‘Deneyim’ dediğimiz şey, tek kullanımlıktır. Birimizin başından geçenler, öbürümüzün hayatına ışık tutmaya yetmez genellikle.
Daha doğrusu, iletişim, kültür, kültürün iletişim malzemeleri aracılığıyla yeni kuşaklara aktarımı ve işte tam da bu bağlamda deneyimler önemlidir; ama çoğu kimse ne yazık ki başkalarının tecrübelerini -zannedildiği ölçüde- dikkate değer bulmaz.
Bu, o deneyimlerin değersiz olduğu göstermez.
Kültür gibi insanî zaafların da kuşaktan kuşağa aktarıldığını gösterir.
Bu yüzden işte ‘Bir müsibet, bin nasihatten evladır!’ diyoruz.
İflah olmaz sağırlığımıza, kuşaktan kuşağa aktardığımız gönüllü cahilliğimize rağmen birbirimize anılar, öyküler, menkıbeler anlatıp duruyoruz. Hani ola ki ‘dinleyen’ kıssadan hisse çıkarır diyoruz, öyle olmasını umuyoruz…
İstisna olsa da -iyi ki- kimi zaman başka hayatlardan kendimize ders çıkarabiliyoruz:
Eşimizin dostumuzun ya da yedi yabancının yaşadığı sıkıntıdan ve bazen de bir mucize kurtuluştan yararlanıp kendi yol haritamızı çizebiliyoruz.
Bazen…
Günümüzün kibir ve ukalalık saçan sayısız çeldiricisi arasında elbette zor; ama gençler işte tam da bu limandan, deneyimlerden yola çıkmayı bir kez daha deneyebilirler:
Hayata merak salan gençler iyi bilmeliler ki medeniyetin görüntüsü, sıkıcı öğütlere göre daha evlâ (daha iyi, öncelikli) olan müsibetlerden ders çıkarmakla değil, başka hayatlardan ve onların bıraktığı izlerden, derslerden yararlanmakla somutlaşıyor…
Buna ‘hayata başlarken en başta öğrenilmesi gereken şeyler’ listesindeki ‘ilk bilgi’ diyelim.
Ve tabii bunun akademik kaynaklarda ‘öğrenmeyi öğrenmek’ olarak adlandırıldığını da aklımızdan çıkarmayalım.
***
Ana dilden ekonomiye kadar sayısız yansımasıyla matematik, kuantum fiziği, küresel ısınmayı durdurabilecek yeni bir kimya projesi, ekolojik devrim, yarını aydınlatmaya yetecek tarih bilinci, sosyoloji ve psikoloji…
Bunlar, okulların sorumluluk alanındaki sayısız ayrıntıdan, onlarca ana daldan sadece birkaçı…
Öte yandan gençlerin mutlaka bilmesi gereken bilgilere -başka bir ifadeyle de okullarda deneyimlenmesini sağlamak zorunda olduklarımıza- birkaç şey daha ekleyebiliriz:
Zira bunu öğrenmemiş çocuklara doğayı kolay kolay sevdiremediğimiz gibi, üretim kültürünü ve tutumluluk bilgisini de ziraatten bî-haber çocuklarda asla içselleştiremiyoruz.
Bunu başaramayınca çocuklarımıza bütçe yönetimi ve yetinme -eskilerin deyimiyle ‘kanaatkarlık’- eğitimi veremiyoruz.
Yaşamak, önlenemez biçimde sürekli yaşlanmaktır. İyi yaşamaksa bir bakıma yaşlanmayı kontrol altında tutabilmektir. Biz bunu öğretemeyince çocuklarımız, sağlıklı ve huzurlu biçimde yaşlanmayı başaramayacaklar ve geleceğin koşullarında -geçmişe oranla çok daha kesif biçimde- her geçen gün daha fazla yalnızlaşacaklar. Zamanın onlara hazırladığı en çarpıcı trajedi bu. Bize düşense onları buna hazırlamak. Tabii eğer bu yazgıyı değiştiremiyorsak…
Bunu öğretemezsek çocuklarımız bir yere ait olmayı, oraya sahip çıkmayı ve özgürlük için oradan yola çıkmayı, hayatları boyunca tam anlamıyla öğrenemiyorlar.
Çünkü basit bir taburenin veya uçurtmanın serüvenini öğrenememiş çocuklar, diğer eşyaların gerçek değerini -ve bazen de değersizliğini- asla öğrenemiyorlar.
Yoksa gençlerimiz, hayatla tek başlarına yüzleşirken sendeliyorlar, özgüvenleri asla zirveyi bulamıyor.
Üniversal eğitimin eşiğindeki her bir öğrenci, uzak yerlerdeki hayatların benzersiz öykülerini öğrenmiş olmalı; ilham veren biyografileri, önyargıları ve genellemeleri ortadan kaldıracak iyi örnekleri tanımalı..
Çünkü dini, kültürel veya etnik bakımdan ‘ötekileştirdiğimiz’ kimseler hakkında önyargılarımızı yıkmanın ve dünyalılaşmanın bilinen, bundan daha iyi bir yolu yok!
***
Şimdi…
Benim listem belki size cazip gelmeyebilir…
Doğaldır, sizinle aynı yaşam görüşüne sahip olmayabiliriz. Öyleyse eğer; şimdi siz de oturup kendi taleplerinizi kendi zihniyetiniz doğrultusunda listeleyebilirsiniz. Fakat muhtemelen sizin listenizde de ‘eğitim sistemimizde gerçek hayat bilgisi öğretilerine daha fazla yer verilmesi gerektiği fikri’ öne çıkacaktır.
Çünkü klasik okul müfredatlarımızda, senelerdir birbirine ulanan revizyonlardan, adaptasyonlardan, inkılâplardan ya da radikal yenilemelerden sonra, ne yazık ki hâlâ eksik olan temel ayrıntı işte bu: Gerçek hayat bilgisi…
Bu eksiği gideremediğimiz için de özeleştiri yaptığımız her ortamda laf dönüp dolaşıp PİSA’ya, Finlandiya modeline geliyor…
Şu veya bu şekilde…
Köklü deneyimlere yaslanan müfredatlar, yüzyılların bilgi birikimi kuşkusuz çok önemli; ama çocuklarımıza hayata dönük bu gerçek bilgilerin de öğretilmesini istiyoruz. Bu bilgilerin aynı zamanda temel etik ve evrensel değerlerle ilgili insani şeyler olduğunu biliyoruz..
(Pusula arşivinden)
Daha doğrusu, iletişim, kültür, kültürün iletişim malzemeleri aracılığıyla yeni kuşaklara aktarımı ve işte tam da bu bağlamda deneyimler önemlidir; ama çoğu kimse ne yazık ki başkalarının tecrübelerini -zannedildiği ölçüde- dikkate değer bulmaz.
Bu, o deneyimlerin değersiz olduğu göstermez.
Kültür gibi insanî zaafların da kuşaktan kuşağa aktarıldığını gösterir.
Bu yüzden işte ‘Bir müsibet, bin nasihatten evladır!’ diyoruz.
İflah olmaz sağırlığımıza, kuşaktan kuşağa aktardığımız gönüllü cahilliğimize rağmen birbirimize anılar, öyküler, menkıbeler anlatıp duruyoruz. Hani ola ki ‘dinleyen’ kıssadan hisse çıkarır diyoruz, öyle olmasını umuyoruz…
İstisna olsa da -iyi ki- kimi zaman başka hayatlardan kendimize ders çıkarabiliyoruz:
Eşimizin dostumuzun ya da yedi yabancının yaşadığı sıkıntıdan ve bazen de bir mucize kurtuluştan yararlanıp kendi yol haritamızı çizebiliyoruz.
Bazen…
Günümüzün kibir ve ukalalık saçan sayısız çeldiricisi arasında elbette zor; ama gençler işte tam da bu limandan, deneyimlerden yola çıkmayı bir kez daha deneyebilirler:
Hayata merak salan gençler iyi bilmeliler ki medeniyetin görüntüsü, sıkıcı öğütlere göre daha evlâ (daha iyi, öncelikli) olan müsibetlerden ders çıkarmakla değil, başka hayatlardan ve onların bıraktığı izlerden, derslerden yararlanmakla somutlaşıyor…
Buna ‘hayata başlarken en başta öğrenilmesi gereken şeyler’ listesindeki ‘ilk bilgi’ diyelim.
Ve tabii bunun akademik kaynaklarda ‘öğrenmeyi öğrenmek’ olarak adlandırıldığını da aklımızdan çıkarmayalım.
***
Ana dilden ekonomiye kadar sayısız yansımasıyla matematik, kuantum fiziği, küresel ısınmayı durdurabilecek yeni bir kimya projesi, ekolojik devrim, yarını aydınlatmaya yetecek tarih bilinci, sosyoloji ve psikoloji…
Bunlar, okulların sorumluluk alanındaki sayısız ayrıntıdan, onlarca ana daldan sadece birkaçı…
Öte yandan gençlerin mutlaka bilmesi gereken bilgilere -başka bir ifadeyle de okullarda deneyimlenmesini sağlamak zorunda olduklarımıza- birkaç şey daha ekleyebiliriz:
- İlkokulu bitiren her öğrenci, bir tohumu küçük bir çiçeğe, bir fidana dönüştürecek kadar temel ziraat deneyimi edinmiş olmalı…
Zira bunu öğrenmemiş çocuklara doğayı kolay kolay sevdiremediğimiz gibi, üretim kültürünü ve tutumluluk bilgisini de ziraatten bî-haber çocuklarda asla içselleştiremiyoruz.
- Yine her ilkokul mezunu, öğrenciliğinde mutlaka geri dönüşüm ve enerji tasarrufu konularında ciddi bir projede, sahada gerçekleşmiş bir takım çalışmasında mutlaka görev üstlenmiş olmalı…
Bunu başaramayınca çocuklarımıza bütçe yönetimi ve yetinme -eskilerin deyimiyle ‘kanaatkarlık’- eğitimi veremiyoruz.
- Her ortaokul öğrencisi, mezun olmadan önce mutlaka yaşlılara yönelik bir sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmiş olmalı…
Yaşamak, önlenemez biçimde sürekli yaşlanmaktır. İyi yaşamaksa bir bakıma yaşlanmayı kontrol altında tutabilmektir. Biz bunu öğretemeyince çocuklarımız, sağlıklı ve huzurlu biçimde yaşlanmayı başaramayacaklar ve geleceğin koşullarında -geçmişe oranla çok daha kesif biçimde- her geçen gün daha fazla yalnızlaşacaklar. Zamanın onlara hazırladığı en çarpıcı trajedi bu. Bize düşense onları buna hazırlamak. Tabii eğer bu yazgıyı değiştiremiyorsak…
- Yine ortaokulu bitiren her öğrenci, bir yabancıyı kendi yaşadığı kentte gezdirecek, ona rehberlik edecek kadar yabancı dil, mimari, tarih ve arkeoloji bilgisine sahip olmalı…
Bunu öğretemezsek çocuklarımız bir yere ait olmayı, oraya sahip çıkmayı ve özgürlük için oradan yola çıkmayı, hayatları boyunca tam anlamıyla öğrenemiyorlar.
- Ve her bir ortaokul mezunu, önüne yığılı tahtalardan, iplerden, bir çakıdan, bir keserden ve bir kutu tutkal ile bir avuç çividen yararlanarak, günlük yaşamda kullanacağı basit bir eşya üretebilmeli…
Çünkü basit bir taburenin veya uçurtmanın serüvenini öğrenememiş çocuklar, diğer eşyaların gerçek değerini -ve bazen de değersizliğini- asla öğrenemiyorlar.
- Her lise mezunu, ailesinden uzakta biraz zaman geçirmeli ve bir kampa ya da yatılı bir etkinliğe katılarak kendi çapında bir ‘survivor’ deneyimi edinmiş olmalı…
Yoksa gençlerimiz, hayatla tek başlarına yüzleşirken sendeliyorlar, özgüvenleri asla zirveyi bulamıyor.
- Ve yine her liseli, okuldan mezun olmadan önce mümkünse en az bir kere yurt dışına çıkmış olmalı. Şair Ataol Behramoğlu’nun ifadesiyle ‘uzak ülkeler çekmeli (gençleri), tanımadığı insanlar…’
Üniversal eğitimin eşiğindeki her bir öğrenci, uzak yerlerdeki hayatların benzersiz öykülerini öğrenmiş olmalı; ilham veren biyografileri, önyargıları ve genellemeleri ortadan kaldıracak iyi örnekleri tanımalı..
Çünkü dini, kültürel veya etnik bakımdan ‘ötekileştirdiğimiz’ kimseler hakkında önyargılarımızı yıkmanın ve dünyalılaşmanın bilinen, bundan daha iyi bir yolu yok!
***
Şimdi…
Benim listem belki size cazip gelmeyebilir…
Doğaldır, sizinle aynı yaşam görüşüne sahip olmayabiliriz. Öyleyse eğer; şimdi siz de oturup kendi taleplerinizi kendi zihniyetiniz doğrultusunda listeleyebilirsiniz. Fakat muhtemelen sizin listenizde de ‘eğitim sistemimizde gerçek hayat bilgisi öğretilerine daha fazla yer verilmesi gerektiği fikri’ öne çıkacaktır.
Çünkü klasik okul müfredatlarımızda, senelerdir birbirine ulanan revizyonlardan, adaptasyonlardan, inkılâplardan ya da radikal yenilemelerden sonra, ne yazık ki hâlâ eksik olan temel ayrıntı işte bu: Gerçek hayat bilgisi…
Bu eksiği gideremediğimiz için de özeleştiri yaptığımız her ortamda laf dönüp dolaşıp PİSA’ya, Finlandiya modeline geliyor…
Şu veya bu şekilde…
Köklü deneyimlere yaslanan müfredatlar, yüzyılların bilgi birikimi kuşkusuz çok önemli; ama çocuklarımıza hayata dönük bu gerçek bilgilerin de öğretilmesini istiyoruz. Bu bilgilerin aynı zamanda temel etik ve evrensel değerlerle ilgili insani şeyler olduğunu biliyoruz..
(Pusula arşivinden)