Gençliğin değeri yaşlanınca anlaşılıyor.
Dostun değeri, yalnız kalınca…
Sağlığınki de tabii hastalanınca…
İyi insanların değeri, kötülerle karşılaştıkça anlaşılıyor…
Ve sılanın değeri, gurbete düşünce…
★★
Demek ki doğruymuş, ‘her şey zıttıyla kaim’.
Madem böyle; o halde kendimize şu alegorik soruyu sorabiliriz:
Peki suyun değerini ne zaman anlarız?
Soruyu ‘alegorik’ diye nitelediğime göre burada ‘suyu’ sadece kimyadaki ya da musluğun ucundaki karşılığıyla, ‘H2O’ olarak düşünmeyelim. Sahip olduğunuz veya olabileceğiniz bütün güzel, iyi, olumlu, muhteşem şeyler olarak düşünelim.
Güç ve iktidar, vicdan ve irade olarak düşünelim.
Ağaçlar, ormanlar olarak düşünelim suyu mesela.
Tertemiz havayı ciğerlerimize kana kana çekmek olarak ya da billur bir ırmağın serin sularına balıklama dalmak olarak düşünelim…
Özgürlük olarak düşünelim…
Şimdi tekrar sorayım:
Suyun değerini ne zaman anlarız?
Siz yanıtı düşünedurun.
Ben bu soruya 350 yıl önce verilmiş bir yanıtla perdeyi kapatayım:
‘Suyun değerini, kuyu kuruyunca anlarız’ diyor İngiliz tarihçi Thomas Fuller (1608-1661).
Kuyu kuruyunca!
Pekâla bu kara senaryoyu, başka bir deyişle bu karanlık finali de bir alegori olarak ele alalım ve filmi bu sefer sondan başa doğru oynatalım:
Hayat, iyilik-sağlık içinde sürerken; su serin kuyuda hiç bitmeyecekmiş gibi dururken birden bire alt üst oluveriyor her şey.
Gençlik bitiyor, sanki birden bire anlıyoruz yaşlandığımızı.
Kuyu kuruyor…
Dostlar bir bir eksiliyor, günün birinde hepten dostsuz kalıyoruz; yalnızlık sonsuz bir gece gibi çöküyor üzerimize.
Kuyu kuruyor…
Hastalanınca sağlıklı günlerimizin değerini anlıyoruz ve fakat işten geçmiş oluyor.
Kuyu kuruyor…
Kötülerle karşılaşınca geçmişte hayatımıza girmiş iyileri özlüyoruz; maalesef tekrar kavuşmak mümkün olmuyor.
Kuyu kuruyor…
Ve gurbete düşünce anlıyoruz memleketin değerini.
Büyük şehirlerde kuyular kuru, gözelere beton dökülmüş, cânım sular artık damacanalarda hapis…
İnsanlar gökdelenlere…
★★
Kuruyan kaç kuyu var hayatlarımızda, değil mi?
Fuller haklı, suyun değerlerini ancak kuyu kuruduğunda anlıyoruz ve fakat bu deneyim asla işimize asla yaramıyor.
İş işten geçmiş oluyor.
Ne yazık ki…
Dostun değeri, yalnız kalınca…
Sağlığınki de tabii hastalanınca…
İyi insanların değeri, kötülerle karşılaştıkça anlaşılıyor…
Ve sılanın değeri, gurbete düşünce…
★★
Demek ki doğruymuş, ‘her şey zıttıyla kaim’.
Madem böyle; o halde kendimize şu alegorik soruyu sorabiliriz:
Peki suyun değerini ne zaman anlarız?
Soruyu ‘alegorik’ diye nitelediğime göre burada ‘suyu’ sadece kimyadaki ya da musluğun ucundaki karşılığıyla, ‘H2O’ olarak düşünmeyelim. Sahip olduğunuz veya olabileceğiniz bütün güzel, iyi, olumlu, muhteşem şeyler olarak düşünelim.
Güç ve iktidar, vicdan ve irade olarak düşünelim.
Ağaçlar, ormanlar olarak düşünelim suyu mesela.
Tertemiz havayı ciğerlerimize kana kana çekmek olarak ya da billur bir ırmağın serin sularına balıklama dalmak olarak düşünelim…
Özgürlük olarak düşünelim…
Şimdi tekrar sorayım:
Suyun değerini ne zaman anlarız?
Siz yanıtı düşünedurun.
Ben bu soruya 350 yıl önce verilmiş bir yanıtla perdeyi kapatayım:
‘Suyun değerini, kuyu kuruyunca anlarız’ diyor İngiliz tarihçi Thomas Fuller (1608-1661).
Kuyu kuruyunca!
Pekâla bu kara senaryoyu, başka bir deyişle bu karanlık finali de bir alegori olarak ele alalım ve filmi bu sefer sondan başa doğru oynatalım:
Hayat, iyilik-sağlık içinde sürerken; su serin kuyuda hiç bitmeyecekmiş gibi dururken birden bire alt üst oluveriyor her şey.
Gençlik bitiyor, sanki birden bire anlıyoruz yaşlandığımızı.
Kuyu kuruyor…
Dostlar bir bir eksiliyor, günün birinde hepten dostsuz kalıyoruz; yalnızlık sonsuz bir gece gibi çöküyor üzerimize.
Kuyu kuruyor…
Hastalanınca sağlıklı günlerimizin değerini anlıyoruz ve fakat işten geçmiş oluyor.
Kuyu kuruyor…
Kötülerle karşılaşınca geçmişte hayatımıza girmiş iyileri özlüyoruz; maalesef tekrar kavuşmak mümkün olmuyor.
Kuyu kuruyor…
Ve gurbete düşünce anlıyoruz memleketin değerini.
Büyük şehirlerde kuyular kuru, gözelere beton dökülmüş, cânım sular artık damacanalarda hapis…
İnsanlar gökdelenlere…
★★
Kuruyan kaç kuyu var hayatlarımızda, değil mi?
Fuller haklı, suyun değerlerini ancak kuyu kuruduğunda anlıyoruz ve fakat bu deneyim asla işimize asla yaramıyor.
İş işten geçmiş oluyor.
Ne yazık ki…