Türk milleti için en derin kayıp, “köşe dönme”, zihniyetidir. Bilgi, birikim, emek ve gayret gibi hiçbir değer harcamadan her anlamda köşeyi dönmek arzusu 1980’ler sonrasında bu illet ile tanıştığımızı kabul etmeliyiz. Yanılmıyorsam Kadir gecesiydi cemaat, bu gece için ne kadar ibadet edilmesi gerektiği, ne yapılması lazım geldiğini sordu. İmam, takdirlik bir cevap verdi. “Kıymetli cemaat, ibadetin az ama sürekli olanı makbuldür.” dedi. Teravih namazını kıldırıp camiden ayrıldı, teşbih namazını diğer hoca kıldıracaktı. Aynı kişi soruyu birde bu imama sordu, “bu gece ne kadar namaz kılmalıyız” diye. Diğer cevabı duymamış gibi imamımız, en az bir günlük kaza yapılmasını tavsiye etti.
Yani işin özeti şuydu; doğa, çevre, mahalle, apartman, insan ve canlı hakkı falan dikkate almayalım fakat kutlu bir gecede ahiretin tapusunu alalım fikri. Binlerce genç oturmuş, organize bir şekilde vakit öldürüyorlar. En kıymetli hazinemiz olan zamanın hâlâ okey masalarında faili malum cinayetlere kurban gittiğine şahit olabiliyoruz. Bir masa başında birkaç gencin, ellerinde telefonlarla oyun oynamaları da yaygınlaşıyor.
Vaktin değerini bilmeyen bir toplum, değer üretemez. Elin Amerikalısı köfte ve kahvenin anavatanında deli gibi satış yaparken, biz ancak Amerika’ya sinirlenip kahvesini protesto ediyoruz, İsrail’e kızıp şampuan markasını değiştiriyoruz.
Elin oğlu da elli yıl sonra insanların neye ihtiyaç duyacağını düşünüp yapay zekâ destekli programlar yazar. Bizse delikanlılığın kitabını yazmakla övünürüz. Keyfimize çok düşkünüz. Ay deyince aklımıza mehtap gelir, Mars deyince tavla.
Çok okuyanı da sevmeyiz. Bilimle uğraşan insanları “Adam okumaktan kafayı tırlattı!” diye aşağılarız. Edebiyat kelimesine en uygun gördüğümüz fiil, 'parçalamak'tır. Sanat deyince aklımıza gelen tek şey şarkı yapmak.
Matematik deyince "Eee bunları nerede kullanacaksın ki?" diyenler mi dersiniz? Fizik söz konusu olduğunda "ya zaten zor kanunlar falan filan çocuk öğrenince ne yapacak bunlarla?" diyen mi? Düşünce dünyamızda yaprak kıpırdamaz ama aklımız hep karışık, beynimizin içi bomboş ama nasıl oluyorsa kafamız hep dolu. Takılmamız gereken o kadar konu varken, "Emeklilikte Yaşa Takılanlar" konusunu ülke gündeminin birinci sırasına taşırız. İyi de toplumun büyük kesimi olarak zaten emekliyiz! Bir tek maaşımız eksik.
Atam İzindeyiz.. Hep İzin'de-yiz zaten! Henüz 18 yaşına bile gelmemiş gençler şimdiden yorgun. Kolay yoldan para kazanma derdindeler. Kan, ter ve gözyaşı edebiyatını sevmezler. Çoğu kısa yoldan köşeyi dönme hayalinde. Yaşa takılmasalar onlar da ergenden emekli olacaklar yani!
En iyi ürettiğimiz şey slogan. Batı ülkeleri bizimle arayı giderek açarken, biz hâlâ “bir Türk dünyaya bedel” diye kendimizi avuturuz... Bir Cezeri, bir Hazini, bir Nuri Killigil, bir Demirağ, bir Hürkuş, bir Kirkor Divarcı'yı bile anlatamadığımız bir nesil...
Kusura bakmayın! Şimdi maalesef bir Facebook, Twitter Türkiye’ye bedel. Ve işin daha kötüsü durumun bile farkında değiliz. Sosyal medyada sağa sola sataşarak dava sahibi olduğumuzu zannederiz.
Bize bir sistem gerekli, sürdürülebilir olmalı!
Yani işin özeti şuydu; doğa, çevre, mahalle, apartman, insan ve canlı hakkı falan dikkate almayalım fakat kutlu bir gecede ahiretin tapusunu alalım fikri. Binlerce genç oturmuş, organize bir şekilde vakit öldürüyorlar. En kıymetli hazinemiz olan zamanın hâlâ okey masalarında faili malum cinayetlere kurban gittiğine şahit olabiliyoruz. Bir masa başında birkaç gencin, ellerinde telefonlarla oyun oynamaları da yaygınlaşıyor.
Vaktin değerini bilmeyen bir toplum, değer üretemez. Elin Amerikalısı köfte ve kahvenin anavatanında deli gibi satış yaparken, biz ancak Amerika’ya sinirlenip kahvesini protesto ediyoruz, İsrail’e kızıp şampuan markasını değiştiriyoruz.
Elin oğlu da elli yıl sonra insanların neye ihtiyaç duyacağını düşünüp yapay zekâ destekli programlar yazar. Bizse delikanlılığın kitabını yazmakla övünürüz. Keyfimize çok düşkünüz. Ay deyince aklımıza mehtap gelir, Mars deyince tavla.
Çok okuyanı da sevmeyiz. Bilimle uğraşan insanları “Adam okumaktan kafayı tırlattı!” diye aşağılarız. Edebiyat kelimesine en uygun gördüğümüz fiil, 'parçalamak'tır. Sanat deyince aklımıza gelen tek şey şarkı yapmak.
Matematik deyince "Eee bunları nerede kullanacaksın ki?" diyenler mi dersiniz? Fizik söz konusu olduğunda "ya zaten zor kanunlar falan filan çocuk öğrenince ne yapacak bunlarla?" diyen mi? Düşünce dünyamızda yaprak kıpırdamaz ama aklımız hep karışık, beynimizin içi bomboş ama nasıl oluyorsa kafamız hep dolu. Takılmamız gereken o kadar konu varken, "Emeklilikte Yaşa Takılanlar" konusunu ülke gündeminin birinci sırasına taşırız. İyi de toplumun büyük kesimi olarak zaten emekliyiz! Bir tek maaşımız eksik.
Atam İzindeyiz.. Hep İzin'de-yiz zaten! Henüz 18 yaşına bile gelmemiş gençler şimdiden yorgun. Kolay yoldan para kazanma derdindeler. Kan, ter ve gözyaşı edebiyatını sevmezler. Çoğu kısa yoldan köşeyi dönme hayalinde. Yaşa takılmasalar onlar da ergenden emekli olacaklar yani!
En iyi ürettiğimiz şey slogan. Batı ülkeleri bizimle arayı giderek açarken, biz hâlâ “bir Türk dünyaya bedel” diye kendimizi avuturuz... Bir Cezeri, bir Hazini, bir Nuri Killigil, bir Demirağ, bir Hürkuş, bir Kirkor Divarcı'yı bile anlatamadığımız bir nesil...
Kusura bakmayın! Şimdi maalesef bir Facebook, Twitter Türkiye’ye bedel. Ve işin daha kötüsü durumun bile farkında değiliz. Sosyal medyada sağa sola sataşarak dava sahibi olduğumuzu zannederiz.
Bize bir sistem gerekli, sürdürülebilir olmalı!