İnsanoğlunun varoluşundan günümüz toplumuna kadar süregelen “göç” kavramı günümüzde de güncelliğini korumakta ve irdelenmesi gereken konulardan biri olmaya devam etmektedir. İnsanlar halihazırda yaşamış olduğu bölgelerde meydana gelen ekonomik, sosyal, siyasal veya kültürel sebeplerle ve bu sebeplerde görmüş olduğu yetersizlikleri aşmak gayesiyle, bazen tek tek bazen de kitlesel olarak, kimi zaman geçici kimi zaman da kalıcı yer değiştirerek göç etmektedir.
Hiç kimse hayatında her şey yolunda giderken doğal yaşam alanını terkederek göç etmeyi düşünmeyecektir. İnsanları göç etmeye iten bir takım zorunlu sebepler vardır ve bu sebeplerden biri de çevresel faktörlerin etkisiyle meydana gelen iklimsel değişikliklerdir.
İklim değişikliği ile yaşanan göçleri OrtaAsya toplumuna kadar götürmek mümkündür. İklim değişiklğinin etkisiyle doğal kaynaklarda yaşanan kıtlık üretime ilişkin faaliyetleri de etkilemekte ve insanları zaruri olarak göçe zorlamaktadır. Sanayi devriminden sonra endüstriyel üretimde meydana gelen artışa parallel olarak çevre sorunları iklim değişikliğini de beraberinde getirmiştir.
Sera gazının artmasına rağmen karbon emilimi gerektiği kadar sağlanamadığından atmosfterde birikmiş olan sera gazının da etkisiyle “küresel ısınma” baş göstermiştir. Küresel ısınmanın etkisiyle buzullar erimeye başlamış ve deniz seviyelerinde yükselmeler yaşanmıştır. Bunun yanında kuraklık ve çölleşme de sera gazlarının etkisi olarak görülmektedir. Bu etkiler iklim değişikliğine bağlı uzun dönemli etkiler olsa da seller, yangınlar, tusunamiler, gibi kısa dönemli etkileri de mevcuttur.
Özellikle yağış rejimlerinde meydana gelen bu değişiklikler biyolojik çeşitliliği de etkilemek de bir çok canlı türünü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Gıdalar ve sularda meydana gelen kıtlık sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Tüm bu ekolojik ve çevresel değişiklikler insanların yaşadığı doğal ortamları değiştirmekte veya bu alanların kaybolmasına ve nihayetinde insanları bu alanları terketmeye zorlamaktadır.
Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği verilerine göre 2008 yılından itibaren her yıl 21,5 milyon insan iklimsel değişikliklerin etkisiyle göç etmektedir. Ve 2050 yılına kadar 200 milyonu aşkın insanın da göç edeceği öngörülmektedir. Yaşanan bu göçler göç edilen bölge de bir takım etkilere sebep Avukat, Erzurum Barosu Mülteci Hakları Komisyonu Başkanı olmaktadır. Ülkemiz jeoplolitik konumu itibariyle yaşanan göçlerden her zaman en fazla etkilenen ülkelerden biri olmuştur ve olmaya da devam edecektir.
Göçmeler göç ettikleri bölgelerde doğal kaynaklar, sağlık, eğitim, ulaşım, istihdam gibi ekonomik sorunlar, nüfus hareketliliğine bağlı çevresel sorunlar, kültür ve dil gibi sosyal sorunlarla karşı karşıya kalsa da en önemli problem hiç şüphesiz hukuksal statülerinin ne olduğu ile ilgilidir. Hukusal statü Göç Hukuku açısından bir sorun teşkil etse de bu sorun iklim göçmenleri açısından bir belirsizliğe dönüşmektedir. Gerek Mülteci kavramını düzenleyen uluslararası hukuk da gerekse de uluslararası hukuka parallel olarak hazırlanan yasal mevzuatımız da iklim mültecilerini karşılayan bir tanımlama ya da koruma bulunmamaktadır.
1951 tarihli Cenevre Sözleşmesine göre mülteci statüsünün sağlanabilmesi bir kimsenin ırkı, dini, milliyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti ve siyasi görüşünden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeple korkan ve vatandaşı olduğu ülkenin dışında olan veya haklı korku sebebiyle vatandaşı olduğu ülkenin korumasından faydalanamayan ya da faydalanmak istemmeyen şartına bağlanmakta bu şartların varlığı halinde mülteci statüsü verilmektedir. Çevresel ve iklimsel değişiklikler bu sebeplerin içerisinde sayılmamaktadır. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği de mülteci hukuku içerisinde yer almadığı gerekçesiyle iklim mültecisi kavramını kabul etmemektedir. Avrupa Birliği hukuku da iklim mültecisi kavramını kabul etmemektedir.
Türk hukukunda 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunumuz uluslararası koruma ve geçici koruma hükümlerini düzenlemekte bu kanun hükümleri çerçevesinde göç edenlerin hukuki statüsü belirlenebilmektedir. Gerek 6458 sayılı kanunumuz gerekse de kanuna dayanılarak çıkarılan yönetmeliğimiz özellikle uluslararası koruma bağlamında 1951 sayılı Cenevre sözleşmesini temel aldığı için, ulusal mevzuatta da iklim mültecisi kavramını karşılayan bir tanım ve koruma bulıunmamaktadır. Ulusal mevzuatta mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma tanım ve şartları daha kesin olmakla birlikte ‘’geçici koruma’’ hukuki statüsü bir uluslararası koruma sağlamasa da ve her ne kadar iklim mülteciliği ile ilgili hükümler barındırmasa da Cumhurbaşkanı kararı ile sebepler genişletilebilmektedir. Bu nedenle iklim mülteciliğini olası bir durumda geçici koruma çatısı altında değerlendirebilmek mümkündür.
Sonuç olarak doğal haklar diye nitelendirdiğimiz haklar insanların doğuştan getirdiği haklar olup devletlerin vatandaş ve yabancı ayrımı yapmaksızın tanıması gereken haklardır. Değişen iklim şartları ve özellikle küresel ısınmanın etkileriyle bir çok insan zorunlu olarak yaşadığı yerleri terketmekte ve güvenli olarak gördüğü yerlere göç etmektedir. Göç ettiği yerde hukuki statü olarak tanınmaması bu insanların bir çok haktan mahrum kalmasına sebep olacaktır. Başta uluslararası hukukta konu ile ilgili bir düzenlemenin bulunmaması insan hakları ihallerine sebebiyet vermektedir. Yaşanacak iklim kaynaklı göçler sebebiyle uluslararası düzenlemeler ulusal mevzualar ile işbirliği içerisinde olmalı ve bu belirsiz durumu neticeye kavuşturmalıdır.
Hiç kimse hayatında her şey yolunda giderken doğal yaşam alanını terkederek göç etmeyi düşünmeyecektir. İnsanları göç etmeye iten bir takım zorunlu sebepler vardır ve bu sebeplerden biri de çevresel faktörlerin etkisiyle meydana gelen iklimsel değişikliklerdir.
İklim değişikliği ile yaşanan göçleri OrtaAsya toplumuna kadar götürmek mümkündür. İklim değişiklğinin etkisiyle doğal kaynaklarda yaşanan kıtlık üretime ilişkin faaliyetleri de etkilemekte ve insanları zaruri olarak göçe zorlamaktadır. Sanayi devriminden sonra endüstriyel üretimde meydana gelen artışa parallel olarak çevre sorunları iklim değişikliğini de beraberinde getirmiştir.
Sera gazının artmasına rağmen karbon emilimi gerektiği kadar sağlanamadığından atmosfterde birikmiş olan sera gazının da etkisiyle “küresel ısınma” baş göstermiştir. Küresel ısınmanın etkisiyle buzullar erimeye başlamış ve deniz seviyelerinde yükselmeler yaşanmıştır. Bunun yanında kuraklık ve çölleşme de sera gazlarının etkisi olarak görülmektedir. Bu etkiler iklim değişikliğine bağlı uzun dönemli etkiler olsa da seller, yangınlar, tusunamiler, gibi kısa dönemli etkileri de mevcuttur.
Özellikle yağış rejimlerinde meydana gelen bu değişiklikler biyolojik çeşitliliği de etkilemek de bir çok canlı türünü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Gıdalar ve sularda meydana gelen kıtlık sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Tüm bu ekolojik ve çevresel değişiklikler insanların yaşadığı doğal ortamları değiştirmekte veya bu alanların kaybolmasına ve nihayetinde insanları bu alanları terketmeye zorlamaktadır.
Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği verilerine göre 2008 yılından itibaren her yıl 21,5 milyon insan iklimsel değişikliklerin etkisiyle göç etmektedir. Ve 2050 yılına kadar 200 milyonu aşkın insanın da göç edeceği öngörülmektedir. Yaşanan bu göçler göç edilen bölge de bir takım etkilere sebep Avukat, Erzurum Barosu Mülteci Hakları Komisyonu Başkanı olmaktadır. Ülkemiz jeoplolitik konumu itibariyle yaşanan göçlerden her zaman en fazla etkilenen ülkelerden biri olmuştur ve olmaya da devam edecektir.
Göçmeler göç ettikleri bölgelerde doğal kaynaklar, sağlık, eğitim, ulaşım, istihdam gibi ekonomik sorunlar, nüfus hareketliliğine bağlı çevresel sorunlar, kültür ve dil gibi sosyal sorunlarla karşı karşıya kalsa da en önemli problem hiç şüphesiz hukuksal statülerinin ne olduğu ile ilgilidir. Hukusal statü Göç Hukuku açısından bir sorun teşkil etse de bu sorun iklim göçmenleri açısından bir belirsizliğe dönüşmektedir. Gerek Mülteci kavramını düzenleyen uluslararası hukuk da gerekse de uluslararası hukuka parallel olarak hazırlanan yasal mevzuatımız da iklim mültecilerini karşılayan bir tanımlama ya da koruma bulunmamaktadır.
1951 tarihli Cenevre Sözleşmesine göre mülteci statüsünün sağlanabilmesi bir kimsenin ırkı, dini, milliyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti ve siyasi görüşünden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeple korkan ve vatandaşı olduğu ülkenin dışında olan veya haklı korku sebebiyle vatandaşı olduğu ülkenin korumasından faydalanamayan ya da faydalanmak istemmeyen şartına bağlanmakta bu şartların varlığı halinde mülteci statüsü verilmektedir. Çevresel ve iklimsel değişiklikler bu sebeplerin içerisinde sayılmamaktadır. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği de mülteci hukuku içerisinde yer almadığı gerekçesiyle iklim mültecisi kavramını kabul etmemektedir. Avrupa Birliği hukuku da iklim mültecisi kavramını kabul etmemektedir.
Türk hukukunda 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunumuz uluslararası koruma ve geçici koruma hükümlerini düzenlemekte bu kanun hükümleri çerçevesinde göç edenlerin hukuki statüsü belirlenebilmektedir. Gerek 6458 sayılı kanunumuz gerekse de kanuna dayanılarak çıkarılan yönetmeliğimiz özellikle uluslararası koruma bağlamında 1951 sayılı Cenevre sözleşmesini temel aldığı için, ulusal mevzuatta da iklim mültecisi kavramını karşılayan bir tanım ve koruma bulıunmamaktadır. Ulusal mevzuatta mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma tanım ve şartları daha kesin olmakla birlikte ‘’geçici koruma’’ hukuki statüsü bir uluslararası koruma sağlamasa da ve her ne kadar iklim mülteciliği ile ilgili hükümler barındırmasa da Cumhurbaşkanı kararı ile sebepler genişletilebilmektedir. Bu nedenle iklim mülteciliğini olası bir durumda geçici koruma çatısı altında değerlendirebilmek mümkündür.
Sonuç olarak doğal haklar diye nitelendirdiğimiz haklar insanların doğuştan getirdiği haklar olup devletlerin vatandaş ve yabancı ayrımı yapmaksızın tanıması gereken haklardır. Değişen iklim şartları ve özellikle küresel ısınmanın etkileriyle bir çok insan zorunlu olarak yaşadığı yerleri terketmekte ve güvenli olarak gördüğü yerlere göç etmektedir. Göç ettiği yerde hukuki statü olarak tanınmaması bu insanların bir çok haktan mahrum kalmasına sebep olacaktır. Başta uluslararası hukukta konu ile ilgili bir düzenlemenin bulunmaması insan hakları ihallerine sebebiyet vermektedir. Yaşanacak iklim kaynaklı göçler sebebiyle uluslararası düzenlemeler ulusal mevzualar ile işbirliği içerisinde olmalı ve bu belirsiz durumu neticeye kavuşturmalıdır.