Ahde vefa gösterilmesi, her ne koşulda olursa olsun, lehine de olsa aleyhine de olsa verilen sözlerin tutulması, müminin ayırıcı özelliklerindendir. Verilen söz, vefayı gerektirir. Peygamber Efendimiz (sav) “Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur.” (İbn Hanbel, III,134) buyurmuştur. İslam bize, söz kime verildiğinin değil, bizzat sözün kendisinin esas olduğu, söz verildiyse, antlaşma yapıldıysa mutlaka sözün yerine getirilmesi, antlaşmaya riayet edilmesi gerektiğini öğretir.
Hz. Peygamber (sav) daha peygamber olmadan önce dahi “Muhammedü’l-Emîn” (Güvenilir Muhammed) olarak şöhret kazanmış, onun bu özelliğini can düşmanları bile itiraf etmekten kendilerini alamamıştır. Henüz Müslüman olmayan Ebû Süfyân, ticaret amacıyla Şam’a gittiğinde, peygamberlik iddiasında bulunan, Peygamberimiz hakkında kendisinden bilgi almak istediğini söyleyen Rum kayseri Heraklius ile aralarında geçen konuşmayı şöyle anlatmaktadır.
Heraklius, "Peygamberlik iddiasında bulunmadan evvel onu hiç yalan söylemekle itham etmiş miydiniz?" dedi. Ben, "Hayır." dedim. "Sözünde durmamazlık eder mi?" dedi. Ben yine hayır dedim. İbn Abbâs’tan gelen başka bir rivayete göre Heraklius, Ebû Süfyân’ın verdiği cevapları, “Onun, namaz kılmayı, doğru, dürüst olmayı, iffetli olmayı, ahde vefa göstermeyi ve emaneti sahibine tevdi etmeyi istediğini iddia ettin.” şeklinde özetlemiş, “İşte bunlar bir peygamberin vasfıdır.” demek suretiyle, beklenen peygamber hakkındaki bilgisinin yanında ona olan hayranlığını da ortaya koymuştur. (Buhari, Şehadet,28)
Verilen sözden dönmek fasıkların, yapılan ahitlere riayet etmek ise müminlerin en belirgin vasıflarındandır. Nitekim “...Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü ‘söz veren, sözünden sorumludur.’ ayeti gereği, verilen söz mesuliyet doğurmaktadır. (İsra,134) Yine, “Kardeşinle (düşmanlığa varan) tartışmaya girme, onunla kırıcı şekilde şakalaşma ve ona yerine getiremeyeceğin sözü verme.” (Tirmizi, Birr,58) buyuran Hz. Peygamber (sav) söz vermenin ağır bir sorumluluk olduğunu ifade etmiştir.
Basit menfaatler nedeniyle verdiği sözden dönenler, Allah Teâlâ tarafından, “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların âhirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. ‘Onlar için acı bir azap vardır.’ (Al-i İmran,77) âyet-i celîlesi ile tehdit edilmektedir.
Kime ve neden verildiği değil, bizzat sözün kendisi esastır, değerlidir ve önemlidir. Dolayısıyla sadece hukukî antlaşmalar ya da resmî sözleşmeler değil, büyük küçük, kadın erkek toplumun her ferdini ilgilendiren günlük hayata dair vaatler de bağlayıcıdır. Bu nedenle kişi, kendi çocuklarına verdiği sözü bile küçük görüp, basite alıp savuşturmamalıdır.
Hz. Peygamber (sav) in bu konudaki duyarlılığını açıkça ortaya koyan şu olay söze sadakatin önemine vurgu yapma açısından önemli bir tutumdur. Bedir Muharebesi’ne katılamadığını açıklayan Huzeyfe el-Yemânî bize şöyle anlatmaktadır: “Bedir Savaşı’na şu nedenle katılamadım. Babam Huseyl ve ben birlikte savaşa katılmak için yola çıkmıştık. Kureyşli müşrikler bizi yakaladılar ve "Siz Muhammed’e katılmaya mı gidiyorsunuz?" diye sorguya çektiler. "Hayır. Ona katılmaya gitmiyoruz, biz sadece Medine’ye gidiyoruz." dedik. Ve bizden Medine’ye gitsek bile Hz. Peygamber ile birlikte savaşa katılmayacağımıza dair Allah’ın adıyla söz ve yemin aldılar. Allah Resûlü’nün (sav) yanına gidip durumu ona anlattığımızda, "Siz geri dönün. Biz onlara verdiğimiz sözü tutarız, onlar karşısında yardımı da Allah’tan isteriz." buyurdu.” (Müslim, Cihat,98)
Tutulmayan söz, yerine getirilmeyen vaat, şartlarına riayet edilmeyen antlaşma, kişide nifak alâmeti olarak görülecek, ayrıca toplumsal çöküşü de hızlandıracaktır. Söze sadakat, dünyada onur ve güven, âhirette ise Yüce Allah’ın iltifatını kazandıracaktır. Peygamber Efendimiz (sav) “Bana kendi adınıza altı şeyin güvencesini verin, ben de size cennetin güvencesini vereyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin, söz verdiğinizde sözünüzü tutun, size bir şey emanet edildiğinde ona riayet edin, iffetinizi koruyun, gözlerinizi bakılması yasak olandan sakının ve ellerinizi haramdan çekin.” (İbn Hanbel,V,323) buyurmuştur. Zira unutulmamalıdır ki verilen sözlerin tutulması, ahde vefa, antlaşmalara riayet, kişinin kurtuluşuna vesile olacağı gibi, topluma da huzur ve barış getirecektir.
Hz. Peygamber (sav) daha peygamber olmadan önce dahi “Muhammedü’l-Emîn” (Güvenilir Muhammed) olarak şöhret kazanmış, onun bu özelliğini can düşmanları bile itiraf etmekten kendilerini alamamıştır. Henüz Müslüman olmayan Ebû Süfyân, ticaret amacıyla Şam’a gittiğinde, peygamberlik iddiasında bulunan, Peygamberimiz hakkında kendisinden bilgi almak istediğini söyleyen Rum kayseri Heraklius ile aralarında geçen konuşmayı şöyle anlatmaktadır.
Heraklius, "Peygamberlik iddiasında bulunmadan evvel onu hiç yalan söylemekle itham etmiş miydiniz?" dedi. Ben, "Hayır." dedim. "Sözünde durmamazlık eder mi?" dedi. Ben yine hayır dedim. İbn Abbâs’tan gelen başka bir rivayete göre Heraklius, Ebû Süfyân’ın verdiği cevapları, “Onun, namaz kılmayı, doğru, dürüst olmayı, iffetli olmayı, ahde vefa göstermeyi ve emaneti sahibine tevdi etmeyi istediğini iddia ettin.” şeklinde özetlemiş, “İşte bunlar bir peygamberin vasfıdır.” demek suretiyle, beklenen peygamber hakkındaki bilgisinin yanında ona olan hayranlığını da ortaya koymuştur. (Buhari, Şehadet,28)
Verilen sözden dönmek fasıkların, yapılan ahitlere riayet etmek ise müminlerin en belirgin vasıflarındandır. Nitekim “...Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü ‘söz veren, sözünden sorumludur.’ ayeti gereği, verilen söz mesuliyet doğurmaktadır. (İsra,134) Yine, “Kardeşinle (düşmanlığa varan) tartışmaya girme, onunla kırıcı şekilde şakalaşma ve ona yerine getiremeyeceğin sözü verme.” (Tirmizi, Birr,58) buyuran Hz. Peygamber (sav) söz vermenin ağır bir sorumluluk olduğunu ifade etmiştir.
Basit menfaatler nedeniyle verdiği sözden dönenler, Allah Teâlâ tarafından, “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların âhirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. ‘Onlar için acı bir azap vardır.’ (Al-i İmran,77) âyet-i celîlesi ile tehdit edilmektedir.
Kime ve neden verildiği değil, bizzat sözün kendisi esastır, değerlidir ve önemlidir. Dolayısıyla sadece hukukî antlaşmalar ya da resmî sözleşmeler değil, büyük küçük, kadın erkek toplumun her ferdini ilgilendiren günlük hayata dair vaatler de bağlayıcıdır. Bu nedenle kişi, kendi çocuklarına verdiği sözü bile küçük görüp, basite alıp savuşturmamalıdır.
Hz. Peygamber (sav) in bu konudaki duyarlılığını açıkça ortaya koyan şu olay söze sadakatin önemine vurgu yapma açısından önemli bir tutumdur. Bedir Muharebesi’ne katılamadığını açıklayan Huzeyfe el-Yemânî bize şöyle anlatmaktadır: “Bedir Savaşı’na şu nedenle katılamadım. Babam Huseyl ve ben birlikte savaşa katılmak için yola çıkmıştık. Kureyşli müşrikler bizi yakaladılar ve "Siz Muhammed’e katılmaya mı gidiyorsunuz?" diye sorguya çektiler. "Hayır. Ona katılmaya gitmiyoruz, biz sadece Medine’ye gidiyoruz." dedik. Ve bizden Medine’ye gitsek bile Hz. Peygamber ile birlikte savaşa katılmayacağımıza dair Allah’ın adıyla söz ve yemin aldılar. Allah Resûlü’nün (sav) yanına gidip durumu ona anlattığımızda, "Siz geri dönün. Biz onlara verdiğimiz sözü tutarız, onlar karşısında yardımı da Allah’tan isteriz." buyurdu.” (Müslim, Cihat,98)
Tutulmayan söz, yerine getirilmeyen vaat, şartlarına riayet edilmeyen antlaşma, kişide nifak alâmeti olarak görülecek, ayrıca toplumsal çöküşü de hızlandıracaktır. Söze sadakat, dünyada onur ve güven, âhirette ise Yüce Allah’ın iltifatını kazandıracaktır. Peygamber Efendimiz (sav) “Bana kendi adınıza altı şeyin güvencesini verin, ben de size cennetin güvencesini vereyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin, söz verdiğinizde sözünüzü tutun, size bir şey emanet edildiğinde ona riayet edin, iffetinizi koruyun, gözlerinizi bakılması yasak olandan sakının ve ellerinizi haramdan çekin.” (İbn Hanbel,V,323) buyurmuştur. Zira unutulmamalıdır ki verilen sözlerin tutulması, ahde vefa, antlaşmalara riayet, kişinin kurtuluşuna vesile olacağı gibi, topluma da huzur ve barış getirecektir.