
Mehmet Akif 1924 yılında Hafız Asım Şakir Gören’e yazmış olduğu mektupta, günümüzle kısmen alakalı şu fıkrayı anlatmıştır:
Vaktiyle Trabzon’da kolera zuhur eder. Vali, memleket dahilinde lazım gelen tedabirin (tedbirlerin) kabil olanlarını tatbik ettirdikten sonra usulden olduğu üzere, etraftaki vilayata tamîmen (genelge) haber gönderir; memlekette kolera zuhur ettiğinden ve izalesi (giderme) için icraat-ı lazimede (gerekli işlemler)bulunduğundan bahsederek hastalığın kendi vilayetleri halkına sirayet (bulaşma) etmemesini kâfil (önleyecek) olabilecek takayyudat ittihazını (ciddi önlemler) tavsiye eder.
O sırada Diyarbekir taraflarında derebeyi bakayasından bir adam icra-yı hükümet (hükümet işlerini yerine getirme) ediyormuş. Tamimi dinledikten sonra kolera nedir? Demiş. Efendim, Allah muhafaza buyursun, salgın bir hastalıktır. Ya Trabzon’da Vali ölmüş mü? Hayır, efendim, hâkim? Hayır efendim, defterdar? Hayır efendim, eşraftan Hasan Ağa? Hayır efendim, Ayandan İbrahim Ağa? Hayır efendim, Tüccardan Ahmet Ağa? Hayır efendim, Mütegallibeden (zorba, eşkiya) filan filan? Hayır efendim, o hâlde ölen kim? Efendim, fırınlarda hamur açan ameleden on beş kişi, iskeledeki hamallardan yirmi kişi, çarşıda dilencilik eden fukaradan yedi kişi… Canım Allah’ın gücü de hep böyle bîçarelere mi yetiyor? Onları ben de öldürürüm, koleraya ne hacet? Marifet şu saydıklarımı öldürmekti…
xxxxxx
Yusuf Ziya Ortaç Trabzon ve Gümüşhane milletvekilliği yapmış şair Halil Nihat Boztepe ile ilgili olarak şunları anlatmaktadır.
Halil Nihat, sevgi gördü, saygı gördü ama son yıllarında rahat görmedi, bekârdı, hiç evlenmemişti, yalnız hiç evlenmemiş değil ne helal ne haram, yatak odasında kadın görmemişti. Ara sıra takılırdık:
Nihat Bey seni evlendirelim, artık…
O, altmış yılın ötesinden mahzun gözlerle gülerdi:
İnşallah, hele durun bakalım, bu işler aceleye gelmez…
Yusuf Ziya Ortaç’ın anılarında anlattığı Halil Nihat Boztepe, hayatının son demlerinde aşırı bir yalnızlık çekmiş, hele durun, inşallah, yavaş yavaş diyerek ihmal ettiği yaşamına intihar ile son vermiştir.
xxxxxx
Bir sabah kapım çalındı, üstümde pijamalar kapıyı açtım. Karşımda şık giyimli bir hanımefendi duruyordu. Ona nazikçe buyurun dedim, kadın fevkalade heyecanlıydı ve bana çok hafif bir ses tonuyla, Efendim bendeniz Ahmet Haşim Bey’in hayranıyım, eserlerini büyük bir haz ve keyifle okumaktayım. Kendisini bir görmek ve tanışmak istedim. Acaba görüşmemiz mümkün müdür? Kadında öylesine derin ve içli bir hayranlık alâmeti vardı ki, Ahmet Haşim deyince eminim kutsal bir kahramandan bahsediyordu. Kendime baktım; kısa boylu, şişman, yaşlı pijamalar içinde perişan bir adam. Bu adamın şu hanımefendinin aradığı Ahmet Haşim olmadığından emindim ve efendim, ben kendilerinin hizmetçisi olurum, zat-ı âlileri şehir dışına çıktılar. Dönüşte ziyaretinizi haber veririm, dedim ve uğurladım.
xxxxx
Oktay Rıfat’ın şiirlerini İngilizceye çeviren Ruth Christie bir imgede fazlasıyla zorlanınca şaire bir mektup yazarak, Sevgili Rıfat, bu imgeyi tam anlayamadım, bu ne anlama geliyor? diye sorar.
Oktay Rıfat’tan şöyle bir cevap alır:
Vaktiyle Trabzon’da kolera zuhur eder. Vali, memleket dahilinde lazım gelen tedabirin (tedbirlerin) kabil olanlarını tatbik ettirdikten sonra usulden olduğu üzere, etraftaki vilayata tamîmen (genelge) haber gönderir; memlekette kolera zuhur ettiğinden ve izalesi (giderme) için icraat-ı lazimede (gerekli işlemler)bulunduğundan bahsederek hastalığın kendi vilayetleri halkına sirayet (bulaşma) etmemesini kâfil (önleyecek) olabilecek takayyudat ittihazını (ciddi önlemler) tavsiye eder.
O sırada Diyarbekir taraflarında derebeyi bakayasından bir adam icra-yı hükümet (hükümet işlerini yerine getirme) ediyormuş. Tamimi dinledikten sonra kolera nedir? Demiş. Efendim, Allah muhafaza buyursun, salgın bir hastalıktır. Ya Trabzon’da Vali ölmüş mü? Hayır, efendim, hâkim? Hayır efendim, defterdar? Hayır efendim, eşraftan Hasan Ağa? Hayır efendim, Ayandan İbrahim Ağa? Hayır efendim, Tüccardan Ahmet Ağa? Hayır efendim, Mütegallibeden (zorba, eşkiya) filan filan? Hayır efendim, o hâlde ölen kim? Efendim, fırınlarda hamur açan ameleden on beş kişi, iskeledeki hamallardan yirmi kişi, çarşıda dilencilik eden fukaradan yedi kişi… Canım Allah’ın gücü de hep böyle bîçarelere mi yetiyor? Onları ben de öldürürüm, koleraya ne hacet? Marifet şu saydıklarımı öldürmekti…
xxxxxx
Yusuf Ziya Ortaç Trabzon ve Gümüşhane milletvekilliği yapmış şair Halil Nihat Boztepe ile ilgili olarak şunları anlatmaktadır.
Halil Nihat, sevgi gördü, saygı gördü ama son yıllarında rahat görmedi, bekârdı, hiç evlenmemişti, yalnız hiç evlenmemiş değil ne helal ne haram, yatak odasında kadın görmemişti. Ara sıra takılırdık:
Nihat Bey seni evlendirelim, artık…
O, altmış yılın ötesinden mahzun gözlerle gülerdi:
İnşallah, hele durun bakalım, bu işler aceleye gelmez…
Yusuf Ziya Ortaç’ın anılarında anlattığı Halil Nihat Boztepe, hayatının son demlerinde aşırı bir yalnızlık çekmiş, hele durun, inşallah, yavaş yavaş diyerek ihmal ettiği yaşamına intihar ile son vermiştir.
xxxxxx
Bir sabah kapım çalındı, üstümde pijamalar kapıyı açtım. Karşımda şık giyimli bir hanımefendi duruyordu. Ona nazikçe buyurun dedim, kadın fevkalade heyecanlıydı ve bana çok hafif bir ses tonuyla, Efendim bendeniz Ahmet Haşim Bey’in hayranıyım, eserlerini büyük bir haz ve keyifle okumaktayım. Kendisini bir görmek ve tanışmak istedim. Acaba görüşmemiz mümkün müdür? Kadında öylesine derin ve içli bir hayranlık alâmeti vardı ki, Ahmet Haşim deyince eminim kutsal bir kahramandan bahsediyordu. Kendime baktım; kısa boylu, şişman, yaşlı pijamalar içinde perişan bir adam. Bu adamın şu hanımefendinin aradığı Ahmet Haşim olmadığından emindim ve efendim, ben kendilerinin hizmetçisi olurum, zat-ı âlileri şehir dışına çıktılar. Dönüşte ziyaretinizi haber veririm, dedim ve uğurladım.
xxxxx
Oktay Rıfat’ın şiirlerini İngilizceye çeviren Ruth Christie bir imgede fazlasıyla zorlanınca şaire bir mektup yazarak, Sevgili Rıfat, bu imgeyi tam anlayamadım, bu ne anlama geliyor? diye sorar.
Oktay Rıfat’tan şöyle bir cevap alır:
- O şiir yazılırken bir ben, bir de Allah biliyordu, Şimdi söz ettiğimi ben de unuttum. Artık sadece Allah biliyor…