
“Onlar, sabreden ve Rablerine tevekkül eden kimselerdir.” (Nahl 42)
Sabır, şükürdür; acıya, zorluğa, sıkıntıya karşı, kişinin elinden geleni yaptıktan sonra, kurtuluş için Allah’a güvenip dayanmasıdır. Çoğu insan hırsını, derdini, öfkesini biriktirir, sabretmeyip acelecilik eder ve çoğu kez olaylar kişinin aleyhine sonuçlanır. Çünkü birken şey, barajdaki su gibidir; sabır ise o barajın duvarıdır; sabretmeyen duvarı çatlatır, belki patlatır ve barajın suyu sele dönüşür; selin tabiatıysa tahrip etmektir. Sabrı kıran, sabrı bozan, aleyhine kırmış, aleyhine bozmuş olur. Atalar uyarmış: Öfkeyle kalkan zararla oturur!
Allah (cc), sabırlı kulunu sevmektedir. O halde Allah’ın sevmediği hallerden biri de sabırsızlıktır. Elbette sabretmek zordur, acı ilaç yutmak gibidir; fakat sonuçta o acı ilacı Allah, hastaya şifa sebebi kılar. Böylece sabır acıyı tatlıya çevirir. Sabır, aynı zamanda, Rabbimizin ‘tedriç’ kanunudur: Her şey, yavaş yavaş ortaya çıkar ve kemale erer. Bir Nutfe aşama aşama insan sureti kazanır ve hayata katılır. Bir elma ağacını hatırlayalım: Önce yaprak, sonra çiçek, sonra küçük ekşi meyveler… haftalar ilerledikçe o ekşi meyveler büyür, tatlanır, renklenir, kemale erer. Elma ağacı acele ederek, iki-üç ayda elde edeceği sonucu, iki-üç haftada elde edebilir mi? İradî fiiller yapma gücü verilmiş insan hariç, bütün varlık, fıtrî olarak sabırlıdır; tedriç kanununa tabi bir hayat yaşarlar. Bu yüzden varlıkta daimi bir huzur ve güven hâli vardır. Koyun da, kartal da, gül de, serçe de ‘sabrı taşır.’ Katlanamıyorum, dayanamıyorum diyen ne bir serçe vardır bu âlemde, ne de bir gül!
Katlanamayan âlemin bülbülü insandır! İnsan sabırsızdır; bağırtılar, şamatalar, kabahatler, günahlar, öfkeler, kinler, kibirler, gururlar, cinayetler, ekseri sabırsızlığın bir sonucudur. Kişi sabredebilse birçok fenalık önlenebilecektir; sabrın sonu selamettir sözünü herkes bilir. Bu yüzden sabır çok övülmüştür: Sabır, kurtuluş sebebidir; sabır cennetin anahtarıdır; kalbi Allah’a güvenle dolu kişinin kalbine Allah da sabır yığar.
Kuran ayetlerinde, özellikle peygamberlerle ilgili konular anlatılırken, sabra ve tevekküle çokça atıf yapılır: peygamber, tebliğ görevi yaparken, yalanlanır, hatta maddi ve manevi eziyete uğrarlar. Ancak gösterdikleri sabrın sonunda, Allah’ın yardımına kavuşurlar. Kaybedenler ise Firavunlar, Nemrutlar, Mekke kâfirleridir. Özellikle musibetlere sabır göstermek önemlidir. Musibetlere sabır, imanın bir gereği olduğu gibi, büyük bir meziyettir. Rabbimiz, sabreden kullarına bağış ve büyük mükâfat vadetmiştir: “İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır. (25/75); “Onlar, sabreden kimselerdir ve yalnız Rablerine güvenip dayanmaktadırlar. (29/59)
Ayette geçen ikinci ifade tevekküldür. Tevekkül; sebeplere sarıldıktan sonra sonucu Allah’a bırakmaktır. Çalışıp sınava giren, tarlasını ekip tohumun bitmesini bekleyen, dükkânını açıp müşteri gözleyen, tedavi için hastaneye gidip hekimden şifa uman, aile içinde bir huzursuzluk olduğunda, güzel davranıp işlerin düzelmesini bekleyen, eğer hayırlı neticeyi Allah’tan ister ve beklerse hayal kırıklığı yaşamayacaktır. Allah’a tevekkül eden, Allah’a güvenen ve dayanan yıkılmaz; kula ve tabiata dayanan ise hayal kırıklığı yaşamaktan kurtulamaz. Sabır ve tevekkül sahibi kişi, yeis ve kederden uzaktır; çünkü o, Allah’a dayanmıştır, Allah’a güvenmiştir. Elinden geleni yapmış, sonucu Mevla’sına bırakmış ve kader kabul etmiştir. “Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hâkimiyeti yoktur.” (16/99); “(Onlar) sadece Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir.” (16/42); “Size verilen şey, yalnızca dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükâfat, iman eden ve Rablerine tevekkül edenler içindir.” (42/36)
Sonuç: Sabır ve tevekkül, imanın büyük bir meyvesidir. Sabır ve tevekkül; sebeplere yapıştıktan sonra Allahü Teâlâ’ya güvenmek demektir. Kişi, üzerine düşeni yapmış, işine, haline Rabbini vekil kılmış, çıkan sonucu ise kader kabul ederek, razı olmuştur. Şunu da unutmamak gerekir: Tembelin sabrı ve tevekkülü bir cehalettir; kul, üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeye mecburdur.
Sabır, şükürdür; acıya, zorluğa, sıkıntıya karşı, kişinin elinden geleni yaptıktan sonra, kurtuluş için Allah’a güvenip dayanmasıdır. Çoğu insan hırsını, derdini, öfkesini biriktirir, sabretmeyip acelecilik eder ve çoğu kez olaylar kişinin aleyhine sonuçlanır. Çünkü birken şey, barajdaki su gibidir; sabır ise o barajın duvarıdır; sabretmeyen duvarı çatlatır, belki patlatır ve barajın suyu sele dönüşür; selin tabiatıysa tahrip etmektir. Sabrı kıran, sabrı bozan, aleyhine kırmış, aleyhine bozmuş olur. Atalar uyarmış: Öfkeyle kalkan zararla oturur!
Allah (cc), sabırlı kulunu sevmektedir. O halde Allah’ın sevmediği hallerden biri de sabırsızlıktır. Elbette sabretmek zordur, acı ilaç yutmak gibidir; fakat sonuçta o acı ilacı Allah, hastaya şifa sebebi kılar. Böylece sabır acıyı tatlıya çevirir. Sabır, aynı zamanda, Rabbimizin ‘tedriç’ kanunudur: Her şey, yavaş yavaş ortaya çıkar ve kemale erer. Bir Nutfe aşama aşama insan sureti kazanır ve hayata katılır. Bir elma ağacını hatırlayalım: Önce yaprak, sonra çiçek, sonra küçük ekşi meyveler… haftalar ilerledikçe o ekşi meyveler büyür, tatlanır, renklenir, kemale erer. Elma ağacı acele ederek, iki-üç ayda elde edeceği sonucu, iki-üç haftada elde edebilir mi? İradî fiiller yapma gücü verilmiş insan hariç, bütün varlık, fıtrî olarak sabırlıdır; tedriç kanununa tabi bir hayat yaşarlar. Bu yüzden varlıkta daimi bir huzur ve güven hâli vardır. Koyun da, kartal da, gül de, serçe de ‘sabrı taşır.’ Katlanamıyorum, dayanamıyorum diyen ne bir serçe vardır bu âlemde, ne de bir gül!
Katlanamayan âlemin bülbülü insandır! İnsan sabırsızdır; bağırtılar, şamatalar, kabahatler, günahlar, öfkeler, kinler, kibirler, gururlar, cinayetler, ekseri sabırsızlığın bir sonucudur. Kişi sabredebilse birçok fenalık önlenebilecektir; sabrın sonu selamettir sözünü herkes bilir. Bu yüzden sabır çok övülmüştür: Sabır, kurtuluş sebebidir; sabır cennetin anahtarıdır; kalbi Allah’a güvenle dolu kişinin kalbine Allah da sabır yığar.
Kuran ayetlerinde, özellikle peygamberlerle ilgili konular anlatılırken, sabra ve tevekküle çokça atıf yapılır: peygamber, tebliğ görevi yaparken, yalanlanır, hatta maddi ve manevi eziyete uğrarlar. Ancak gösterdikleri sabrın sonunda, Allah’ın yardımına kavuşurlar. Kaybedenler ise Firavunlar, Nemrutlar, Mekke kâfirleridir. Özellikle musibetlere sabır göstermek önemlidir. Musibetlere sabır, imanın bir gereği olduğu gibi, büyük bir meziyettir. Rabbimiz, sabreden kullarına bağış ve büyük mükâfat vadetmiştir: “İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır. (25/75); “Onlar, sabreden kimselerdir ve yalnız Rablerine güvenip dayanmaktadırlar. (29/59)
Ayette geçen ikinci ifade tevekküldür. Tevekkül; sebeplere sarıldıktan sonra sonucu Allah’a bırakmaktır. Çalışıp sınava giren, tarlasını ekip tohumun bitmesini bekleyen, dükkânını açıp müşteri gözleyen, tedavi için hastaneye gidip hekimden şifa uman, aile içinde bir huzursuzluk olduğunda, güzel davranıp işlerin düzelmesini bekleyen, eğer hayırlı neticeyi Allah’tan ister ve beklerse hayal kırıklığı yaşamayacaktır. Allah’a tevekkül eden, Allah’a güvenen ve dayanan yıkılmaz; kula ve tabiata dayanan ise hayal kırıklığı yaşamaktan kurtulamaz. Sabır ve tevekkül sahibi kişi, yeis ve kederden uzaktır; çünkü o, Allah’a dayanmıştır, Allah’a güvenmiştir. Elinden geleni yapmış, sonucu Mevla’sına bırakmış ve kader kabul etmiştir. “Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hâkimiyeti yoktur.” (16/99); “(Onlar) sadece Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir.” (16/42); “Size verilen şey, yalnızca dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükâfat, iman eden ve Rablerine tevekkül edenler içindir.” (42/36)
Sonuç: Sabır ve tevekkül, imanın büyük bir meyvesidir. Sabır ve tevekkül; sebeplere yapıştıktan sonra Allahü Teâlâ’ya güvenmek demektir. Kişi, üzerine düşeni yapmış, işine, haline Rabbini vekil kılmış, çıkan sonucu ise kader kabul ederek, razı olmuştur. Şunu da unutmamak gerekir: Tembelin sabrı ve tevekkülü bir cehalettir; kul, üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeye mecburdur.