Prof. Dr. Sibel Özel’in adını hukukla ilgilenenler elbette iyi bilir, dikkatli televizyon izleyicileri de bu adı mutlaka anımsayacaklardır. Hukukçu ve akademisyen Özel’i kendi alanındaki diğer hukuk ve bilim insanlarından ayıran bazı referansları var:
O, kariyerinin tamamını uluslararası hukuk sorunlarıyla, tahlili veya sonuçlandırılması ilk bakışta imkânsız gibi gözüken -Kıbrıs, Filistin, Irak, Suriye gibi- diplomatik krizlerin hukuksal bağlamda analizleriyle, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası çapta yaşadığı derin sorunların çözümlenmesine yönelik araştırmalarla uğraşarak biçimlendirmiş.
Üzerine eğildiği konularda, ülkemizde ve uluslararası camiada kabul gören önemli tezler oluşturmuş. Adı ve kariyeri, derin uluslararası hukuk sorunlarının tahliliyle özdeşleşmiş.
Bu kariyer, Prof. Dr. Özel’i Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Özel Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanlığı’na taşımış. Bununla birlikte Sayın Özel, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu İzleme Grubu üyeliğine davet edilmiş.
Her dirhemiyle hak edilmiş ünvanlar.
Ve geleceği çok parlak, gerçek bir akademisyen…
Erzurum Lisesi’nden yatılı okul arkadaşım, can dostum ve şimdilerde Ayarsız dergisinden ‘köşe komşum’ sevgili Levent Albayrak, Suriyeli göçmenler tartışmasının özellikle İstanbul-Saraçhane’de gerçekleşen miting bağlamında yeni bir boyuta taşındığı günlerde konuya ilişkin ilginç bir derleme yaptı. Sosyal medya sayfasında bu derlemeyi paylaştığında temmuz ayı sonlarıydı. Levent’in Prof. Dr. Sibel Özel’in medyada yer alan açıklamalarına dayandırdığı o metin, herkesin az çok fikir sahibi olduğu, dolayısıyla derin ya da sığ siyasal bir tutum belirlediği bir konuda hem bir bellek tazelemesi hem de çok bilinmeyen bazı ayrıntıları ilk defa ortaya koyuyor olması bakımından önemli bir metindi.
Metnin içeriğini, öyle göz ucuyla bakıp geçilecek fikirler ya da öneriler oluşturmuyor. Aksine gün geçtikçe daha iyi anlayacağımız kavramlar, olgular, durumlar ve tavsiyeler var metinde.
Bu nedenle ana hatlarını tekrar hatırlamakta yarar var. Milletlerarası hukuk uzmanı Prof. Dr. Sibel Özel diyordu ki:
‘Suriyeliler meselesinin insan hakları ile ilgili sloganlar, faşistlik ithamları ve siyasal çıkarların ötesinde sağlıklı bir şekilde tartışılması ancak konuya ilişkin uluslararası ve ulusal hukuk normlarının algılanması ile mümkündür.
…
Türkiye Cumhuriyeti’nin yükümlülükleri de hukuk kurallarıyla belirlenmiştir. Suriyeliler, hukuken ‘mülteci’ statüsünde değildir. ‘Geçici koruma’ statüsü Suriyelilerin statüsü. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) madde 91’e göre ‘geçici koruma’ statüsüdür. Avrupa Birliği, Kosova krizinde Kosova Arnavutlarına 1951 Sözleşmesi kapsamında mülteci statüsü vermemek için geçici koruma statüsü tesis etmiştir. Zira geniş kitlelerin mülteci olarak kabulü AB için bir tehdit olarak algılanmıştır. YUKK madde 91’e göre ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya geçen yabancılar geçici koruma altına alınır. Geçici koruma statüsü, Suriyelilere Türkiye’de koruma sağlarken, şartlar düzeldiğinde vatanlarına dönmelerini zorunlu kılan bir statüdür. Dolayısıyla, yılın belli dönemlerinde Suriye’deki akrabalarını ziyaret edip, Türkiye’ye dönüp yaşamını burada idame ettirmek, statünün anlamı ile bağdaşmaz. Bu durum, mülteci statüsü ya da uluslararası koruma statüsü ile de bağdaşmaz. Kaçtığı ülkeye kendi rızasıyla dönen ve sonra sığındığı ülkeye geri gelen kişi uluslararası hukuk anlamında mülteci de değildir, uluslararası koruma kapsamında da değildir. Geçici koruma statüsü de anlamını yitirmiştir.
Bu durum hukuki değil, tümüyle siyasi bir karardır. Geçici koruma statüsünden yabancılar için öngörülen diğer statülere geçiş söz konusu değildir. Diğer yandan bu statünün T.C. vatandaşlığına alınma yoluyla sonlandırılması da ulusal ve uluslararası hukuka aykırıdır.
‘Kurallara uyma borcu’, vatandaşların devlet ile olan hukuki bağını ifade eder. Vatandaşın yabancıdan farklı olarak devletine sadık olma borcu bulunmaktadır. Yabancının borcu, bulunduğu ülkenin kurallarına uymasıdır. Bu nedenle Uluslararası Adalet Divanı, vatandaşlık iktisabının sadece sözlü tercih olmadığını; yeni bir devlete sadakat borcu doğurduğunu açıkça vurgulamıştır.
…
(Devamı yarın)
O, kariyerinin tamamını uluslararası hukuk sorunlarıyla, tahlili veya sonuçlandırılması ilk bakışta imkânsız gibi gözüken -Kıbrıs, Filistin, Irak, Suriye gibi- diplomatik krizlerin hukuksal bağlamda analizleriyle, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası çapta yaşadığı derin sorunların çözümlenmesine yönelik araştırmalarla uğraşarak biçimlendirmiş.
Üzerine eğildiği konularda, ülkemizde ve uluslararası camiada kabul gören önemli tezler oluşturmuş. Adı ve kariyeri, derin uluslararası hukuk sorunlarının tahliliyle özdeşleşmiş.
Bu kariyer, Prof. Dr. Özel’i Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Özel Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanlığı’na taşımış. Bununla birlikte Sayın Özel, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu İzleme Grubu üyeliğine davet edilmiş.
Her dirhemiyle hak edilmiş ünvanlar.
Ve geleceği çok parlak, gerçek bir akademisyen…
Erzurum Lisesi’nden yatılı okul arkadaşım, can dostum ve şimdilerde Ayarsız dergisinden ‘köşe komşum’ sevgili Levent Albayrak, Suriyeli göçmenler tartışmasının özellikle İstanbul-Saraçhane’de gerçekleşen miting bağlamında yeni bir boyuta taşındığı günlerde konuya ilişkin ilginç bir derleme yaptı. Sosyal medya sayfasında bu derlemeyi paylaştığında temmuz ayı sonlarıydı. Levent’in Prof. Dr. Sibel Özel’in medyada yer alan açıklamalarına dayandırdığı o metin, herkesin az çok fikir sahibi olduğu, dolayısıyla derin ya da sığ siyasal bir tutum belirlediği bir konuda hem bir bellek tazelemesi hem de çok bilinmeyen bazı ayrıntıları ilk defa ortaya koyuyor olması bakımından önemli bir metindi.
Metnin içeriğini, öyle göz ucuyla bakıp geçilecek fikirler ya da öneriler oluşturmuyor. Aksine gün geçtikçe daha iyi anlayacağımız kavramlar, olgular, durumlar ve tavsiyeler var metinde.
Bu nedenle ana hatlarını tekrar hatırlamakta yarar var. Milletlerarası hukuk uzmanı Prof. Dr. Sibel Özel diyordu ki:
‘Suriyeliler meselesinin insan hakları ile ilgili sloganlar, faşistlik ithamları ve siyasal çıkarların ötesinde sağlıklı bir şekilde tartışılması ancak konuya ilişkin uluslararası ve ulusal hukuk normlarının algılanması ile mümkündür.
…
Türkiye Cumhuriyeti’nin yükümlülükleri de hukuk kurallarıyla belirlenmiştir. Suriyeliler, hukuken ‘mülteci’ statüsünde değildir. ‘Geçici koruma’ statüsü Suriyelilerin statüsü. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) madde 91’e göre ‘geçici koruma’ statüsüdür. Avrupa Birliği, Kosova krizinde Kosova Arnavutlarına 1951 Sözleşmesi kapsamında mülteci statüsü vermemek için geçici koruma statüsü tesis etmiştir. Zira geniş kitlelerin mülteci olarak kabulü AB için bir tehdit olarak algılanmıştır. YUKK madde 91’e göre ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya geçen yabancılar geçici koruma altına alınır. Geçici koruma statüsü, Suriyelilere Türkiye’de koruma sağlarken, şartlar düzeldiğinde vatanlarına dönmelerini zorunlu kılan bir statüdür. Dolayısıyla, yılın belli dönemlerinde Suriye’deki akrabalarını ziyaret edip, Türkiye’ye dönüp yaşamını burada idame ettirmek, statünün anlamı ile bağdaşmaz. Bu durum, mülteci statüsü ya da uluslararası koruma statüsü ile de bağdaşmaz. Kaçtığı ülkeye kendi rızasıyla dönen ve sonra sığındığı ülkeye geri gelen kişi uluslararası hukuk anlamında mülteci de değildir, uluslararası koruma kapsamında da değildir. Geçici koruma statüsü de anlamını yitirmiştir.
Bu durum hukuki değil, tümüyle siyasi bir karardır. Geçici koruma statüsünden yabancılar için öngörülen diğer statülere geçiş söz konusu değildir. Diğer yandan bu statünün T.C. vatandaşlığına alınma yoluyla sonlandırılması da ulusal ve uluslararası hukuka aykırıdır.
‘Kurallara uyma borcu’, vatandaşların devlet ile olan hukuki bağını ifade eder. Vatandaşın yabancıdan farklı olarak devletine sadık olma borcu bulunmaktadır. Yabancının borcu, bulunduğu ülkenin kurallarına uymasıdır. Bu nedenle Uluslararası Adalet Divanı, vatandaşlık iktisabının sadece sözlü tercih olmadığını; yeni bir devlete sadakat borcu doğurduğunu açıkça vurgulamıştır.
…
(Devamı yarın)