Liderler, hele de çağ açıp kapatmış büyük liderler, genellikle zamandan ve mekândan azade varlıklar gibi düşünülür. Biyografi okumayı pek sevmememizden olsa gerek; onları kendi dünyamızın dışında, başka bir fanusta oluşmuş fenomenler gibi algılarız.
Halbuki öyle değil.
Hatta aslında hemen hemen her liderin yetişme döneminde kurduğu verimli dostluklarla biçim aldığını bile söyleyebiliriz.
Bu bağlamda insanlık tarihini süsleyen harika örnekler var.
Sevgili kızım Doğa’nın üniversitesine sunduğu bir tezde geçiyordu şu ifadeler. Onun izniyle paylaşıyorum:
“(…) Akhilleus (Aşil), kuzeni Patroklos’la öylesine yakın bir dostluk kurmuştu ki mitolojik anlatılara -Homeros’un İlyada’sına- göre Truva’da Patroklos’un ölüm haberini aldığında Aşil’in üzerini haftalarca dağılmayacak kapkara bir yas bulutu kaplamıştı…
Büyük İskender (III. Alexandros), çocukluk arkadaşı ve kendisi imparator olduktan sonraki en değerli generali Hephaesteion’a öyle derin dostluk duygularıyla bağlıydı ki Pers topraklarında savaş arabasıyla geçirdiği kazada ölen o en değerli yoldaşının mezarından uzak olmayı kabullenemediği için Hephaesteion’a bir de Yunanistan’da amphipolis mezarı yaptırdı…
Cengiz Han’ın çocukluk arkadaşı ve kan kardeşi Camuka, Cengiz’in ‘Han’ ünvanını almasından sonra onun mücadele edeceği ilk büyük düşman olsa da Asya’nın Büyük Hanı, askerlerine, ele geçirdiği Camuka hakkında ‘kanının akıtılmadan öldürülmesi’ buyruğunu verdi; çünkü o hala Cengiz’in kan kardeşiydi…
Napoleon’u hayatı boyunca en derinden etkileyen çöküş veya ceza, Beethoven’ın ünlü Üçüncü Senfoni’yi kendisi için bestelemesine rağmen, ihtilalden sonra yeniden İmparator oluşuna kızan besteci tarafından bu ithafın geri alınmasıydı; fakat asıl yıkıcı olan, bu bilgiyi Napolyon’a en yakın arkadaşı Ferdinand Ries’in verecek olmasıydı…
Churchill ile 8.Edward arasındaki derin dostluk ilişkisi…
Keza Gandhi ile kendisine ‘Mahatma’ (Yüce Ruh, Evliya) ünvanını veren Tagore arasındaki çok derin dostluk…”
★★
Bunlar, dünya tarihine yön vermiş, ölümlerinin üzerinden yüzlerce yıl geçmesine karşın adları unutulmamış büyük insanların ‘insanca hikâyelerinden’ geriye kalanlardır.
★★
Evet, onlar insandırlar…
Eriştikleri askeri ya da politik zirvelere rağmen onlar insandırlar ve bütün insanlar gibi ‘kurdukları dostluklarla’ yaşayıp yücelirler; ölümsüzleşirler…
Ama tıpkı sıradan insanların hayatlarındaki gibi büyük insanların hayatlarında da iç içe geçmiş onlarca, yüzlerce dostluk hikâyesinin içerisinde ‘özel bir dost, bir özel yoldaş’ vardır.
O dostluk, sonraki bütün hikâyeleri daha değerli kılar.
İşte tam da öyle bir dostluk örneği…
Nuri Conker ile Mustafa Kemal’in çok bilinmeyen ama çok insani ve çok da etkileyici dostluğu:
“Atatürk’ün manevi kardeşi…
Biliyorsunuz Ata’nın erkek kardeşi yoktu ama kardeşten öte bir arkadaşı vardı: Nuri Conker…
Çocukluk arkadaşı, mahalle, okul, silah ve kader arkadaşıydı.
Ata’ya annesinden ve eşinden başka “Kemal” diye hitap edebilen tek kişiydi. Bir yaş küçüktü Ata’dan. Can yoldaşıydı, sırdaşıydı. Ömrü boyunca her yerde olduğu gibi Conkbayırı’nda da Mustafa Kemal’le omuz omuzaydı, orada şakağından ağır yaralandı.
Mustafa Kemal Paşa'nın göğsünden vurulduğunda saatinin parçalandığı olayı da yine birlikte yaşamışlardı...
Conker soyadını ona Mustafa Kemal Paşa verdi.
Conkbayırı muharebesinin kazanmasından vermişti.. (Conkbayırı birleşik sözcüğünde geçen conk kelimesi ‘bir araya gelip sohbet edip gülüşmek’ anlamına geliyordu. Bu sözcük, Çanakkale ve Balıkesir yörelerinde “conguldaşmak, conklaşmak” şeklinde kullanılıyordu. Çanakkale’nin en kanlı çarpışmalarından birine sahne olan, Nuri’nin büyük kahramanlık gösterdiği Conkbayırı, elbette sohbet edip gülüşmek kavramlarından çok uzaktı ama… Daima neşeli ve hoşsohbet olan Nuri Conker’in karakterini de çok iyi tanımlıyordu)
(Devam edecek…)
Halbuki öyle değil.
Hatta aslında hemen hemen her liderin yetişme döneminde kurduğu verimli dostluklarla biçim aldığını bile söyleyebiliriz.
Bu bağlamda insanlık tarihini süsleyen harika örnekler var.
Sevgili kızım Doğa’nın üniversitesine sunduğu bir tezde geçiyordu şu ifadeler. Onun izniyle paylaşıyorum:
“(…) Akhilleus (Aşil), kuzeni Patroklos’la öylesine yakın bir dostluk kurmuştu ki mitolojik anlatılara -Homeros’un İlyada’sına- göre Truva’da Patroklos’un ölüm haberini aldığında Aşil’in üzerini haftalarca dağılmayacak kapkara bir yas bulutu kaplamıştı…
Büyük İskender (III. Alexandros), çocukluk arkadaşı ve kendisi imparator olduktan sonraki en değerli generali Hephaesteion’a öyle derin dostluk duygularıyla bağlıydı ki Pers topraklarında savaş arabasıyla geçirdiği kazada ölen o en değerli yoldaşının mezarından uzak olmayı kabullenemediği için Hephaesteion’a bir de Yunanistan’da amphipolis mezarı yaptırdı…
Cengiz Han’ın çocukluk arkadaşı ve kan kardeşi Camuka, Cengiz’in ‘Han’ ünvanını almasından sonra onun mücadele edeceği ilk büyük düşman olsa da Asya’nın Büyük Hanı, askerlerine, ele geçirdiği Camuka hakkında ‘kanının akıtılmadan öldürülmesi’ buyruğunu verdi; çünkü o hala Cengiz’in kan kardeşiydi…
Napoleon’u hayatı boyunca en derinden etkileyen çöküş veya ceza, Beethoven’ın ünlü Üçüncü Senfoni’yi kendisi için bestelemesine rağmen, ihtilalden sonra yeniden İmparator oluşuna kızan besteci tarafından bu ithafın geri alınmasıydı; fakat asıl yıkıcı olan, bu bilgiyi Napolyon’a en yakın arkadaşı Ferdinand Ries’in verecek olmasıydı…
Churchill ile 8.Edward arasındaki derin dostluk ilişkisi…
Keza Gandhi ile kendisine ‘Mahatma’ (Yüce Ruh, Evliya) ünvanını veren Tagore arasındaki çok derin dostluk…”
★★
Bunlar, dünya tarihine yön vermiş, ölümlerinin üzerinden yüzlerce yıl geçmesine karşın adları unutulmamış büyük insanların ‘insanca hikâyelerinden’ geriye kalanlardır.
★★
Evet, onlar insandırlar…
Eriştikleri askeri ya da politik zirvelere rağmen onlar insandırlar ve bütün insanlar gibi ‘kurdukları dostluklarla’ yaşayıp yücelirler; ölümsüzleşirler…
Ama tıpkı sıradan insanların hayatlarındaki gibi büyük insanların hayatlarında da iç içe geçmiş onlarca, yüzlerce dostluk hikâyesinin içerisinde ‘özel bir dost, bir özel yoldaş’ vardır.
O dostluk, sonraki bütün hikâyeleri daha değerli kılar.
İşte tam da öyle bir dostluk örneği…
Nuri Conker ile Mustafa Kemal’in çok bilinmeyen ama çok insani ve çok da etkileyici dostluğu:
“Atatürk’ün manevi kardeşi…
Biliyorsunuz Ata’nın erkek kardeşi yoktu ama kardeşten öte bir arkadaşı vardı: Nuri Conker…
Çocukluk arkadaşı, mahalle, okul, silah ve kader arkadaşıydı.
Ata’ya annesinden ve eşinden başka “Kemal” diye hitap edebilen tek kişiydi. Bir yaş küçüktü Ata’dan. Can yoldaşıydı, sırdaşıydı. Ömrü boyunca her yerde olduğu gibi Conkbayırı’nda da Mustafa Kemal’le omuz omuzaydı, orada şakağından ağır yaralandı.
Mustafa Kemal Paşa'nın göğsünden vurulduğunda saatinin parçalandığı olayı da yine birlikte yaşamışlardı...
Conker soyadını ona Mustafa Kemal Paşa verdi.
Conkbayırı muharebesinin kazanmasından vermişti.. (Conkbayırı birleşik sözcüğünde geçen conk kelimesi ‘bir araya gelip sohbet edip gülüşmek’ anlamına geliyordu. Bu sözcük, Çanakkale ve Balıkesir yörelerinde “conguldaşmak, conklaşmak” şeklinde kullanılıyordu. Çanakkale’nin en kanlı çarpışmalarından birine sahne olan, Nuri’nin büyük kahramanlık gösterdiği Conkbayırı, elbette sohbet edip gülüşmek kavramlarından çok uzaktı ama… Daima neşeli ve hoşsohbet olan Nuri Conker’in karakterini de çok iyi tanımlıyordu)
(Devam edecek…)