
Bu haftaki yazımızda Türk Telekom Nurettin Topçu Sosyal Bilimler Lisesi olarak düzenlediğimiz Lider Ülke Türkiye panelinde ki sunumlardan birini sizlerle paylaşmaya başlıyoruz. Yazının hazırlanmasında ve sunumunda büyük emeği olan Amine Bağdaş öğrencime teşekkürlerimi sunuyorum.
‘’Sevr’in kıskacına alınmak istenen ülke Türkiye’’. Elbette ki konunun daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle Sevr’in ne demek olduğunu bilmemiz icap eder. Bunu bilmemiz bize ‘’Neden Sevr?’’ sorusunun cevabını net bir şekilde verecektir.
Bizler tarih boyunca birçok devlet kurmuş ve pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış bir milletiz. Şüphesiz kurduğumuz en uzun süreli ve en büyük devlet de Osmanlı olmuştur. Osmanlı kurulduğu coğrafya, fethettiği yerlerde uyguladığı hoşgörü politikası, yetenekli ve bilgili devlet adamları, sağlam temeller üzerine inşa ettiği askeri, siyasi ve ekonomik yapısı ile kısa süre içerisinde çok geniş alanlara yayılmış ve tabiri yerindeyse altı asır boyunca dünyaya hükmetmiş bir cihan devletiydi. Lakin ne yazık ki devletin son yıllarında artan gerek iç gerekse dış baskılar; ülkeyi yıkılma ve yok olma sürecine itmiştir ve maalesef ki bu sürecin belki de en büyük yıkımı olan I. Dünya Savaşı’na istemeyerek de olsa Osmanlı katılmak zorunda kalmıştır. Osmanlı bu savaşta Çanakkale ve Kut'ül Amare gibi büyük ve önemli zaferler elde ettiyse de bu zaferler onun savaşı kaybetmesinin önüne geçememiştir. Savaş sonrası ülkeyi tamamen işgallere açık hale getiren Mondros adında bir ateşkes imzalamak zorunda kalmış ve bu ateşkesle birlikte yurdun her tarafı bil fiil işgal edilmeye başlamıştır. Bu işgallerin dayanağı Mondros’un en tehlikeli maddesi olan 7. Maddesidir ki bu maddeye göre İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit ettiklerini düşündükleri herhangi bir bölgeyi, dikkat edelim herhangi bir bölgeyi yani bunun içinde başkent İstanbul da olabilir, işgal edebileceklerdi. Yani aslında bu maddeye göre İtilaf Devletleri istedikleri yeri istedikleri zaman işgal edebileceklerdi. Çünkü biliyoruz ki onlar için bir yerde karışıklık çıkarmak o kadar da zor bir mesele değildi. Hatta uzmanlık alanlarıydı. Hele ki Osmanlı gibi içinde birçok azınlık bulunduran bir devlette bunu yapmak çok daha kolaydı. Nitekim öyle de oldu. Anlaşmadan kısa bir süre sonra İtilaf Devletleri Musul, Hatay, Batum, Urfa, Antep, Maraş, Kars, Antalya gibi birçok yerde karışıklık çıktığı yalanını öne sürerek işgallere başladı. Mondros’un bir başka maddesine göre ordumuz terhis edildiği için de Müslüman halk işgalci güçler karşısında savunmasız kalmıştı. Kendini savunamayacak durumda olan insanlara karşı daima güçlü oldu kanıtlayan İtilaf bloğu bu fırsatı en kanlı şekliyle değerlendirerek katliamlara başlamış, çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden birçok masum insanı kılıçtan geçirmişti. Lakin söz konusu vatan ise gerisi teferruattır anlayışı ile yetişen Anadolu halkı bu işgal ve katliamlara elbette sessiz kalmamış; vatanına, milletine ve namusuna göz diken düşmanına gereken cevabı en net şekliyle vermiştir. Bunun ilk örneğini de düşman işgaline uğrayan ilk topraklarımızdan biri olan Hatay’da görmekteyiz. Hatay’da Fransızların Müslüman halka yaptığı zulme katlanamayanlar Kara Mehmet Çavuş’un etrafında toplanarak Kuvayı milliye’yi kurmuş ve milli direnişi başlatmıştır. Lakin şunu bilmemiz gerekiyor ki halkımız ne kadar işgallere tepki gösterse de bu işgaller ne ilkti, ne de son olacaktı. Mondros Ateşkes Anlaşması’nın üzerinden daha 3 ay geçmemişti ki Paris’te bir konferans toplandı ve bu konferansta yenilen devletlerle yenen devletleri arasında barış anlaşmaları imzalandı. Lakin gariptir ki yenilen devletlerin hepsiyle barış anlaşması imzalandığı halde Osmanlı ile bir anlaşma yapılmadı. Bu konferansta Osmanlı’yı ilgilendiren sadece iki madde vardı. Bunlardan biri önceden İtalyanlara vaat edilen İzmir ve çevresinin Yunanlılara bırakılması diğeri ise Urfa, Antep ve Maraş’ın Fransızlara verilmesiydi.
‘’Sevr’in kıskacına alınmak istenen ülke Türkiye’’. Elbette ki konunun daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle Sevr’in ne demek olduğunu bilmemiz icap eder. Bunu bilmemiz bize ‘’Neden Sevr?’’ sorusunun cevabını net bir şekilde verecektir.
Bizler tarih boyunca birçok devlet kurmuş ve pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış bir milletiz. Şüphesiz kurduğumuz en uzun süreli ve en büyük devlet de Osmanlı olmuştur. Osmanlı kurulduğu coğrafya, fethettiği yerlerde uyguladığı hoşgörü politikası, yetenekli ve bilgili devlet adamları, sağlam temeller üzerine inşa ettiği askeri, siyasi ve ekonomik yapısı ile kısa süre içerisinde çok geniş alanlara yayılmış ve tabiri yerindeyse altı asır boyunca dünyaya hükmetmiş bir cihan devletiydi. Lakin ne yazık ki devletin son yıllarında artan gerek iç gerekse dış baskılar; ülkeyi yıkılma ve yok olma sürecine itmiştir ve maalesef ki bu sürecin belki de en büyük yıkımı olan I. Dünya Savaşı’na istemeyerek de olsa Osmanlı katılmak zorunda kalmıştır. Osmanlı bu savaşta Çanakkale ve Kut'ül Amare gibi büyük ve önemli zaferler elde ettiyse de bu zaferler onun savaşı kaybetmesinin önüne geçememiştir. Savaş sonrası ülkeyi tamamen işgallere açık hale getiren Mondros adında bir ateşkes imzalamak zorunda kalmış ve bu ateşkesle birlikte yurdun her tarafı bil fiil işgal edilmeye başlamıştır. Bu işgallerin dayanağı Mondros’un en tehlikeli maddesi olan 7. Maddesidir ki bu maddeye göre İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit ettiklerini düşündükleri herhangi bir bölgeyi, dikkat edelim herhangi bir bölgeyi yani bunun içinde başkent İstanbul da olabilir, işgal edebileceklerdi. Yani aslında bu maddeye göre İtilaf Devletleri istedikleri yeri istedikleri zaman işgal edebileceklerdi. Çünkü biliyoruz ki onlar için bir yerde karışıklık çıkarmak o kadar da zor bir mesele değildi. Hatta uzmanlık alanlarıydı. Hele ki Osmanlı gibi içinde birçok azınlık bulunduran bir devlette bunu yapmak çok daha kolaydı. Nitekim öyle de oldu. Anlaşmadan kısa bir süre sonra İtilaf Devletleri Musul, Hatay, Batum, Urfa, Antep, Maraş, Kars, Antalya gibi birçok yerde karışıklık çıktığı yalanını öne sürerek işgallere başladı. Mondros’un bir başka maddesine göre ordumuz terhis edildiği için de Müslüman halk işgalci güçler karşısında savunmasız kalmıştı. Kendini savunamayacak durumda olan insanlara karşı daima güçlü oldu kanıtlayan İtilaf bloğu bu fırsatı en kanlı şekliyle değerlendirerek katliamlara başlamış, çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden birçok masum insanı kılıçtan geçirmişti. Lakin söz konusu vatan ise gerisi teferruattır anlayışı ile yetişen Anadolu halkı bu işgal ve katliamlara elbette sessiz kalmamış; vatanına, milletine ve namusuna göz diken düşmanına gereken cevabı en net şekliyle vermiştir. Bunun ilk örneğini de düşman işgaline uğrayan ilk topraklarımızdan biri olan Hatay’da görmekteyiz. Hatay’da Fransızların Müslüman halka yaptığı zulme katlanamayanlar Kara Mehmet Çavuş’un etrafında toplanarak Kuvayı milliye’yi kurmuş ve milli direnişi başlatmıştır. Lakin şunu bilmemiz gerekiyor ki halkımız ne kadar işgallere tepki gösterse de bu işgaller ne ilkti, ne de son olacaktı. Mondros Ateşkes Anlaşması’nın üzerinden daha 3 ay geçmemişti ki Paris’te bir konferans toplandı ve bu konferansta yenilen devletlerle yenen devletleri arasında barış anlaşmaları imzalandı. Lakin gariptir ki yenilen devletlerin hepsiyle barış anlaşması imzalandığı halde Osmanlı ile bir anlaşma yapılmadı. Bu konferansta Osmanlı’yı ilgilendiren sadece iki madde vardı. Bunlardan biri önceden İtalyanlara vaat edilen İzmir ve çevresinin Yunanlılara bırakılması diğeri ise Urfa, Antep ve Maraş’ın Fransızlara verilmesiydi.