Balığı ağaca tırmandırarak sınamak, ölçüp değerlendirmek…
Sincabı yüzdürerek…
Ya da kaplumbağayı koşu sınavına sokmak ama çitadan da fare labirentini aşmasını beklemek…
?!?
Tam da öyle bir karikatür var, bilirsiniz.
Gerçekten eğitimci olup veya eğitimden gerçekten anlayıp da böyle saçma bir ölçme-değerlendirme yaklaşımını eleştirmeyen, herhalde yoktur.
Ve fakat değişmiyor durum, pratiği bir türlü değiştiremiyoruz.
Kime sorumluluk verilirse verilsin, tablo aynı tablo, doğal olarak sonuç da hep aynı!
Ya öğrenci çokluğu ya farklı -daha doğrusu öğrenciye göre farklılaştırılmış- sınav uygulamanın ütopikliği ya da eğitim planlamalarında önceliklerin başka oluşu dile getiriliyor.
Aslında hepsi bahane.
Dünyada başka başka ve bizimkinden çok daha akılcı sınav sistemleri var; ama Birleşik Krallık vatandaşı eğitimci dostum sevgili Roderick Stinton’un kulakları çınlasın, ‘Türkiye’de sınav sistemine uygun eğitim sistemi tasarlamak yerine önce bizim, bize ait; Finlandiya’yı Japonya’yı falan filan taklit etmeyen, çağa ve bizim ihtiyaçlarımıza uygun bir eğitim modeli oluşturmamız ve sonra da o eğitim sistemine uyarlanmış gerçekçi bir sınav sistemi kurgulamamız’ lazım.
Demek ki aslında şimdi yapmakta olduğumuz şeye göre tersten ama dünya gerçeklerine göre düzden, doğru yoldan ilerlemek gerekiyor.
‘Sınava göre eğitim sistemi kurgulamak’, daha da kötüsü iktidarlara hatta aynı iktidarın farklı bakanlarına göre milli eğitimin sistemini değiştirmek nedir?
Bu durumdan memnun olan var mıdır?
★★
Her neyse…
Şimdi önümde kısa bir metin var. Gencecik bir öğretmen, Ayşe Sağlam yazmış. Diyor ki sevgili Ayşe öğretmen:
‘Sınıfa bir giriyoruz, karşımızda geleceğin yazarları, çizerleri, oyuncuları, sporcuları, tamircileri, mucitleri, müzisyenleri, işletmecileri, modacıları, yazılımcıları, saç tasarımcıları oturuyor…
Sonra biz derse girip test çözdürerek tümüne ‘tıp’ kazandırmaya çalışılıyoruz.
Oluyor mu?
Olmuyor tabii ki !..’
Bu metni bir sosyal medya paylaşımından okuduktan sonra Ayşe Sağlam’a aynı platform (Instagram) üzerinden ulaşmayı denedim. Ulaşamadım ne yazık ki ama aynı soruyu, kendi sosyal çevremde olup da Ayşe öğretmen gibi düşündüğünü bildiğim, birbirinden değerli okul öncesi, ilkokul, ortaokul, lise öğretmenlerine sordum:
Eğitim veya sınav sistemindeki tutarsızlıkları görüyorsunuz; peki siz neler yapıyorsunuz, neler yaptınız? Çoğunluğa aykırı hangi uygulamanızla eleştirdiğiniz o geleneksel akışı değiştirmeye çalıştınız?
★★
Bu bağlamda eğitim çevresi ve koşullar genellikle olumsuzlukların öne çıktığı şekliyle gözükse de benim aldığım yanıtlar tersine iç açıcı oldu. Birilerinin, bazı mucize öğretmenlerin, her şeye rağmen ‘Böyle gelmiş, böyle gider!’ denen şeyleri usul usul değiştirmekte olduğunu kanıtlar cinstendi bu yanıtlar.
Sadece yakınıp dövünmeyi veya ‘Bana ne!’ demeyi seçenlerin aksine, direnen ve devinen, devindikçe de çevresini değiştiren sıradışı, idealist öğretmenlerin ifadeleri...
İşte o ‘iyi örneklerden’ birkaçı:
Kendi takımımdan bir öğretmen, ‘Önce öğrencilerimi tanımaya çalıştım. Buna olağandan çok daha fazla zaman ayırdım. Gördüm ki sınıfımdaki her öğrencinin bir başkasına hiç benzemeyen özel bir niteliği, bir yeteneği, bir hikâyesi var! Öğrencim, kendisine ait işte o sıradışı özelliğine tutunarak ilerledi. Kimisi yabancı dille, kimisi maket tasarımlarıyla, kimisi bestesiyle, kimisi boş tuali bir mucizeye çeviren bir resimle…’ diye yanıtladı sorumu…
İçim umut doldu, gururlandım.
Çünkü bin kitabı özümsemiş bir yaklaşım bu.
Çok uzaktan bir başka öğretmen dostum, ‘Uygulamalarımı farklılaştırmak konusunda hiç zorlanmadım. Sadece her öğrencimin benim dersimde kendisi olmasına izin verdim; kalıpları kırdım. O kadar! Mesela bir öğrencim, her defasında kendisine o derste geçen konuyla ilgili sorduğum soruyu bana ertesi gün bir çizimle getirmeyi önerdi, kabul ettim. Şimdi elimde kırk güzel çizimden oluşan bir koleksiyon var. Kırk güzel yanıt yani. Salgın günleri sona erdiğinde bunlar güzel bir sergiye dönüşecek…’ dedi soruma karşılık.
Nasıl sevineceğimi bilemedim.
Bir müjdeydi bu.
Ve bir başkası ‘Problem çözümü üzerine kurulu bir dersim var ve ben, neredeyse on yıldır, yani gerçekten öğretmenlik sanatını öğrendiğimi düşündüğüm süreçte, çocuklarıma en başta her problemin birden çok çözüm yolu olduğunu öğretmeye çalıştım. Belki başarmışımdır da… Bu yüzden kim ne derse desin ben klasik sınavlardan hiç vazgeçmedim!’ dediğinde ben de ‘Vay canına, harika!’ dedim.
‘Benim her dersimde doğa, dış dünya, bir biçimde göndermeler veya linkler içerisinde mutlaka yer bulur. Müfredat var, o bir çerçevedir evet; ama onun içini hayal gücümle ve araştırmalarımla zenginleştirmemin, geliştirmemin önünde hiçbir engel yok!’ diyen takım arkadaşıma da ayrıca hayranlık duydum…
İşte tüm bunlar, okulların aslında sadece binalardan, lüks yerleşkelerden, inşaat yatırımlarından ibaret olmadığını, daha doğrusu en yetersiz binaların içinden de en iyi örneklerin çıkabileceğini gösteren somut durumlar, ürünler, uygulamalar...
Ve dahası da var.
Biliyoruz; hem ne diyordu şair ‘Zambaklar, en ıssız yerlerde açar’…
★★
Gerçekten de ‘isteyince oluyor’.
Kim, ne derse desin…
İdealist bir öğretmen, gerçekten isteyince, zaman ayırınca, fedakârlık yapınca; olumsuzluklardan çok fırsatlara ve çözüm yollarına odaklanınca mucizeler gerçekleştirilebiliyor.
Eskiden de öyleydi, şimdi de öyle.
Batıda da öyle doğuda da…
İsteyince oluyor!
En küçük bir kuşkunuz olmasın, geleceğin dünyası nasıl biçimlenirse biçimlensin, koşullar ve konfor nasıl olursa olsun, o dünyada da yine aynısı olacak: Eğitim dünyasında, aslında kendileri birer mucize olan öğretmenlerin tetiklediği ‘mucize gelişmelerle’ ve ‘iyi örneklerle’ hep karşılaşacağız.
Sincabı yüzdürerek…
Ya da kaplumbağayı koşu sınavına sokmak ama çitadan da fare labirentini aşmasını beklemek…
?!?
Tam da öyle bir karikatür var, bilirsiniz.
Gerçekten eğitimci olup veya eğitimden gerçekten anlayıp da böyle saçma bir ölçme-değerlendirme yaklaşımını eleştirmeyen, herhalde yoktur.
Ve fakat değişmiyor durum, pratiği bir türlü değiştiremiyoruz.
Kime sorumluluk verilirse verilsin, tablo aynı tablo, doğal olarak sonuç da hep aynı!
Ya öğrenci çokluğu ya farklı -daha doğrusu öğrenciye göre farklılaştırılmış- sınav uygulamanın ütopikliği ya da eğitim planlamalarında önceliklerin başka oluşu dile getiriliyor.
Aslında hepsi bahane.
Dünyada başka başka ve bizimkinden çok daha akılcı sınav sistemleri var; ama Birleşik Krallık vatandaşı eğitimci dostum sevgili Roderick Stinton’un kulakları çınlasın, ‘Türkiye’de sınav sistemine uygun eğitim sistemi tasarlamak yerine önce bizim, bize ait; Finlandiya’yı Japonya’yı falan filan taklit etmeyen, çağa ve bizim ihtiyaçlarımıza uygun bir eğitim modeli oluşturmamız ve sonra da o eğitim sistemine uyarlanmış gerçekçi bir sınav sistemi kurgulamamız’ lazım.
Demek ki aslında şimdi yapmakta olduğumuz şeye göre tersten ama dünya gerçeklerine göre düzden, doğru yoldan ilerlemek gerekiyor.
‘Sınava göre eğitim sistemi kurgulamak’, daha da kötüsü iktidarlara hatta aynı iktidarın farklı bakanlarına göre milli eğitimin sistemini değiştirmek nedir?
Bu durumdan memnun olan var mıdır?
★★
Her neyse…
Şimdi önümde kısa bir metin var. Gencecik bir öğretmen, Ayşe Sağlam yazmış. Diyor ki sevgili Ayşe öğretmen:
‘Sınıfa bir giriyoruz, karşımızda geleceğin yazarları, çizerleri, oyuncuları, sporcuları, tamircileri, mucitleri, müzisyenleri, işletmecileri, modacıları, yazılımcıları, saç tasarımcıları oturuyor…
Sonra biz derse girip test çözdürerek tümüne ‘tıp’ kazandırmaya çalışılıyoruz.
Oluyor mu?
Olmuyor tabii ki !..’
Bu metni bir sosyal medya paylaşımından okuduktan sonra Ayşe Sağlam’a aynı platform (Instagram) üzerinden ulaşmayı denedim. Ulaşamadım ne yazık ki ama aynı soruyu, kendi sosyal çevremde olup da Ayşe öğretmen gibi düşündüğünü bildiğim, birbirinden değerli okul öncesi, ilkokul, ortaokul, lise öğretmenlerine sordum:
Eğitim veya sınav sistemindeki tutarsızlıkları görüyorsunuz; peki siz neler yapıyorsunuz, neler yaptınız? Çoğunluğa aykırı hangi uygulamanızla eleştirdiğiniz o geleneksel akışı değiştirmeye çalıştınız?
★★
Bu bağlamda eğitim çevresi ve koşullar genellikle olumsuzlukların öne çıktığı şekliyle gözükse de benim aldığım yanıtlar tersine iç açıcı oldu. Birilerinin, bazı mucize öğretmenlerin, her şeye rağmen ‘Böyle gelmiş, böyle gider!’ denen şeyleri usul usul değiştirmekte olduğunu kanıtlar cinstendi bu yanıtlar.
Sadece yakınıp dövünmeyi veya ‘Bana ne!’ demeyi seçenlerin aksine, direnen ve devinen, devindikçe de çevresini değiştiren sıradışı, idealist öğretmenlerin ifadeleri...
İşte o ‘iyi örneklerden’ birkaçı:
Kendi takımımdan bir öğretmen, ‘Önce öğrencilerimi tanımaya çalıştım. Buna olağandan çok daha fazla zaman ayırdım. Gördüm ki sınıfımdaki her öğrencinin bir başkasına hiç benzemeyen özel bir niteliği, bir yeteneği, bir hikâyesi var! Öğrencim, kendisine ait işte o sıradışı özelliğine tutunarak ilerledi. Kimisi yabancı dille, kimisi maket tasarımlarıyla, kimisi bestesiyle, kimisi boş tuali bir mucizeye çeviren bir resimle…’ diye yanıtladı sorumu…
İçim umut doldu, gururlandım.
Çünkü bin kitabı özümsemiş bir yaklaşım bu.
Çok uzaktan bir başka öğretmen dostum, ‘Uygulamalarımı farklılaştırmak konusunda hiç zorlanmadım. Sadece her öğrencimin benim dersimde kendisi olmasına izin verdim; kalıpları kırdım. O kadar! Mesela bir öğrencim, her defasında kendisine o derste geçen konuyla ilgili sorduğum soruyu bana ertesi gün bir çizimle getirmeyi önerdi, kabul ettim. Şimdi elimde kırk güzel çizimden oluşan bir koleksiyon var. Kırk güzel yanıt yani. Salgın günleri sona erdiğinde bunlar güzel bir sergiye dönüşecek…’ dedi soruma karşılık.
Nasıl sevineceğimi bilemedim.
Bir müjdeydi bu.
Ve bir başkası ‘Problem çözümü üzerine kurulu bir dersim var ve ben, neredeyse on yıldır, yani gerçekten öğretmenlik sanatını öğrendiğimi düşündüğüm süreçte, çocuklarıma en başta her problemin birden çok çözüm yolu olduğunu öğretmeye çalıştım. Belki başarmışımdır da… Bu yüzden kim ne derse desin ben klasik sınavlardan hiç vazgeçmedim!’ dediğinde ben de ‘Vay canına, harika!’ dedim.
‘Benim her dersimde doğa, dış dünya, bir biçimde göndermeler veya linkler içerisinde mutlaka yer bulur. Müfredat var, o bir çerçevedir evet; ama onun içini hayal gücümle ve araştırmalarımla zenginleştirmemin, geliştirmemin önünde hiçbir engel yok!’ diyen takım arkadaşıma da ayrıca hayranlık duydum…
İşte tüm bunlar, okulların aslında sadece binalardan, lüks yerleşkelerden, inşaat yatırımlarından ibaret olmadığını, daha doğrusu en yetersiz binaların içinden de en iyi örneklerin çıkabileceğini gösteren somut durumlar, ürünler, uygulamalar...
Ve dahası da var.
Biliyoruz; hem ne diyordu şair ‘Zambaklar, en ıssız yerlerde açar’…
★★
Gerçekten de ‘isteyince oluyor’.
Kim, ne derse desin…
İdealist bir öğretmen, gerçekten isteyince, zaman ayırınca, fedakârlık yapınca; olumsuzluklardan çok fırsatlara ve çözüm yollarına odaklanınca mucizeler gerçekleştirilebiliyor.
Eskiden de öyleydi, şimdi de öyle.
Batıda da öyle doğuda da…
İsteyince oluyor!
En küçük bir kuşkunuz olmasın, geleceğin dünyası nasıl biçimlenirse biçimlensin, koşullar ve konfor nasıl olursa olsun, o dünyada da yine aynısı olacak: Eğitim dünyasında, aslında kendileri birer mucize olan öğretmenlerin tetiklediği ‘mucize gelişmelerle’ ve ‘iyi örneklerle’ hep karşılaşacağız.