Son zamanlarda bazı İlahiyat hocalarından İslam milletinin hangi sorununa cevap olarak ortaya atıldığı anlaşılamayan aksine din adına bazı tereddütlerin ve soruların ortaya çıkmasına yol açan sözler işitiliyor. Bu hocalara Diyanet İşleri Başkanlığı ve bazı sivil din âlimleri cevaplar veriyor.
Prensip olarak isim vererek insanları yazılarıma konu yapmamaya çalışırım. Sadece görüşün kime ait olduğunu ifade etmek bağlamında isimlerini edep ve saygı içerisinde anmak durumunda kalıyorum.
Bu yazıda da, son dönemdeki bazı fikirleri nedeniyle medyada eleştirilere hedef olan Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün ismini, biz de, fikirleri nedeniyle anmak zorunda kalacağız. Şahsıyla bir alıp veremediğimiz yoktur. Sayın Öztürk, Karar Gazetesi’ndeki köşesinde ruhî ve bedenî rahatsızlıkları olduğunu da ifade etmiştir ki, kendisine Allah’tan samimi şifa diliyorum.
Hayatlarını İslamî tedrisat ile geçirmiş bazı Hocalar, ahir ömürlerinde Müslümanları rahatsız eden ve onların itikatlarında şüpheler uyandıran fikirler ileri sürüyorlar. İsimlerini tek tek zikretmeye gerek görmüyoruz, çünkü kamuoyu bu insanları zaten tanıyor, biliyor. Fakat bu görüşler tek tek ele alındığında görülüyor ki Müslümanların hayat pratiklerine tekabül eden bir içerikten yoksundur, aksine itikada zarar verecek mahiyetlere sahiptirler.
Bu yazıda Prof. Dr. Mustafa Öztürk Hoca’nın Kuran ve bu bağlamda Hz. Muhammed (sav)’in rolüyle ilgili tartışılan fikirlerini kısaca gösterecek ve bazı sorular yönelteceğiz.
Öztürk Hoca, 15 Aralık 2018 tarihli Karar Gazetesi’ndeki köşesinde yer alan “Kur’an vahyinin inzal keyfiyetine dair görüş tercihim.” Başlıklı yazısında hem fikrini tekâmül ettirerek açıklıyor hem de bu ve diğer fikirleri için kendisine eleştiri yönelten Müslümanları başındaki püsküllü bela (!) olarak nitelendiriyor. Fakat kendisi ilim kisvesinin arkasına gizlenip atıp tutmalarıyla Müslümanların başına nasıl bir püsküllü bela olduğunu göremiyor ve görmek istemiyor.
Hoca, kendisini savunurken, “İrticali konuşma sırasında insan meramını tam anlatamayabilir veya maksadını aşar tarzda anlaşılabilecek ifadeler kullanabilir; ancak bu tür ifadelerden hareketle bir Müslümanı ‘ayet/sure inkârcısı’ diye yaftalamak insaf ölçüsüyle bağdaştırılabilir bir tavır değildir,” diyor.
Doğru da, bu, bir din âlimi için bir savunma olamaz. Kendilerini nerdeyse asrın müceddidi gören ve tabiri caizse, burularından kıl aldırmayanların, dara-zara düşünce, bu tür yakınmaları ve bir çeşit ‘özür’ beyanları, aslında dini konulardaki lakaytlıklarını gösteren birer acınası örnektir.
Gelelim tartışmaya sebep olan, kimi şahıs ve kaynaklara da dayandırdığı, tartışmalı görüşüne:
“Kur’an’ın Allah kelamı olduğu İslam dairesi içinde tartışmaya açık bir konu değildir. Kur’an elbette ilâhî bir vahiydir. Ancak vahyin nüzul-inzal keyfiyeti ve Hz. Peygamber’e intikal şekli öteden beri tartışılan bir meseledir… Bizim tercih ettiğimiz görüşe göre, Cebrail Kur’an vahyini özellikle salt manalar (mefhumlar) olarak indirmiş; Rasûlullah bu manaları bellemiş ve Arap dilinin ifade kalıplarına kendisi döküvermiştir…” Diyanet İşleri Başkanlığı ise bu görüşte değil. Diyanet, yaptığı kısa açıklamada şöyle diyor: “Kur’an-ı Kerim’in lafız ve manasıyla Allah’ın kelamı olduğu hususunda tereddüt yoktur.” Yanisi şu: Öztürk’e göre Kuran’ın manası Allah’a lafzı Hz. Muhammed’e aittir; Diyanet’e göre lafız da mana da Allah’a aittir!”
Şimdi biz gazeteciyiz ya yok aklımızla Sayın Öztürk Hoca’ya soralım:
-Bu görüşünüz ile İslam’ın ve Müslümanların hangi sorununu çözmek istiyorsunuz?
-Görüşünüzün nihai gayesi ve neticesi nedir?
-Eğer Kuran’ın manası Rabbimize ait ve lafzı Hz. Muhammed (sav)’e aitse;
-Hz. Muhammed, okuryazar değildi, Arap dilbilimi hakkında mütehassıs bir zat olduğuna dair bir kaynak da yok. Kuran’ın üslubu ve icazı Hz. Peygambere mi aittir?
-Peki, Hz. Peygamberin bir de beşer yönü var; gelen manaları ayetleştirip Arapça cümlelere dökerken, mana kayıpları olmuş mudur?
-Kuran’daki manaları (ayet) getirirken Cibril’in fonksiyonu neydi?
-Cibril manaları (Kuran) bir lisanla mı Efendimizin kalbine bırakıyordu, yoksa vahiy bir ilhamıydı?
-Peygamberimiz manaları ayetler haline getirirken yaşadığı hadiselerden etkilenmiş olabilir mi?
-O halde, sizin tercih ettiğiniz görüşe göre, manaları anladıktan sonra, lafız muhafazakârlığı gereksiz hale mi gelecektir?
-Hatta bazı ayetler, manalara uygun, yeniden lafızlandırılamaz mı?!
Daha pek çok soru sorulabilir. Son soru şu olmalıdır:
-Müslümanların hiçbir sorununu çözmeye yaramayan bu tür iddialar fitne midir değil midir? Fitne değilse, fitne nedir?
Prensip olarak isim vererek insanları yazılarıma konu yapmamaya çalışırım. Sadece görüşün kime ait olduğunu ifade etmek bağlamında isimlerini edep ve saygı içerisinde anmak durumunda kalıyorum.
Bu yazıda da, son dönemdeki bazı fikirleri nedeniyle medyada eleştirilere hedef olan Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün ismini, biz de, fikirleri nedeniyle anmak zorunda kalacağız. Şahsıyla bir alıp veremediğimiz yoktur. Sayın Öztürk, Karar Gazetesi’ndeki köşesinde ruhî ve bedenî rahatsızlıkları olduğunu da ifade etmiştir ki, kendisine Allah’tan samimi şifa diliyorum.
Hayatlarını İslamî tedrisat ile geçirmiş bazı Hocalar, ahir ömürlerinde Müslümanları rahatsız eden ve onların itikatlarında şüpheler uyandıran fikirler ileri sürüyorlar. İsimlerini tek tek zikretmeye gerek görmüyoruz, çünkü kamuoyu bu insanları zaten tanıyor, biliyor. Fakat bu görüşler tek tek ele alındığında görülüyor ki Müslümanların hayat pratiklerine tekabül eden bir içerikten yoksundur, aksine itikada zarar verecek mahiyetlere sahiptirler.
Bu yazıda Prof. Dr. Mustafa Öztürk Hoca’nın Kuran ve bu bağlamda Hz. Muhammed (sav)’in rolüyle ilgili tartışılan fikirlerini kısaca gösterecek ve bazı sorular yönelteceğiz.
Öztürk Hoca, 15 Aralık 2018 tarihli Karar Gazetesi’ndeki köşesinde yer alan “Kur’an vahyinin inzal keyfiyetine dair görüş tercihim.” Başlıklı yazısında hem fikrini tekâmül ettirerek açıklıyor hem de bu ve diğer fikirleri için kendisine eleştiri yönelten Müslümanları başındaki püsküllü bela (!) olarak nitelendiriyor. Fakat kendisi ilim kisvesinin arkasına gizlenip atıp tutmalarıyla Müslümanların başına nasıl bir püsküllü bela olduğunu göremiyor ve görmek istemiyor.
Hoca, kendisini savunurken, “İrticali konuşma sırasında insan meramını tam anlatamayabilir veya maksadını aşar tarzda anlaşılabilecek ifadeler kullanabilir; ancak bu tür ifadelerden hareketle bir Müslümanı ‘ayet/sure inkârcısı’ diye yaftalamak insaf ölçüsüyle bağdaştırılabilir bir tavır değildir,” diyor.
Doğru da, bu, bir din âlimi için bir savunma olamaz. Kendilerini nerdeyse asrın müceddidi gören ve tabiri caizse, burularından kıl aldırmayanların, dara-zara düşünce, bu tür yakınmaları ve bir çeşit ‘özür’ beyanları, aslında dini konulardaki lakaytlıklarını gösteren birer acınası örnektir.
Gelelim tartışmaya sebep olan, kimi şahıs ve kaynaklara da dayandırdığı, tartışmalı görüşüne:
“Kur’an’ın Allah kelamı olduğu İslam dairesi içinde tartışmaya açık bir konu değildir. Kur’an elbette ilâhî bir vahiydir. Ancak vahyin nüzul-inzal keyfiyeti ve Hz. Peygamber’e intikal şekli öteden beri tartışılan bir meseledir… Bizim tercih ettiğimiz görüşe göre, Cebrail Kur’an vahyini özellikle salt manalar (mefhumlar) olarak indirmiş; Rasûlullah bu manaları bellemiş ve Arap dilinin ifade kalıplarına kendisi döküvermiştir…” Diyanet İşleri Başkanlığı ise bu görüşte değil. Diyanet, yaptığı kısa açıklamada şöyle diyor: “Kur’an-ı Kerim’in lafız ve manasıyla Allah’ın kelamı olduğu hususunda tereddüt yoktur.” Yanisi şu: Öztürk’e göre Kuran’ın manası Allah’a lafzı Hz. Muhammed’e aittir; Diyanet’e göre lafız da mana da Allah’a aittir!”
Şimdi biz gazeteciyiz ya yok aklımızla Sayın Öztürk Hoca’ya soralım:
-Bu görüşünüz ile İslam’ın ve Müslümanların hangi sorununu çözmek istiyorsunuz?
-Görüşünüzün nihai gayesi ve neticesi nedir?
-Eğer Kuran’ın manası Rabbimize ait ve lafzı Hz. Muhammed (sav)’e aitse;
-Hz. Muhammed, okuryazar değildi, Arap dilbilimi hakkında mütehassıs bir zat olduğuna dair bir kaynak da yok. Kuran’ın üslubu ve icazı Hz. Peygambere mi aittir?
-Peki, Hz. Peygamberin bir de beşer yönü var; gelen manaları ayetleştirip Arapça cümlelere dökerken, mana kayıpları olmuş mudur?
-Kuran’daki manaları (ayet) getirirken Cibril’in fonksiyonu neydi?
-Cibril manaları (Kuran) bir lisanla mı Efendimizin kalbine bırakıyordu, yoksa vahiy bir ilhamıydı?
-Peygamberimiz manaları ayetler haline getirirken yaşadığı hadiselerden etkilenmiş olabilir mi?
-O halde, sizin tercih ettiğiniz görüşe göre, manaları anladıktan sonra, lafız muhafazakârlığı gereksiz hale mi gelecektir?
-Hatta bazı ayetler, manalara uygun, yeniden lafızlandırılamaz mı?!
Daha pek çok soru sorulabilir. Son soru şu olmalıdır:
-Müslümanların hiçbir sorununu çözmeye yaramayan bu tür iddialar fitne midir değil midir? Fitne değilse, fitne nedir?