Su; İnsanlığın varlığına sebep, mucizevi bir sıvı…
Artan dünya nüfusu, değişen iklimler belki de varlığımıza sebep olan bileşik için savaşların başlamasına sebep olacak?
Zira Su, tarihin her döneminde gücü simgelemekte, sahip olan devletler ve medeniyetler tarihe yön vermektedirler.
Dünyanın dört bir yanında topluluklar suyun varlığına paralel olarak bulundukları bölgelerde yerleşmişlerdir. Yerleşikliğe geçişlerinin temelinde de su bulunmaktadır. İlk yerleşik topluluklar su kaynaklarına yakın yerlerde kurulmuş ve suyun kullanımı bu toplulukları varlık ve yokluk boyutunda etkilemiştir. Dünya üzerindeki İlk kentler Güney Mezopotamya’da kurulmuş, yani binlerce bireyin bir düzen ve karmaşa içerisinde yaşamaya başladığı ilk kentler, kaynaklar ve bu kaynakların sınırları çok belirgin olan bir bölgede ortaya çıkmıştır. Elbette kentleşmenin ortaya çıkışında mimari, yönetim biçimleri, sosyal ve kültürel birçok veri önemlidir fakat su, bahse konu etmenlerin en başında bulunmaktadır. Bu sebeple kurulan kentlerin ortak paydalarında suyun varlığı söz konusudur. Öyle ki; Su ’yun kontrolünün tarihi, kültür tarihimizin en önemli şekillendiricilerinden birisidir. Orta Doğu’da yani ilk kentlerin doğduğu bu topraklarda kültürleri, toplulukları ve tarihleri etrafında şekillendirmekte binlerce yıl önce olduğu gibi bugünde gücün belirleyici bir kanıtı olabilme durumunu korumaktadır.
Bugün ciddi anlamda etkilendiğimiz Suriye’deki iç savaşın ilk tohumları 2005 ve 2006 yılında gerçekleşen kuraklık ile olmuştur. Suriye’nin güneyinde tarım şehirlerinde yaşanan yoğun kuraklık sonucu yetiştiricilerin artık ekim yapamaz olması ve yoğun bir şekilde kuzeyde merkezlere doğru göç etmesi sonucunda çok kötü şartlarda yaşamaya mahkum kitleler, hükümet ve rejim karşıtı gösterilere başlamıştır. Besin ve yaşam konusundaki istikrarsızlık sonrasında çoğunluğu savaşmaya hazır genç tarımcı bireyler hükümete karşı sert bir ayaklanmaya kalkıştığında bu durumun bir iç savaşa dönüşmesi uzun sürmemiş ve hali hazırdaki manzara ortaya çıkmıştır.
Suyun önemine dair bir başka güncel örnek ise Doğu Akdeniz kıyılarında yaşanmaktadır.. Filistin topraklarında bir şekilde devlet kuran İsrail, suyun önemini en iyi bilen devletlerden birisidir. 60’larda yaşanan 6 gün savaşlarında İsrail’in en büyük kazanımı Ürdün vadisinin su kaynaklarının çıktığı Golan tepelerini ele geçirmesi olmuştur. Nitekim bu su kaynaklarını kendi kontrolü altına almasının ardından, gelişmeler bu çerçevede ilerlemiştir. Senelerce Batı Şeria ve Gazze’de devam eden kuşatma ve işgal hareketlerinin ortasında da su önemli bir noktada durmaktadır. Kısıtlı su kaynaklarına sahip bölgede en önemli temiz su kaynağı akifer olarak bilinen yeraltı sularından sağlanmaktadır. İsrail ise Gazze haricindeki tüm Filistin topraklarında bu akiferlerin kontrolünü elinde tutmakta. Aynı zamanda işgal hareketinin bir ayağı olan yerleşim bölgelerine ilgi çekmek için bu yeni yerleşim alanlarında suyun akışını serbest bırakırken, tarımcı Arap köylerine bir çeşit mafya yöntemleri ile suyu yüksek meblağlarla satmaktadır. Böylelikle su üzerinden insanları tehdit ederek hedeflerine ulaşmayı düşünmektedir.
Dünya tarihinin yanı sıra ülkemizde de su üzerine birçok olay anlatılabilir. Bugün köylerimizde ki küslüklerin, kavgaların hatta ölümle sonuçlanan olayların büyük bir bölümünün temelinde suya sahip olabilme düşüncesi yatmaktadır.
Milletlerin doğmasına, batmasına savaşların başlayıp bitmesine, insanların ölmesine sebep olan bu sıvı son zamanlarda yapılan önemli çalışmalar neticesinde azalma eğilimine girmiştir. Uzmanlar 2050’li yıllarda mevcut su talebinin yaklaşık %55 oranında artacağını vurgulamaktadırlar.
Dünyanın %70’ni oluşturan su kütlesinin sadece %2,5’i tatlı su yani bizler için gerekli olan potansiyele sahiptir. Tatlı suyun %68.7’si, kutuplarda donmuş halde bulunmakta; %30.1’inin ise yeraltı su kaynaklarını oluşturmaktadır. Unesco tarafından yapılan bir araştırmaya göre yeraltı sularının önemli bir bölümü ekonomik kullanım değerinde değildir. Tatlı suların sadece %0.3’ü yerüstü su kaynaklarında, göllerde, akarsularda, barajlarda ve göletlerde bulunmaktadır.
Durum böyle olunca, Dünyamızda 1.4 milyar insan yeterli içme suyundan yoksun kalmakta, 2.3 milyar kişi sağlıklı suya hasret ve yılda 7 milyon kişi su ile ilgili hastalıklardan ölmektedir. Dünyada kişi başına su tüketimi yılda ortalama 800 m3 dolayındadır.
Türkiye’de mevcut tüketim değerleri esas alınarak artan nüfus ve ihtiyaçlar dikkate alındığında 2025’de su talebinin mevcut tüketimin % 183’ü kadar olacağını düşünülmektedir. Bu koşullarda Türkiye’de Trakya ,İç Anadolu ve Batı Anadolu gibi bazı bölgelerde ciddi su sıkıntısı görülebilecektir. Bu nedenle her alanda su tasarrufunu sağlayacak önlemlerin alınması gerekmektedir.
Dünyada ki su miktarı yaklaşık 1.4 Milyar km3’tür. Bu değer değişmemektedir fakat istatistiklere bakıldığı zaman Dünyanın 1940 yılında toplam su tüketiminin (Sulama, İçme, Sanayi) 1000km3, 1960’da 2000km3, 1990 yılında 4130km3 olduğundan hareketle mevcudiyeti artmayan bir sıvının talebinin artması gelecek adına kaygı vericidir.
Gelelim Ülkemizdeki mevcut durumumuza; Türkiye, sanılanın aksine su zengini bir ülke değil. Artan nüfusu ve paralel olarak artan su kullanım alanları ile ne yazık ki “su fakiri” bir ülke olma yolunda ilerlemektedir.
Devlet Su İşleri’nin resmi sitesinde yer alan kriterlere göre, ülkede kişi başına düşen su miktarı kriteri üzerinden ülkeler “su zengini” veya “su fakiri” olarak nitelendiriliyor. Bu sıralamaya göre kişi başına düşen yıllık su miktarı 8.000 m3 ‘ten fazla olan ülkeler su zengini, 2.000 m3’ten az olan ülkeler su kıtlığı yaşayan ülkeler ve 1.000 m3’ten az olan ülkeler ise su fakirliği çeken ülkeler arasında yer alıyor. DSİ’nin verilerine göre Türkiye’de yıllık kişi başına düşen su miktarı yaklaşık 1519 m3. Bu miktar ile de Türkiye, su kıtlığı çeken ülkeler kategorisinde yer almaktadır. Ancak, TÜİK’in 2030 yılı için 100 milyonluk nüfus tahmini göz önünde bulundurulduğunda, mevcut su miktarı ve tüketimi sabit kaldığında kişi başı kullanımın 1120 m3/yıl civarında olacağı öngörülmektedir.
İklimlerin değiştiği yağış miktarının her geçen gün daha da azaldığı düşünüldüğünde gelecek su açısından kaygı verici bir durumdadır.
Bu nedenle mevcut su kaynaklarımızı planlarken ve kullanırken bu gerçekleri unutmamamız gerekmektedir.
Gelecek nesillere birçok miras bırakabiliriz, fakat su bırakamazsak diğer bütün değerlerimiz anlamını yitirir…
Bugünden itibaren su kullanımı noktasında daha hassas olmalı değerli bir taş hükmünde korumalıyız, zira susuz kalırız.
Gökhan ARSLAN
Artan dünya nüfusu, değişen iklimler belki de varlığımıza sebep olan bileşik için savaşların başlamasına sebep olacak?
Zira Su, tarihin her döneminde gücü simgelemekte, sahip olan devletler ve medeniyetler tarihe yön vermektedirler.
Dünyanın dört bir yanında topluluklar suyun varlığına paralel olarak bulundukları bölgelerde yerleşmişlerdir. Yerleşikliğe geçişlerinin temelinde de su bulunmaktadır. İlk yerleşik topluluklar su kaynaklarına yakın yerlerde kurulmuş ve suyun kullanımı bu toplulukları varlık ve yokluk boyutunda etkilemiştir. Dünya üzerindeki İlk kentler Güney Mezopotamya’da kurulmuş, yani binlerce bireyin bir düzen ve karmaşa içerisinde yaşamaya başladığı ilk kentler, kaynaklar ve bu kaynakların sınırları çok belirgin olan bir bölgede ortaya çıkmıştır. Elbette kentleşmenin ortaya çıkışında mimari, yönetim biçimleri, sosyal ve kültürel birçok veri önemlidir fakat su, bahse konu etmenlerin en başında bulunmaktadır. Bu sebeple kurulan kentlerin ortak paydalarında suyun varlığı söz konusudur. Öyle ki; Su ’yun kontrolünün tarihi, kültür tarihimizin en önemli şekillendiricilerinden birisidir. Orta Doğu’da yani ilk kentlerin doğduğu bu topraklarda kültürleri, toplulukları ve tarihleri etrafında şekillendirmekte binlerce yıl önce olduğu gibi bugünde gücün belirleyici bir kanıtı olabilme durumunu korumaktadır.
Bugün ciddi anlamda etkilendiğimiz Suriye’deki iç savaşın ilk tohumları 2005 ve 2006 yılında gerçekleşen kuraklık ile olmuştur. Suriye’nin güneyinde tarım şehirlerinde yaşanan yoğun kuraklık sonucu yetiştiricilerin artık ekim yapamaz olması ve yoğun bir şekilde kuzeyde merkezlere doğru göç etmesi sonucunda çok kötü şartlarda yaşamaya mahkum kitleler, hükümet ve rejim karşıtı gösterilere başlamıştır. Besin ve yaşam konusundaki istikrarsızlık sonrasında çoğunluğu savaşmaya hazır genç tarımcı bireyler hükümete karşı sert bir ayaklanmaya kalkıştığında bu durumun bir iç savaşa dönüşmesi uzun sürmemiş ve hali hazırdaki manzara ortaya çıkmıştır.
Suyun önemine dair bir başka güncel örnek ise Doğu Akdeniz kıyılarında yaşanmaktadır.. Filistin topraklarında bir şekilde devlet kuran İsrail, suyun önemini en iyi bilen devletlerden birisidir. 60’larda yaşanan 6 gün savaşlarında İsrail’in en büyük kazanımı Ürdün vadisinin su kaynaklarının çıktığı Golan tepelerini ele geçirmesi olmuştur. Nitekim bu su kaynaklarını kendi kontrolü altına almasının ardından, gelişmeler bu çerçevede ilerlemiştir. Senelerce Batı Şeria ve Gazze’de devam eden kuşatma ve işgal hareketlerinin ortasında da su önemli bir noktada durmaktadır. Kısıtlı su kaynaklarına sahip bölgede en önemli temiz su kaynağı akifer olarak bilinen yeraltı sularından sağlanmaktadır. İsrail ise Gazze haricindeki tüm Filistin topraklarında bu akiferlerin kontrolünü elinde tutmakta. Aynı zamanda işgal hareketinin bir ayağı olan yerleşim bölgelerine ilgi çekmek için bu yeni yerleşim alanlarında suyun akışını serbest bırakırken, tarımcı Arap köylerine bir çeşit mafya yöntemleri ile suyu yüksek meblağlarla satmaktadır. Böylelikle su üzerinden insanları tehdit ederek hedeflerine ulaşmayı düşünmektedir.
Dünya tarihinin yanı sıra ülkemizde de su üzerine birçok olay anlatılabilir. Bugün köylerimizde ki küslüklerin, kavgaların hatta ölümle sonuçlanan olayların büyük bir bölümünün temelinde suya sahip olabilme düşüncesi yatmaktadır.
Milletlerin doğmasına, batmasına savaşların başlayıp bitmesine, insanların ölmesine sebep olan bu sıvı son zamanlarda yapılan önemli çalışmalar neticesinde azalma eğilimine girmiştir. Uzmanlar 2050’li yıllarda mevcut su talebinin yaklaşık %55 oranında artacağını vurgulamaktadırlar.
Dünyanın %70’ni oluşturan su kütlesinin sadece %2,5’i tatlı su yani bizler için gerekli olan potansiyele sahiptir. Tatlı suyun %68.7’si, kutuplarda donmuş halde bulunmakta; %30.1’inin ise yeraltı su kaynaklarını oluşturmaktadır. Unesco tarafından yapılan bir araştırmaya göre yeraltı sularının önemli bir bölümü ekonomik kullanım değerinde değildir. Tatlı suların sadece %0.3’ü yerüstü su kaynaklarında, göllerde, akarsularda, barajlarda ve göletlerde bulunmaktadır.
Durum böyle olunca, Dünyamızda 1.4 milyar insan yeterli içme suyundan yoksun kalmakta, 2.3 milyar kişi sağlıklı suya hasret ve yılda 7 milyon kişi su ile ilgili hastalıklardan ölmektedir. Dünyada kişi başına su tüketimi yılda ortalama 800 m3 dolayındadır.
Türkiye’de mevcut tüketim değerleri esas alınarak artan nüfus ve ihtiyaçlar dikkate alındığında 2025’de su talebinin mevcut tüketimin % 183’ü kadar olacağını düşünülmektedir. Bu koşullarda Türkiye’de Trakya ,İç Anadolu ve Batı Anadolu gibi bazı bölgelerde ciddi su sıkıntısı görülebilecektir. Bu nedenle her alanda su tasarrufunu sağlayacak önlemlerin alınması gerekmektedir.
Dünyada ki su miktarı yaklaşık 1.4 Milyar km3’tür. Bu değer değişmemektedir fakat istatistiklere bakıldığı zaman Dünyanın 1940 yılında toplam su tüketiminin (Sulama, İçme, Sanayi) 1000km3, 1960’da 2000km3, 1990 yılında 4130km3 olduğundan hareketle mevcudiyeti artmayan bir sıvının talebinin artması gelecek adına kaygı vericidir.
Gelelim Ülkemizdeki mevcut durumumuza; Türkiye, sanılanın aksine su zengini bir ülke değil. Artan nüfusu ve paralel olarak artan su kullanım alanları ile ne yazık ki “su fakiri” bir ülke olma yolunda ilerlemektedir.
Devlet Su İşleri’nin resmi sitesinde yer alan kriterlere göre, ülkede kişi başına düşen su miktarı kriteri üzerinden ülkeler “su zengini” veya “su fakiri” olarak nitelendiriliyor. Bu sıralamaya göre kişi başına düşen yıllık su miktarı 8.000 m3 ‘ten fazla olan ülkeler su zengini, 2.000 m3’ten az olan ülkeler su kıtlığı yaşayan ülkeler ve 1.000 m3’ten az olan ülkeler ise su fakirliği çeken ülkeler arasında yer alıyor. DSİ’nin verilerine göre Türkiye’de yıllık kişi başına düşen su miktarı yaklaşık 1519 m3. Bu miktar ile de Türkiye, su kıtlığı çeken ülkeler kategorisinde yer almaktadır. Ancak, TÜİK’in 2030 yılı için 100 milyonluk nüfus tahmini göz önünde bulundurulduğunda, mevcut su miktarı ve tüketimi sabit kaldığında kişi başı kullanımın 1120 m3/yıl civarında olacağı öngörülmektedir.
İklimlerin değiştiği yağış miktarının her geçen gün daha da azaldığı düşünüldüğünde gelecek su açısından kaygı verici bir durumdadır.
Bu nedenle mevcut su kaynaklarımızı planlarken ve kullanırken bu gerçekleri unutmamamız gerekmektedir.
Gelecek nesillere birçok miras bırakabiliriz, fakat su bırakamazsak diğer bütün değerlerimiz anlamını yitirir…
Bugünden itibaren su kullanımı noktasında daha hassas olmalı değerli bir taş hükmünde korumalıyız, zira susuz kalırız.
Gökhan ARSLAN