Çevrenize şöyle dikkatlice bakın; insanlar hakikaten korkunç ruhsal aşınmalar yaşıyorlar, hem de çok korkunç! Belki başka çağlarda küçük ya da orta çapta yaşanmış olabilecek umutsuzluk ve mutsuzluk dalgaları, bu çağda apaçık bir tsunamiye dönüşmüş halde bizi eziyor ve böylece dışımızda -ya da belki aksine, en derinimizde- bir çeşit ‘neo-nihilist iki yüzlülük çağı’ biçimleniyor. İşte bu, alayımızın üzerinden silindir gibi geçen işte bu çağ: Bizim çağımız, bizim ortak eserimiz!..
Başkalarını suçlamayalım…
★★
Rayından çıkmış kişilerarası ve uluslararası ilişkiler; muvazeneyi yitirmiş tüketim alışkanlıklarımız, önce yerel ve sonra küresel düzeyde zayıflayan duygusal zekâmız ve sosyal duyarlılığımız, komik biçimde bizi yaşatan doğaya sırt çevirişimiz, nüfusun artışı ama insanın korkunç derecede değersizleşmesi; en yükseğe tırmanmış kimselerin trajik mutsuzluğu, en zenginlerin dehşet verici doyumsuzluğu; devasa kibir, riya, gösteriş ve fakat en sonunda o kaçınılmaz ‘huzursuzluk’…
Güvende olmama hissi, tükenmişlik sendromu…
Sayın sayabildiğiniz kadar, listenin sonu yok…
Ve bütün bunlara karşı, öncülüğünü ünlü bir aktristin yaptığı son derece cazip, gönülçelen ama psiko-sosyal terimler sözlüğünde henüz kendine yer bulamamış bir akım: Streeptualizm
Kalabalığın içinde çürümeye karşı bir panzehir…
★★
Baştan söyleyeyim de Google’ı boşuna yormayın:
Strüktüralizm (yapısalcılık) var, Spiritüalizm (ruhçuluk) da var ama Streeptualizm diye bir akım henüz yok.
Yok ama; her zaman ilham verici bulduğum öğretmen ve eğitim yöneticisi büyüğüm, Sevgili Müdirem Mürüvet Demirtaş’ın geçtiğimiz yaz ortasında paylaştığı metin, öyle bir akımın felsefe vitrininde henüz teşhir ediliyor olmasa da aslında bir insanın, hem de çok ünlü bir insanın derûnunda içten içe gelişmiş olduğunu düşündürüyordu.
Sosyal medya postu, aktrist Merryl Streep’in gençliğini uğurlayıp artık olgun bir kadın olduğunda kaleme aldığı biyografisinden kısa bir alıntı içeriyordu ve 1949 doğumlu Amerikalı oyuncu, o kısacık metinde adeta bir roman yazıyordu.
Diyordu ki:
“Ukala biri haline geldiğim için değil, aksine hayatımda artık beni mutsuz eden ya da üzen şeylerle daha fazla vakit kaybetmek istemediğim bir bilişsel noktaya ulaştığım için laf sokmalara, haddini aşan eleştirilere ve hangi kaynaktan gelirse gelsin aşırı talep ve beklentilere artık sabrım yok!
Belki de yirmili yaşlarıma göre zamanım çok azaldı diye; ‘sabrımı’ hak etmeyen hiç kimseye artık sabrım da yok, ayıracak zamanım da!..”
★★
Şimdi -kadın ya da erkek, genç ya da olgun oluşumuz hiç farketmez- şunu bir düşünelim:
Ve galiba çoğumuz bütün bu duyguların eşliğinde ’birkaç sadık ve gerçek dostun, bizi hayata bağlamaya yeteceğini’ düşünüyoruz. O kadarı kâfi. İşte o gerçek dostları incitmektense her şeyimizi yitirmeyi göze alırız!
★★
Şu anki düşüncelerinizi tahmin edebiliyorum ve sanırım aynı frekanstayız. Öyleyse bitirmeden şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz:
Marryl Streep, 72’nci yaşının olgunluğuyla hem kusursuz oyunculuk düzeyinin bile fersah fersah ilerisine geçiyor hem de Streeptualizm’in manifestosunu, bizzat bu akımın öncüsü olarak ilan ediyor. Bu yeni felsefeyi anlayabilene, bundan yararlanabilene, bunu içselleştirip uygulayabilene ne mutlu! Ruhsal aşınma sorununu işte tam da bu noktada çözmeye başlamış olabilir o kişi.
O halde onun ruhu gün be gün erimez ve bedenine küçük gelmez…
Başkalarını suçlamayalım…
★★
Rayından çıkmış kişilerarası ve uluslararası ilişkiler; muvazeneyi yitirmiş tüketim alışkanlıklarımız, önce yerel ve sonra küresel düzeyde zayıflayan duygusal zekâmız ve sosyal duyarlılığımız, komik biçimde bizi yaşatan doğaya sırt çevirişimiz, nüfusun artışı ama insanın korkunç derecede değersizleşmesi; en yükseğe tırmanmış kimselerin trajik mutsuzluğu, en zenginlerin dehşet verici doyumsuzluğu; devasa kibir, riya, gösteriş ve fakat en sonunda o kaçınılmaz ‘huzursuzluk’…
Güvende olmama hissi, tükenmişlik sendromu…
Sayın sayabildiğiniz kadar, listenin sonu yok…
Ve bütün bunlara karşı, öncülüğünü ünlü bir aktristin yaptığı son derece cazip, gönülçelen ama psiko-sosyal terimler sözlüğünde henüz kendine yer bulamamış bir akım: Streeptualizm
Kalabalığın içinde çürümeye karşı bir panzehir…
★★
Baştan söyleyeyim de Google’ı boşuna yormayın:
Strüktüralizm (yapısalcılık) var, Spiritüalizm (ruhçuluk) da var ama Streeptualizm diye bir akım henüz yok.
Yok ama; her zaman ilham verici bulduğum öğretmen ve eğitim yöneticisi büyüğüm, Sevgili Müdirem Mürüvet Demirtaş’ın geçtiğimiz yaz ortasında paylaştığı metin, öyle bir akımın felsefe vitrininde henüz teşhir ediliyor olmasa da aslında bir insanın, hem de çok ünlü bir insanın derûnunda içten içe gelişmiş olduğunu düşündürüyordu.
Sosyal medya postu, aktrist Merryl Streep’in gençliğini uğurlayıp artık olgun bir kadın olduğunda kaleme aldığı biyografisinden kısa bir alıntı içeriyordu ve 1949 doğumlu Amerikalı oyuncu, o kısacık metinde adeta bir roman yazıyordu.
Diyordu ki:
“Ukala biri haline geldiğim için değil, aksine hayatımda artık beni mutsuz eden ya da üzen şeylerle daha fazla vakit kaybetmek istemediğim bir bilişsel noktaya ulaştığım için laf sokmalara, haddini aşan eleştirilere ve hangi kaynaktan gelirse gelsin aşırı talep ve beklentilere artık sabrım yok!
- Benden hoşlanmayan insanları memnun etmeye, beni sevmeyen insanları sevmeye ve bana gülümsemeyen insanlara bile gülümsemeye -insanların artık riya değil de profesyonellik diye adlandırdıkları- o şeye yönelik arzumu, iştahımı hepten kaybettim.
- Artık yalan söyleyen ve beni ustaca uç uca eklediği yalanlarıyla yönetmek isteyen insanlar için bir tek dakikamı bile harcamak istemiyorum.
- Entrikaların, kirli oyunların, ikiyüzlülüğün, sahtekarlıkların ve ucuz övgülerin olduğu ortamlarda bulunmak istemiyorum. Artık sessizliği, rüzgârı ve iyi insanların huzur verici ezgisini dinlemek istiyorum.
- Çok bilmişliğe ve akademik ukalalığa tahammülüm yok. Aynı şekilde boş dedikodulara da bulaşmak istemiyorum. İsteyen, istediği bataklıkta boğulsun. Benim umrumda değil…
- Uyuşmazlıklardan ve karşılaştırmalardan nefret ediyorum. Farklılıklardan, hatta zıtlıklardan oluşan bir dünyaya inanıyorum; bu nedenle de katı ruhlu ve toleransı olmayan olan insanlardan kaçıyorum.
- Arkadaşlıkta sadakatsizlikten ve ihanetten hoşlanmıyorum. Birkaç sadık ve gerçek dostum, benim hayata bağlanmama yetiyor. Onları incitmektense her şeyimi yitirmeyi yeğlerim.
- Birisine nasıl iltifat edileceğini ya da cesaretlendirmek için ne diyeceğini bilmeyen insanlarla bir arada olamıyorum.
- Abartılar beni sıkıyor ve hayvanları sevmeyenleri hayatıma kabul etmekte de artık fena halde zorlanıyorum.
- Ve…
Belki de yirmili yaşlarıma göre zamanım çok azaldı diye; ‘sabrımı’ hak etmeyen hiç kimseye artık sabrım da yok, ayıracak zamanım da!..”
★★
Şimdi -kadın ya da erkek, genç ya da olgun oluşumuz hiç farketmez- şunu bir düşünelim:
- Hangimiz, ‘laf sokmalara, haddini aşan eleştirilere ve hangi kaynaktan gelirse gelsin aşırı talep ve beklentilere’ karşı sabrımızı son dirhemine kadar zorlamadık ki? Zorladık ve ruhumuzu aşındırdık, değil mi?
- Hangimiz, yaşadığımız onca şeyden sonra ’kolayca yalan söyleyen, zincirleme yalanlarıyla da bize hükmetmek isteyen insanlara artık bir tek dakika bile harcamama’ kararı almadık ki?
- ‘Çok bilmişliğe, ukalalığa, şişirilmiş egolara ve içi boş statülere artık tahammülümüzün kalmadığını’ hangimiz düşünmüyoruz ki? Tam da şu anda hem de…
- Peki hangimiz ‘sabrımızı hak etmeyen hiç kimseye artık gereğinden fazla sabır göstermemek için’ karar almadık?
Ve galiba çoğumuz bütün bu duyguların eşliğinde ’birkaç sadık ve gerçek dostun, bizi hayata bağlamaya yeteceğini’ düşünüyoruz. O kadarı kâfi. İşte o gerçek dostları incitmektense her şeyimizi yitirmeyi göze alırız!
★★
Şu anki düşüncelerinizi tahmin edebiliyorum ve sanırım aynı frekanstayız. Öyleyse bitirmeden şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz:
Marryl Streep, 72’nci yaşının olgunluğuyla hem kusursuz oyunculuk düzeyinin bile fersah fersah ilerisine geçiyor hem de Streeptualizm’in manifestosunu, bizzat bu akımın öncüsü olarak ilan ediyor. Bu yeni felsefeyi anlayabilene, bundan yararlanabilene, bunu içselleştirip uygulayabilene ne mutlu! Ruhsal aşınma sorununu işte tam da bu noktada çözmeye başlamış olabilir o kişi.
O halde onun ruhu gün be gün erimez ve bedenine küçük gelmez…