Okunması kolay (Şekspır) oysa yazılması zor (Shakespeare)…
‘Onun yazdıkları’, hele de ‘metin boyunca değişim gösteren (gerçek hayata uygun) insanı edebiyata ilk kez onun kazandırmış olması’ söz konusu olduğunda bize düşen çok ama çok kolay bir şey var: Şapka çıkarmak…
Ama William Shakespeare, başka hiçbir şey yazmamış olsaydı, sadece şu manzumeyi yazdıktan sonra yaşamı son bulmuş olsaydı bile değeri değişmezdi herhalde:
“Ben hep mutluyum.
Neden biliyor musun?
Çünkü hiç kimseden bir şey beklemiyorum.
Beklenti, her zaman zarar verir.
Hayat kısa. Bu yüzden hayatını sev ve mutlu ol.
Gülümsemeyi sakın bırakma.
Kendin için yaşa.
Konuşmadan önce dinle, yazmadan önce düşün.
Harcamadan önce kazan.
Dua etmeden önce inan, vazgeçmeden önce yeniden dene.
Nefret etmeden önce sev.
Ölmeden önce yaşa…”
***
‘Ölmeden önce yaşamış olmak’, herhalde en zoru; çünkü yaşamak dediğimiz şey, dünyaya anlam katmakla ilgili bir şey.
Bugüne dek yaşamış ve dünya yok oluncaya dek yaşayacak miyarlarca ve milyarlarca insanın çok azının başarabildiği bir şey…
‘Dünyaya anlam katabilmek’ ise insanın kendi kendisinin içinde eriyip yok olmasıyla ilgili…
‘Hiç kimseden, hiçbir şey beklememek’, sanki daha mı kolay?
Bu da çok zor!
Düşünsenize; merhamet beklememek, ilgi beklememek, saygı beklememek, sevgi beklememek…
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Piramidi ne olacak peki?
Ortadan yukarıya hiç mi çıkamayacağız?
‘Kendin için yaşa’ diyor ya Shakespeare, bu sanki biraz daha kolay.
Zaten çoğunluk ‘kendi için’ yaşıyor, değil mi?
Halbuki -bencilliğin korkunç yükselişi bir yana- kendi için yaşamıyor, yaşayamıyor çoğu insan.
Hayallerinden, zamanından, ömründen, fikirlerinden ödün vere vere yaşıyor insanlar.
Mecburen…
‘Dua etmeden önce inan, vazgeçmeden önce yeniden dene’ diyor büyük ozan.
Çok mânidâr…
Sanki bugünün dünyasında yaşamış, inançlar söz konusu olduğunda insanların içine düştüğü korkunç riyayı gözlemlemiş gibi…
Ve demek ki 17. Yüzyılda da inanmadan dua edenler, yeniden denemeyi göze almadan vazgeçenler, bu yüzden kaybedenler olmuş…
‘Nefret etmeden önce sev’…
Biz bunu ‘sevmeyi ve koşulsuz davet etmeyi dene’ diye açarsak yanlış mı olur?
O halde bu teklife, bu davete bağlı olarak kimi anımsarız?
Yunus’umuz, Mevlana’mız, Pir Sultan Abdal’ımız ne diyordu, anımsıyor musunuz?..
Ve…
‘Konuşmadan önce dinlemek, yazmadan önce düşünmek’…
Herhalde anlamanın ve köprüler kurmanın birinci koşulu budur.
Madem ki ‘gönüller yapmaya geldiğini’ söylüyor birileri…
Madem ki gönülden geçmeyen her yol çıkmaz sokak…
Madem ki anlaşılmak hepimizin dileği…
Ve madem ki yeni bir yılın ve koşullardan azade yepyeni umutların kapısını araladık bir kere daha…
Öyleyse Shakespeare haklı.
Okunması kolay, yazılması zor adam…
‘Onun yazdıkları’, hele de ‘metin boyunca değişim gösteren (gerçek hayata uygun) insanı edebiyata ilk kez onun kazandırmış olması’ söz konusu olduğunda bize düşen çok ama çok kolay bir şey var: Şapka çıkarmak…
Ama William Shakespeare, başka hiçbir şey yazmamış olsaydı, sadece şu manzumeyi yazdıktan sonra yaşamı son bulmuş olsaydı bile değeri değişmezdi herhalde:
“Ben hep mutluyum.
Neden biliyor musun?
Çünkü hiç kimseden bir şey beklemiyorum.
Beklenti, her zaman zarar verir.
Hayat kısa. Bu yüzden hayatını sev ve mutlu ol.
Gülümsemeyi sakın bırakma.
Kendin için yaşa.
Konuşmadan önce dinle, yazmadan önce düşün.
Harcamadan önce kazan.
Dua etmeden önce inan, vazgeçmeden önce yeniden dene.
Nefret etmeden önce sev.
Ölmeden önce yaşa…”
***
‘Ölmeden önce yaşamış olmak’, herhalde en zoru; çünkü yaşamak dediğimiz şey, dünyaya anlam katmakla ilgili bir şey.
Bugüne dek yaşamış ve dünya yok oluncaya dek yaşayacak miyarlarca ve milyarlarca insanın çok azının başarabildiği bir şey…
‘Dünyaya anlam katabilmek’ ise insanın kendi kendisinin içinde eriyip yok olmasıyla ilgili…
‘Hiç kimseden, hiçbir şey beklememek’, sanki daha mı kolay?
Bu da çok zor!
Düşünsenize; merhamet beklememek, ilgi beklememek, saygı beklememek, sevgi beklememek…
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Piramidi ne olacak peki?
Ortadan yukarıya hiç mi çıkamayacağız?
‘Kendin için yaşa’ diyor ya Shakespeare, bu sanki biraz daha kolay.
Zaten çoğunluk ‘kendi için’ yaşıyor, değil mi?
Halbuki -bencilliğin korkunç yükselişi bir yana- kendi için yaşamıyor, yaşayamıyor çoğu insan.
Hayallerinden, zamanından, ömründen, fikirlerinden ödün vere vere yaşıyor insanlar.
Mecburen…
‘Dua etmeden önce inan, vazgeçmeden önce yeniden dene’ diyor büyük ozan.
Çok mânidâr…
Sanki bugünün dünyasında yaşamış, inançlar söz konusu olduğunda insanların içine düştüğü korkunç riyayı gözlemlemiş gibi…
Ve demek ki 17. Yüzyılda da inanmadan dua edenler, yeniden denemeyi göze almadan vazgeçenler, bu yüzden kaybedenler olmuş…
‘Nefret etmeden önce sev’…
Biz bunu ‘sevmeyi ve koşulsuz davet etmeyi dene’ diye açarsak yanlış mı olur?
O halde bu teklife, bu davete bağlı olarak kimi anımsarız?
Yunus’umuz, Mevlana’mız, Pir Sultan Abdal’ımız ne diyordu, anımsıyor musunuz?..
Ve…
‘Konuşmadan önce dinlemek, yazmadan önce düşünmek’…
Herhalde anlamanın ve köprüler kurmanın birinci koşulu budur.
Madem ki ‘gönüller yapmaya geldiğini’ söylüyor birileri…
Madem ki gönülden geçmeyen her yol çıkmaz sokak…
Madem ki anlaşılmak hepimizin dileği…
Ve madem ki yeni bir yılın ve koşullardan azade yepyeni umutların kapısını araladık bir kere daha…
Öyleyse Shakespeare haklı.
Okunması kolay, yazılması zor adam…