyledir:
“Onlar (nimete) yüz çevirdiler. Üzerlerine Arim selini gönderdik ve iki bahçeyi acımsı, buruk yemişli ılgın ve biraz da sidir (Arabistan kirazı) bulunan bahçeye çevirdik.
(Nimetlere) Nankörlük ettiklerinden onları cezalandırdık; Biz, nankörleri cezalandırırız.
Onların yurtları ile feyizlendirip mübarek kıldığımız şehirler arasında biri diğerinden görülebilen yerleşim yerleri meydana getirdik; bunlar arasında yürümeyi konaklara ayırdık; geceleri ve gündüzleri güven içinde gezip dolaşın, dedik.
Onlar ise, ‘Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konaklarını uzaklaştır,’ dediler. Böylece (nimetlere) nankörlük ettiler. Biz de (şükürsüzlüklerinden) onları parçalayıp dağıttık ve sonrakilere ibretlik kıssa kıldık. Bu kıssada, çok şükreden, çok sabreden kimseler için öğüt ve ibret vardır.” (Sebe, 16-19)
Sebe, Yemen’de büyük bir şehrin ismi olarak kabul edilmektedir. Sebe şehri Hazreti Süleyman (as) tarafından fethedilmiştir. Sebe’liler, kendilerine ilahî mesaj iletilmiş olmasına karşın, sahip oldukları, birbirine yakın, ulaşımı kolay ve güvenli şehirler, bereketli tarım arazileri ve bol meyveli vahalarla elde ettikleri refah seviyesiyle şımarmışlardı.
Çağımızın ‘nimetle şımaran’ gelişmiş toplumları gibi, Sebe’liler de, Hak dinden uzaklaşmış, nefislerine uyup hayatlarını keyiflerince yaşamaya koyulmuşlardı. İzaha muhtaç bir sosyoloji ve psikolojidir ki, maddi imkânlar arttıkça, insanlarda nankörlük artmakta, Allah’a ve O’nun Hak dinine karşı körlük koyulaşmaktadır.
Sebe’liler de, nimet sarhoşu şımarık kimseler gibi, uçurumun kenarına gelip dayanmışlardı. Sebe şehri yakınlarında, kraliçeleri Belkıs ya da kralları Himyer tarafından yaptırılan bir baraj vardı. Bu barajın patlaması sonucu ortaya çıkan ve Kuran’ın ‘Arim Seli’ ismiyle andığı ‘azap seli’, modern fakat ‘şükürsüz Sebe’nin ve onun etrafındaki cennet örneği vahaların sonunu getirdi.
Sonuç: Kuran ayetlerinden, Sebe’lilerin, nimetlere şükretmek yerine, nankörlük ettiklerini; refah içinde yaşadıkları halde, nimetlerin sahibi Allah’ı hakkıyla takdir edemediklerini; üstüne üstlük, bir de Allah’a karşı, bencilce, çeşitli talepler ileri sürdüklerini görüyoruz. Bu bize, nimet azgını, nimet şımarığı her toplumun, farkında olunsun olunmasın, nifak ve küfür toplumu özelliği kazandığını örnekleyerek, bu noktayı elde eden refah toplumunun zevalini de kendi eliyle hazırladığını ihtar etmektedir.
O gün, barajı görüp Allah’ı görmeyenler, bugün de sebeplerden ötesini görmüyor ve kabul etmek istemiyorlar. Oysa hayat, hayat sahibinindir; hayatta olup biten her şeyin ‘sebeb-i hakikisi’ Allah’tan başkası değildir.
Sebe suresinin devam eden dört ayeti ise şöyledir:
“Onlar (nimete) yüz çevirdiler. Üzerlerine Arim selini gönderdik ve iki bahçeyi acımsı, buruk yemişli ılgın ve biraz da sidir (Arabistan kirazı) bulunan bahçeye çevirdik.
(Nimetlere) Nankörlük ettiklerinden onları cezalandırdık; Biz, nankörleri cezalandırırız.
Onların yurtları ile feyizlendirip mübarek kıldığımız şehirler arasında biri diğerinden görülebilen yerleşim yerleri meydana getirdik; bunlar arasında yürümeyi konaklara ayırdık; geceleri ve gündüzleri güven içinde gezip dolaşın, dedik.
Onlar ise, ‘Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konaklarını uzaklaştır,’ dediler. Böylece (nimetlere) nankörlük ettiler. Biz de (şükürsüzlüklerinden) onları parçalayıp dağıttık ve sonrakilere ibretlik kıssa kıldık. Bu kıssada, çok şükreden, çok sabreden kimseler için öğüt ve ibret vardır.” (Sebe, 16-19)
Sebe, Yemen’de büyük bir şehrin ismi olarak kabul edilmektedir. Sebe şehri Hazreti Süleyman (as) tarafından fethedilmiştir. Sebe’liler, kendilerine ilahî mesaj iletilmiş olmasına karşın, sahip oldukları, birbirine yakın, ulaşımı kolay ve güvenli şehirler, bereketli tarım arazileri ve bol meyveli vahalarla elde ettikleri refah seviyesiyle şımarmışlardı.
Çağımızın ‘nimetle şımaran’ gelişmiş toplumları gibi, Sebe’liler de, Hak dinden uzaklaşmış, nefislerine uyup hayatlarını keyiflerince yaşamaya koyulmuşlardı. İzaha muhtaç bir sosyoloji ve psikolojidir ki, maddi imkânlar arttıkça, insanlarda nankörlük artmakta, Allah’a ve O’nun Hak dinine karşı körlük koyulaşmaktadır.
Sebe’liler de, nimet sarhoşu şımarık kimseler gibi, uçurumun kenarına gelip dayanmışlardı. Sebe şehri yakınlarında, kraliçeleri Belkıs ya da kralları Himyer tarafından yaptırılan bir baraj vardı. Bu barajın patlaması sonucu ortaya çıkan ve Kuran’ın ‘Arim Seli’ ismiyle andığı ‘azap seli’, modern fakat ‘şükürsüz Sebe’nin ve onun etrafındaki cennet örneği vahaların sonunu getirdi.
Sonuç: Kuran ayetlerinden, Sebe’lilerin, nimetlere şükretmek yerine, nankörlük ettiklerini; refah içinde yaşadıkları halde, nimetlerin sahibi Allah’ı hakkıyla takdir edemediklerini; üstüne üstlük, bir de Allah’a karşı, bencilce, çeşitli talepler ileri sürdüklerini görüyoruz. Bu bize, nimet azgını, nimet şımarığı her toplumun, farkında olunsun olunmasın, nifak ve küfür toplumu özelliği kazandığını örnekleyerek, bu noktayı elde eden refah toplumunun zevalini de kendi eliyle hazırladığını ihtar etmektedir.
O gün, barajı görüp Allah’ı görmeyenler, bugün de sebeplerden ötesini görmüyor ve kabul etmek istemiyorlar. Oysa hayat, hayat sahibinindir; hayatta olup biten her şeyin ‘sebeb-i hakikisi’ Allah’tan başkası değildir.