PS…
Heyecanlanmayın gençler. Bu PS, Play Station değil !
Professional Surveyor, Paddie Steamer, Parametric Stereo ya da PostScript de değil !..
PS, ‘Pandemiden Sonra’nın kısaltması.
Tıpkı Milattan Sonra (MS) deyişimiz gibi. Bu yazıda kullanmak için uydurduğum zamansal bir kısaltma, bir terim.
***
Biliyorsunuz, fütüristler harıl harıl çalışıyorlar şu ara.
Muhtemelen yaşarken tanık olduğumuz bu en derin sosyolojik kırılmanın -eğer görebilirsek- sonrasında; ekonomide ve sağlıkta, eğitimde ve güvenlikte, uluslararası ilişkilerde, sporda, sanatta ve yaşamın diğer bütün alanlarında ‘Gelecek nasıl gelecek?’ sorusuna yanıt aranıyor.
Önceden de karşımızda bunun türevi sayılabilecek sorular vardı ve çokça öngörüler yapılıyordu. Onların bir kısmının tuttuğunu, gerçeğe dönüştüğünü söylemek bile mümkün.
Bazı filmler, bazı romanlar, bazı ünlü kehanetler…
Ama pandeminin doğurduğu sınır tanımaz etkiye bakıp ‘Yok, bu kadarını Profesör Michio Kaku bile öngörememişti’ desek yeri var.
Düşünsenize, Dünya sadece 90 günde nasıl başdöndürücü biçimde değişti…
Ve kısa, orta, uzun vadelerde daha nasıl değişecek?
***
PS (Pandemiden Sonra) birçok şeyin artık eskisi gibi olmayacağını biliyoruz.
Bu bağlamda öngörülenler ile umulanlar arasında bir senkron hayal ediyoruz. Başka bir deyişle ‘başımıza gelecekler’ ile ‘keşke öyle olsa dediklerimiz’ arasında bir kıyaslama, bir geçiş, bir ‘acaba olur mu sorgulaması’ durumundayız.
Hepimiz ama…
Bilim insanı, bilim karşıtı, beyaz yakalılar, yeni yüzyılın ruhban sınıfı, AVM sahibi, hastane müteahhiti, milletvekili, emekçi, memur, herkes, hepimiz…
‘Acaba o kaçınılmaz değişim, beni mutlu edecek bir değişim olur mu? Yoksa yine gelen, gideni aratır mı?‘ diye kaygılanıyoruz.
Böyleyken benim de düşünen sivil bir dünya vatandaşı olarak PS’de ‘Şu, keşke şöyle değişse!’ diye ‘dilek tuttuğum’ birkaç şey var:
İnsan yaşamının devamıyla ilgili olmadığı için size biraz tuhaf gelebilir ama ben PS’den sonra tüm dünyada ilk ve en derin değişimin eğitim alanında yaşanmasını umuyorum.
Daha doğrusu diliyorum.
Diliyorum ki ülkemde ve tüm dünyada eğitim, paralı-parasız eğitim veya demokratik-antidemokratik eğitim polemikleri arasında slalom yapmayı artık aşmış olur, başka bir aşamaya geçmiş olur ve ‘meritokratik eğitim anlayışı’ biz dahil tüm ülkelerin eğitim sistemlerine egemen olur!
Soruyu duydum:
‘Meritokratik eğitim mi, o da ne?’ dediniz.
Sözlükleri karıştıralım hemen…
Önce ‘Meritokrasi’: Latince kökenli ‘meritum’ ve ‘krasi’ kelimelerinin birleşimiyle oluşturulmuş bir siyasal bilimler terimi. Meritum, ‘yeterli’ ve krasi de ‘egemenlik, güç’ anlamına geliyor.
Damıtıp süzelim: ‘Meritokrasi, insanların paraları veya sosyal konumları nedeniyle değil, yetenekleri nedeniyle başarı veya güç elde ettikleri bir sosyal ve siyasal sistem’ diye tanımlanabilir.
Meritokrasi’nin en önemli ögesi hiç kuşkusuz ‘liyakat’...
Layık olma, yeterlilik, yaraşırlık; bir yere, bir konuma uygunluk…
İlginç bir örnektir; UKMP (United Kingdom Meritocracy Party), Türkçesiyle Birleşik Krallık Meritokrasi Partisi, manifestosunda liyakati beş madde ile özetlemiş:
Bu prensipleri parti manifestosu olarak İngiliz toplumuna sunan UKMP, partinin resmi web sayfasında açılış mottosu olarak da şu cümleyi kullanıyor:
‘İngiltere Meritokrasi Partisi, Britanya'yı her bir çocuğa bireysel yeteneklerini en ileri düzeyde geliştirmesi için eşit fırsat sağlayan bir ülkeye dönüştürme fikrine adanmıştır.’
Siyasal bir ideal ya da ütopya olan bu yaklaşımın, bir ülkenin eğitim sisteminin pratiğine -ama öyle yarım yamalak değil, eksiksiz, kusursuz en ideal biçimiyle- aktarıldığını düşünün.
Benim işte Pandemi Sonrası (PS) için en önemli düşüm, dileğim, beklentim budur: ‘Meritokratik eğitim’ anlayışının Türkiye’deki ve diğer tüm ülkelerdeki eğitim sistemlerine egemen olması...
Ve Koronavirüs’ten sonra her alanda ama en önce temelde, eğitim alanında ayrımcılığın, yandaşçılığın, kayırmacılığın yeryüzünden silinip atılması.
Herkese, dünyanın ve ülkemizin bütün çocuklarına gerçekten geliştirilmiş, zengin, eşit olanaklar sunulması…
Gerçek fırsat eşitliği…
Ondan sonra kişilerin sadece bilgi ve yetenekleri ile yükselebildiklerine inanmak, tanık olmak, bunu güvence altına almak…
Düşüm, dileğim, umudum, beklentim, ütopyam bu!
(‘Haksızlık etme, dünya zaten o kadar iyi’ diyenlere inanmam, inanamam! Şair Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi: ‘Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var’)
***
Bitirirken iki kısa dipnot:
Bu da konunun başka bir boyutu tabii.
Heyecanlanmayın gençler. Bu PS, Play Station değil !
Professional Surveyor, Paddie Steamer, Parametric Stereo ya da PostScript de değil !..
PS, ‘Pandemiden Sonra’nın kısaltması.
Tıpkı Milattan Sonra (MS) deyişimiz gibi. Bu yazıda kullanmak için uydurduğum zamansal bir kısaltma, bir terim.
***
Biliyorsunuz, fütüristler harıl harıl çalışıyorlar şu ara.
Muhtemelen yaşarken tanık olduğumuz bu en derin sosyolojik kırılmanın -eğer görebilirsek- sonrasında; ekonomide ve sağlıkta, eğitimde ve güvenlikte, uluslararası ilişkilerde, sporda, sanatta ve yaşamın diğer bütün alanlarında ‘Gelecek nasıl gelecek?’ sorusuna yanıt aranıyor.
Önceden de karşımızda bunun türevi sayılabilecek sorular vardı ve çokça öngörüler yapılıyordu. Onların bir kısmının tuttuğunu, gerçeğe dönüştüğünü söylemek bile mümkün.
Bazı filmler, bazı romanlar, bazı ünlü kehanetler…
Ama pandeminin doğurduğu sınır tanımaz etkiye bakıp ‘Yok, bu kadarını Profesör Michio Kaku bile öngörememişti’ desek yeri var.
Düşünsenize, Dünya sadece 90 günde nasıl başdöndürücü biçimde değişti…
Ve kısa, orta, uzun vadelerde daha nasıl değişecek?
***
PS (Pandemiden Sonra) birçok şeyin artık eskisi gibi olmayacağını biliyoruz.
Bu bağlamda öngörülenler ile umulanlar arasında bir senkron hayal ediyoruz. Başka bir deyişle ‘başımıza gelecekler’ ile ‘keşke öyle olsa dediklerimiz’ arasında bir kıyaslama, bir geçiş, bir ‘acaba olur mu sorgulaması’ durumundayız.
Hepimiz ama…
Bilim insanı, bilim karşıtı, beyaz yakalılar, yeni yüzyılın ruhban sınıfı, AVM sahibi, hastane müteahhiti, milletvekili, emekçi, memur, herkes, hepimiz…
‘Acaba o kaçınılmaz değişim, beni mutlu edecek bir değişim olur mu? Yoksa yine gelen, gideni aratır mı?‘ diye kaygılanıyoruz.
Böyleyken benim de düşünen sivil bir dünya vatandaşı olarak PS’de ‘Şu, keşke şöyle değişse!’ diye ‘dilek tuttuğum’ birkaç şey var:
İnsan yaşamının devamıyla ilgili olmadığı için size biraz tuhaf gelebilir ama ben PS’den sonra tüm dünyada ilk ve en derin değişimin eğitim alanında yaşanmasını umuyorum.
Daha doğrusu diliyorum.
Diliyorum ki ülkemde ve tüm dünyada eğitim, paralı-parasız eğitim veya demokratik-antidemokratik eğitim polemikleri arasında slalom yapmayı artık aşmış olur, başka bir aşamaya geçmiş olur ve ‘meritokratik eğitim anlayışı’ biz dahil tüm ülkelerin eğitim sistemlerine egemen olur!
Soruyu duydum:
‘Meritokratik eğitim mi, o da ne?’ dediniz.
Sözlükleri karıştıralım hemen…
Önce ‘Meritokrasi’: Latince kökenli ‘meritum’ ve ‘krasi’ kelimelerinin birleşimiyle oluşturulmuş bir siyasal bilimler terimi. Meritum, ‘yeterli’ ve krasi de ‘egemenlik, güç’ anlamına geliyor.
Damıtıp süzelim: ‘Meritokrasi, insanların paraları veya sosyal konumları nedeniyle değil, yetenekleri nedeniyle başarı veya güç elde ettikleri bir sosyal ve siyasal sistem’ diye tanımlanabilir.
Meritokrasi’nin en önemli ögesi hiç kuşkusuz ‘liyakat’...
Layık olma, yeterlilik, yaraşırlık; bir yere, bir konuma uygunluk…
İlginç bir örnektir; UKMP (United Kingdom Meritocracy Party), Türkçesiyle Birleşik Krallık Meritokrasi Partisi, manifestosunda liyakati beş madde ile özetlemiş:
- Kayırmacılık yoktur:Ailenizin değil, sizin kim olduğunuz önemlidir.
- Yandaşçılık yoktur:Başkalarının sizin için ne yapabildiği değil, sizin ne yapabildiğiniz önemlidir.
- Ayrımcılık yoktur: Cinsiyet, ırk, din, yaş, geçmiş önemsizdir. Esas olan yetenektir.
- Herkese eşit imkânlar vardır:Herkesle aynı noktadan başlar ve yeteneklerinizin sizi götürdüğü yere gidersiniz.
- Hak eden ödüllendirilir: Yüksek başarıya yüksek ödül verilir…
Bu prensipleri parti manifestosu olarak İngiliz toplumuna sunan UKMP, partinin resmi web sayfasında açılış mottosu olarak da şu cümleyi kullanıyor:
‘İngiltere Meritokrasi Partisi, Britanya'yı her bir çocuğa bireysel yeteneklerini en ileri düzeyde geliştirmesi için eşit fırsat sağlayan bir ülkeye dönüştürme fikrine adanmıştır.’
Siyasal bir ideal ya da ütopya olan bu yaklaşımın, bir ülkenin eğitim sisteminin pratiğine -ama öyle yarım yamalak değil, eksiksiz, kusursuz en ideal biçimiyle- aktarıldığını düşünün.
Benim işte Pandemi Sonrası (PS) için en önemli düşüm, dileğim, beklentim budur: ‘Meritokratik eğitim’ anlayışının Türkiye’deki ve diğer tüm ülkelerdeki eğitim sistemlerine egemen olması...
Ve Koronavirüs’ten sonra her alanda ama en önce temelde, eğitim alanında ayrımcılığın, yandaşçılığın, kayırmacılığın yeryüzünden silinip atılması.
Herkese, dünyanın ve ülkemizin bütün çocuklarına gerçekten geliştirilmiş, zengin, eşit olanaklar sunulması…
Gerçek fırsat eşitliği…
Ondan sonra kişilerin sadece bilgi ve yetenekleri ile yükselebildiklerine inanmak, tanık olmak, bunu güvence altına almak…
Düşüm, dileğim, umudum, beklentim, ütopyam bu!
(‘Haksızlık etme, dünya zaten o kadar iyi’ diyenlere inanmam, inanamam! Şair Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi: ‘Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var’)
***
Bitirirken iki kısa dipnot:
- Meritokrasi düşüncesi Fransız sosyalizminin kurucusu sayılan Claude Henri de Saint Simon’a dayandırılıyor. Onunla ilgili bir makale hazırlığım var; henüz fikir aşamasındaki o yazıyı özellikle 12 Eylül gününe yetiştirmeyi planlıyorum. ‘Ölmez, sağ kalırsak eğer’…
- İngiltere’de Boris Johnson yönetimindeki Muhafazakâr Parti’nin %43 oyla iktidarı elde ettiği en son genel seçimde (12 Aralık 2019 erken genel seçiminde) UKMP % 0,1’in biraz altında oy aldı. Başka bir deyişle; 66 milyon nüfuslu Birleşik Krallık’taki 43 milyon küsür seçmenin ancak 40 bin kadarı, UKMP’nin manifestosunu ‘gerçekleştirilebilir’ buldu.
Bu da konunun başka bir boyutu tabii.