“Allah; tohumu ve çekirdeği yarıp ölüden diriyi çıkaran ve diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah! Nasıl sapıtıyorsunuz!” (Enam 95)
Hemen şu hakikati ifade etmek isteriz: Ölüm ârızî bir durumdur; zâtî ve irsî olmayıp sonradan hâsıl olur. Rabbimiz, “Ve hüve hayyun la yemut“tur. Bu ifade, Allah’ın ezelî ve ebedî bir hayatı olduğunu ifade etmektedir. Allah’ın bir yaratması olarak varlıkta da esas olan hayattır. Nitekim ‘Hay‘dan gelenin Hû‘ya dönmektedir. “Göklerde ne var, Yerde ne varsa hepsi Allah’ındır; bütün işler de Allaha döndürülür.” (Âl-i İmran 109)
Varlıkların temeli kabul edilen GEN ve DNA yapıları ölümü değil hayatı bize göstermektedir. Hücre sahibi her varlıkta gözüken hayattır. Bir çekirdekte bir ağaç, bir damla nutfe içinde bir insan, bir yumurta da bir kuş saklanmıştır. Fakat şartlar hazır olmadan ne tohum ne nutfe ne de yumurta içindeki hayatı açığa çıkarmayacak; sırrını ifşa etmeyecektir.
Hayat esas olduğuna göre ‘ölü’ nedir? Diri, beslenir ve büyür. Tohumlar, çekirdekler ve nutfeler canlıdır, fakat beslenme ve büyüme hâli olmadığında, toprakla yahut rahimle henüz buluşmadıklarında, ‘ölü’ durumdadırlar. Rahme yahut toprağa (diriliş evlerine) ulaşmadan öylece bin yıl kalsalar, nutfeler içlerinde saklı insanları ve hayvanları, tohumlar ve çekirdekler bitki ve ağaçları, yumurtalar içlerindeki kanatlı hayvanları ortaya çıkarmayacaktır.
Bizzat maddenin yaratılması (ölü yapı) hayatın da başlangıcıdır; çünkü netice itibariyle her varlık maddî bir yapıya sahiptir. Allah; sıvı, katı, her nevi maddeden enva-ı çeşit varlık yaratmaktadır. Bu durum her ân cereyan eden bir hakikattir. Canlılarda hücreler ölüyor ve yeni hücreler yaratılıyor. Her ân ölüden diri, diriden ölü çıkarılıyor! İnsan vücudunda 60 trilyon hücre olduğu ve bu hücrelerin her dakikada 300 milyon tanesinin öldüğü ifade edilmektedir. Eski hücreler ölüyor, yeni hücreler yerini alıyor. Hücre düzeyinde insana bakıldığında şu görülmektedir: Eğer ölen hücrelerin yerine yenileri devreye girmese 4-5 ay içinde insan hayatı sona erecektir. O halde her ân her insanda milyonlarca ölüm ve milyonlarca dirim meydana gelmektedir. Sürekli olarak ölü diriye, diri ölüye dönüşmektedir.
Madde hareket halindeki atom ve moleküllerden oluşmaktadır. Hareket eden her şey enerji kullanır. Rabbimizin bir ismi de Muhyî’dir. Diri ve canlı olmak, yaşamak, manasındadır Muhyi. Hayat, ve hayatın kullandığı enerji Hayy’dan gelir; dirilten ve yaşatan, Allah’tır. Hayatı yaratan, ona can veren, öldüren, tekrar dirilten O’dur. Allah, her ân bir şeyi başka bir şeyden üretip çıkarır. Mesela: Yağmur vasıtasıyla topraktan her türlü bitki ve besinin, bebeğin, anne karnından, ölülerin kabirlerinden diri olarak çıkarılması gibi. Nutfeden canlı varlığın, canlı varlıktan nutfenin çıkarılması, çekirdekten ağacın, ağaçtan çekirdeğin veya kâfirden müminin ve müminden kâfirin çıkarılması gibi.
Maddenin atomik ve hücre seviyesinden çıkıp varlık kazandığı, elbise giymiş haline bakıp şu değerlendirmeyi yapabiliriz: Salatalık, kavun, karpuz, kabak, domates, patlıcan, mısır, biber, ayçiçeği, fasulye, bezelye, ıspanak, maydanoz, turp, şalgam, lâhana vb. bitki ve sebze tohumlarını, diğer binlerce çiçek, bitki, hatta ceviz, fındık, badem vb. ağaç tohumlarını ve insan-hayvan nutfeleri, kuşların yumurtaları, raflarda bir sene yahut bin sene ya da sonsuz yıl bekletilse, onlardaki saklı hayatlar bitki, sebze, çiçek, ağaç, hayvan ve insan olarak ortaya çıkamayacaktır. O halde toprakla ve rahîmle buluşmayan tohum, kendi başına, ölüm uykusundadır. Allah, ölü durumdaki tohuma toprak ve rahîm imkânı ile hayat bahşetmektedir. Rahme konulan nutfe burada uyanmakta ve belli bir süre sonra insan, at, eşek, deve, fil, sıçan, kedi, köpek, kurbağa, aslan, ayı, inek, koyun, keçi vb. bir kimlikle, rahîmden (diriliş evinden) dışarı çıkıp hayata iştirak etmektedir. Aynı şekilde toprağın koynuna (diriliş evine) giren tohumlar önce tamamen çürüyerek enva-i çeşit renk, koku ve tatta bitki, sebze ve meyve olmak üzere topraktan yeni bir hayatla dışarı çıkmaktadır. Yumurtalar da öyledir; tavuklar, kazlar, ördekler, kartallar, serçeler, kumrular, bülbüller, kargalar, çaylaklar, atmacalar vd. annelerinin sıcak karın altlarında (diriliş evi) tanzim edilmiş bir sürede kabukları çatlatıp hayata iştirak etmektedirler; her biri ölü iken dirilmektedir. Bu, Cenab-ı Hakkın bir fiilidir; toprağın yahut rahmin bir fiili değildir. Tanelerde, çekirdeklerde, nutfelerde gizli varlıkları hayat sahnesine çıkaran Allahtır.
Ölü durumdaki tohumlar, çekirdekler, yumurtalar, nutfeler içinde taşıdıkları bitki, hayvan ve insan nesillerini Allah’ın emriyle hayata salıverirken aynı zamanda her biri sosyal ve fiziki çevreyle de irtibata geçmektedir. Her cins kendi cinsini bilip onlara koşmakta, kendi kedilerle, köpek köpeklerle, aslan aslanlarla, sıçan sıçanlarla… İnsanlar kavim kavim kümeleşirken, arılar çiçeklere, ördek yavruları sulara koşmakta, kuşlar kanatlarıyla gökleri fethetmekte… Öyle ise bir tek tohumun, bir tek çekirdeğin, bir damla nutfenin bütün bir kâinatla irtibatı vardır. Bir şey her şeyle ilgilidir ve her şey aynı zamanda tek bir şeyle ilgilidir. Zahiren sonsuz sayıdaki renk, koku, tat, biçim vs. özellikteki bitki, hayvan ve insan varlıkları aslında yekpare bir varlık gibi hareket etmektedir. Bu haller varlıkların bilinçlerine tekabül etmemektedir; varlığın ve varlığın tabi olduğu hayatın yaratıcısı ve sürdürücüsü Allahtır.
Ahireti de böyle bir tarla kabul edebiliriz; insanlar, ölüm yoluyla ahirete intikal ederler ve ahiret toprağında yeniden, bir anne rahmine artık ihtiyaç duymadan, ilk insanın, Âdem’in yaratılışında olduğu gibi, ebedî olarak dirilirler. Ahiret, ölü insanların dirilmesi için bir imkândır. Allah bir tohum için bir dünya yaratıyorsa ‘eşref-i mahlûku’ olan insan için elbette bir Ahiret hayatı yaratacaktır.
Sonuç: Bitkilerin hayvanların ve insanların genetik yapılarındaki programların patenti Allah’a aittir. Kimse sahip çıkamaz. Bitki, hayvan ve insan Allah’ı ve O Yüce Yaratıcının kavranılamaz ilim ve kudretini bize gösterir. Allah’ın melek, şeytan ve cin gibi daha nice varlıkları vardır; onlara dair bilgilerimiz ise çok sınırlıdır. Mahiyeti nasıl olursa olsun her varlık hayat sahnesine gelmeden cansızdır, fakat hayata canlı olarak katılırlar. Bir nutfe düşünün; bir su damlası, fakat onun içinde bir insan gizlidir! Bir damla ölü sudan hayat sahibi bir insan yaratılıyor. O hayat sahibi insan kendisi ölürken nesli, aktarmayı başardığı nutfe ile, devam etmektedir. O halde şu hüküm cümlesini yazabiliriz: Herkes müsterih olmalıdır; hayat bâkidir. Fakat Allah Teâlâ’nın Cenneti var, Cehennemi var ve her biri hayat sahipleriyle dolacaktır.
Hemen şu hakikati ifade etmek isteriz: Ölüm ârızî bir durumdur; zâtî ve irsî olmayıp sonradan hâsıl olur. Rabbimiz, “Ve hüve hayyun la yemut“tur. Bu ifade, Allah’ın ezelî ve ebedî bir hayatı olduğunu ifade etmektedir. Allah’ın bir yaratması olarak varlıkta da esas olan hayattır. Nitekim ‘Hay‘dan gelenin Hû‘ya dönmektedir. “Göklerde ne var, Yerde ne varsa hepsi Allah’ındır; bütün işler de Allaha döndürülür.” (Âl-i İmran 109)
Varlıkların temeli kabul edilen GEN ve DNA yapıları ölümü değil hayatı bize göstermektedir. Hücre sahibi her varlıkta gözüken hayattır. Bir çekirdekte bir ağaç, bir damla nutfe içinde bir insan, bir yumurta da bir kuş saklanmıştır. Fakat şartlar hazır olmadan ne tohum ne nutfe ne de yumurta içindeki hayatı açığa çıkarmayacak; sırrını ifşa etmeyecektir.
Hayat esas olduğuna göre ‘ölü’ nedir? Diri, beslenir ve büyür. Tohumlar, çekirdekler ve nutfeler canlıdır, fakat beslenme ve büyüme hâli olmadığında, toprakla yahut rahimle henüz buluşmadıklarında, ‘ölü’ durumdadırlar. Rahme yahut toprağa (diriliş evlerine) ulaşmadan öylece bin yıl kalsalar, nutfeler içlerinde saklı insanları ve hayvanları, tohumlar ve çekirdekler bitki ve ağaçları, yumurtalar içlerindeki kanatlı hayvanları ortaya çıkarmayacaktır.
Bizzat maddenin yaratılması (ölü yapı) hayatın da başlangıcıdır; çünkü netice itibariyle her varlık maddî bir yapıya sahiptir. Allah; sıvı, katı, her nevi maddeden enva-ı çeşit varlık yaratmaktadır. Bu durum her ân cereyan eden bir hakikattir. Canlılarda hücreler ölüyor ve yeni hücreler yaratılıyor. Her ân ölüden diri, diriden ölü çıkarılıyor! İnsan vücudunda 60 trilyon hücre olduğu ve bu hücrelerin her dakikada 300 milyon tanesinin öldüğü ifade edilmektedir. Eski hücreler ölüyor, yeni hücreler yerini alıyor. Hücre düzeyinde insana bakıldığında şu görülmektedir: Eğer ölen hücrelerin yerine yenileri devreye girmese 4-5 ay içinde insan hayatı sona erecektir. O halde her ân her insanda milyonlarca ölüm ve milyonlarca dirim meydana gelmektedir. Sürekli olarak ölü diriye, diri ölüye dönüşmektedir.
Madde hareket halindeki atom ve moleküllerden oluşmaktadır. Hareket eden her şey enerji kullanır. Rabbimizin bir ismi de Muhyî’dir. Diri ve canlı olmak, yaşamak, manasındadır Muhyi. Hayat, ve hayatın kullandığı enerji Hayy’dan gelir; dirilten ve yaşatan, Allah’tır. Hayatı yaratan, ona can veren, öldüren, tekrar dirilten O’dur. Allah, her ân bir şeyi başka bir şeyden üretip çıkarır. Mesela: Yağmur vasıtasıyla topraktan her türlü bitki ve besinin, bebeğin, anne karnından, ölülerin kabirlerinden diri olarak çıkarılması gibi. Nutfeden canlı varlığın, canlı varlıktan nutfenin çıkarılması, çekirdekten ağacın, ağaçtan çekirdeğin veya kâfirden müminin ve müminden kâfirin çıkarılması gibi.
Maddenin atomik ve hücre seviyesinden çıkıp varlık kazandığı, elbise giymiş haline bakıp şu değerlendirmeyi yapabiliriz: Salatalık, kavun, karpuz, kabak, domates, patlıcan, mısır, biber, ayçiçeği, fasulye, bezelye, ıspanak, maydanoz, turp, şalgam, lâhana vb. bitki ve sebze tohumlarını, diğer binlerce çiçek, bitki, hatta ceviz, fındık, badem vb. ağaç tohumlarını ve insan-hayvan nutfeleri, kuşların yumurtaları, raflarda bir sene yahut bin sene ya da sonsuz yıl bekletilse, onlardaki saklı hayatlar bitki, sebze, çiçek, ağaç, hayvan ve insan olarak ortaya çıkamayacaktır. O halde toprakla ve rahîmle buluşmayan tohum, kendi başına, ölüm uykusundadır. Allah, ölü durumdaki tohuma toprak ve rahîm imkânı ile hayat bahşetmektedir. Rahme konulan nutfe burada uyanmakta ve belli bir süre sonra insan, at, eşek, deve, fil, sıçan, kedi, köpek, kurbağa, aslan, ayı, inek, koyun, keçi vb. bir kimlikle, rahîmden (diriliş evinden) dışarı çıkıp hayata iştirak etmektedir. Aynı şekilde toprağın koynuna (diriliş evine) giren tohumlar önce tamamen çürüyerek enva-i çeşit renk, koku ve tatta bitki, sebze ve meyve olmak üzere topraktan yeni bir hayatla dışarı çıkmaktadır. Yumurtalar da öyledir; tavuklar, kazlar, ördekler, kartallar, serçeler, kumrular, bülbüller, kargalar, çaylaklar, atmacalar vd. annelerinin sıcak karın altlarında (diriliş evi) tanzim edilmiş bir sürede kabukları çatlatıp hayata iştirak etmektedirler; her biri ölü iken dirilmektedir. Bu, Cenab-ı Hakkın bir fiilidir; toprağın yahut rahmin bir fiili değildir. Tanelerde, çekirdeklerde, nutfelerde gizli varlıkları hayat sahnesine çıkaran Allahtır.
Ölü durumdaki tohumlar, çekirdekler, yumurtalar, nutfeler içinde taşıdıkları bitki, hayvan ve insan nesillerini Allah’ın emriyle hayata salıverirken aynı zamanda her biri sosyal ve fiziki çevreyle de irtibata geçmektedir. Her cins kendi cinsini bilip onlara koşmakta, kendi kedilerle, köpek köpeklerle, aslan aslanlarla, sıçan sıçanlarla… İnsanlar kavim kavim kümeleşirken, arılar çiçeklere, ördek yavruları sulara koşmakta, kuşlar kanatlarıyla gökleri fethetmekte… Öyle ise bir tek tohumun, bir tek çekirdeğin, bir damla nutfenin bütün bir kâinatla irtibatı vardır. Bir şey her şeyle ilgilidir ve her şey aynı zamanda tek bir şeyle ilgilidir. Zahiren sonsuz sayıdaki renk, koku, tat, biçim vs. özellikteki bitki, hayvan ve insan varlıkları aslında yekpare bir varlık gibi hareket etmektedir. Bu haller varlıkların bilinçlerine tekabül etmemektedir; varlığın ve varlığın tabi olduğu hayatın yaratıcısı ve sürdürücüsü Allahtır.
Ahireti de böyle bir tarla kabul edebiliriz; insanlar, ölüm yoluyla ahirete intikal ederler ve ahiret toprağında yeniden, bir anne rahmine artık ihtiyaç duymadan, ilk insanın, Âdem’in yaratılışında olduğu gibi, ebedî olarak dirilirler. Ahiret, ölü insanların dirilmesi için bir imkândır. Allah bir tohum için bir dünya yaratıyorsa ‘eşref-i mahlûku’ olan insan için elbette bir Ahiret hayatı yaratacaktır.
Sonuç: Bitkilerin hayvanların ve insanların genetik yapılarındaki programların patenti Allah’a aittir. Kimse sahip çıkamaz. Bitki, hayvan ve insan Allah’ı ve O Yüce Yaratıcının kavranılamaz ilim ve kudretini bize gösterir. Allah’ın melek, şeytan ve cin gibi daha nice varlıkları vardır; onlara dair bilgilerimiz ise çok sınırlıdır. Mahiyeti nasıl olursa olsun her varlık hayat sahnesine gelmeden cansızdır, fakat hayata canlı olarak katılırlar. Bir nutfe düşünün; bir su damlası, fakat onun içinde bir insan gizlidir! Bir damla ölü sudan hayat sahibi bir insan yaratılıyor. O hayat sahibi insan kendisi ölürken nesli, aktarmayı başardığı nutfe ile, devam etmektedir. O halde şu hüküm cümlesini yazabiliriz: Herkes müsterih olmalıdır; hayat bâkidir. Fakat Allah Teâlâ’nın Cenneti var, Cehennemi var ve her biri hayat sahipleriyle dolacaktır.