
Gazeteciliğe ilk adımım, 1990’ların başları. Milliyet Gazetesi Erzurum bürosunda çalışmaya başlamışım. Büro şefimiz Yakup bey, Marksist, o yüzden büroda Ahmet Kaya ve solcu sanatçıların müzikleri çalınıyor. Alışmamışım Ahmet Kaya’ya, dinlerken başıma ağrı dikiliyor. Ama Şef öyle istiyor. Selamettik Şakir Yürür (Ordulu ve gazetecilikteki idolüm olan ağabey) abiden ağrı kesici istiyorum. Şef, dışarı çıkar çıkmaz Şakir abi teybe Sibel Can’ın kasetini yerleştiriyor ve beni sıkıntıdan kurtarıyordu.
Rahmeti rahmana intikal eden Ozan Arif efsanesi her ülkücü gibi bende de derin izler bırakmış. Almanya’da sürgünde ama kasetleri geliyor. Ozan Arif’i Yakup Şefin olduğu büroda dinleyebilmenin imkanı yok. Milliyet Büro’dan önce Şakir abi ayrıldı, ardından Yakup Şefimiz Antalya büroya tayin oldu. Giderken sıkı sıkıya tembih ediyor, ‘Bak Kenancığım, gazetecilik kumaşın var, bunu görüyorum. Sakın siyasete falan bulaşıp kendini zayi etme” diyor. Yakup Şefim bir şey daha söylüyor; ‘İstanbul’a şef olarak seni önerdim, onlar sende geleceği görüyorlar, ama çok genç olduğun için acele etme dediler. Turan’ı (Durdağ) vekaleten atıyorlar, iyice piş. 2-3 yıla kadar büro şefisin’ Sıkı sıkıya tembih. Benim koltukların altı karpuz doluyor. Milliyet Büroya 13 il bağlı, ben 6 aylık gazeteciyim. Yani anlayacağınız hava bin 500. O yıllar büroda Turan abi, Ahmet Kaplan, sevgili Turgay İpek daha mesleğe başlamamış. Birlikteyiz.
Yakup bey, Erzurum’dan ayrılır ayrılmaz bende bastırılan duygular açığa çıkıyor. İlk iş evden Ozan Arif’in kasetlerini getiriyorum. Teybe koyup, sesini iyice açıp üstüne birde pencereleri açıyorum. Gazetecilik açısından başarılıyım, hevesim, hırsım ve mesleğe olan sevgim başarıyı getiriyor. İstanbul ile irtibatı ben sağlıyorum, 13 ile yetişiyorum. Büro Kaplan İş Merkezinde, üstümüzde Ülkü Ocakları var. Yine bu yıllardı, Büyük Türk Milliyetçisi Nihal Atsız’ın talebeleri ‘Orkun’ dergisini yeniden çıkarmaya başlamışlar. Rahmetli İsmet Tümtürk ile telefonla bağlantı sağladım, 50 veya 100 adet dergi istedim. Postane aracılığıyla geliyor, benim maaşım 100 veya 150 lira. Dergilere 10 lira para ödüyordum. İçerisinden 2 adet kendime aldıktan sonra kalanı Ülkü Ocaklarına bırakıyorum. Lisede öğrenciyken tanıştığım Yunus Buğra ağabeye ‘buda benim katkım olsun’ dedim. Gazetecilik yaparken, bir yandan da dünya görüşüm çerçevesinde işler yapıyorum.
Gençlik heyecanı bir başka, dünyaları değiştirecek güç buluyorsun kendinde. Benim gibi. Tercüman Gazetesi, milliyetçi camianın önemli sesiydi, tüm dizi yazılarını soluksuz okurdum. Milliyet bana göre soldaydı, ama talih bu Milliyet’te çalışıyordum. Yine o dönemler, Sovyet Rusya’nın çatırdamaya başladığı yıllar. Türk Dünyasıyla ilgili bağlantılar kurmaya çalışıyordum. Büyük bir rüyanın sahibi ben olacaktım. Her şey yolunda giderken, garip bir olay yaşandı. Milliyet Erzurum büronun geleceği parlak genci biranda gözden düşmüştü. Yakup Şefim aradı, “Sen ne iş yapıyorsun orada” diye çıkıştı.
Ne yapmışım abi diye sordum! Haberin yok mu? Diye karşılık verdi. Sonra anlattı, biri beni Aydın Doğan başta olmak üzere Milliyette ne kadar müdür, yönetici var ise hepsine şikayet etmiş. Bir sosyal demokrat imzalı mektup herkese ulaşmış. İddia şu; ben MHP militanı, kafa tasçıymışım ve Milliyet bürosunu MHP’nin merkezi konumuna getirmişim. Orkun dergisi, Ozan Arif kasetleri ve birde olmayan iftiralarla dolu mektup, yeni aldığım kadronun iptaliyle sonuçlanmıştı. Hikaye uzun; Cumhuriyet’in şefi Mehmet Gültekin ile Nokta Dergisi temsilcisinden şüphelenmiştik. Yıllar sonra o iftira dolu mektubun içimizden biri tarafından yazıldığını öğrendim.
Birkaç yıl içerisinde benzer durumlar nedeniyle 3 defa aldığım kadro iptal edilmişti. Sonunda pes ettim ve Milliyet’ten ayrılmıştım.
Ozan Arif ile 90’lı yılların ortalarında tanışma fırsatım oldu. Ozan Arif Erzurum’a gelmişti. Ülkü Ocakları gecesine çıkacaktı. Yanılmıyorsam Nurullah Ağrı Ocak başkanıydı. Konuştuk ve kendisini yerel bir radyoda programa çıkardım. Hayat hikayesini, ilk aşık oluşunu, sürgün yıllarını ve dönüşünü konuştuk. Gür sesi, akıcı konuşmasıyla gerçek bir Ozan’dı. En çok Kenan Evren’e kızıyordu. İflah olmaz bir Evren nefreti vardı dersem abartmamış olurdum. Kolay değil, darbeyle binlerce aile dağılmıştı, binlerce insan işkenceler görmüştü.
Allah gani gani rahmet etsin.
Ölüm haberini duyunca bütün bir geçmiş gözlerimden gelip geçti.
Rahmeti rahmana intikal eden Ozan Arif efsanesi her ülkücü gibi bende de derin izler bırakmış. Almanya’da sürgünde ama kasetleri geliyor. Ozan Arif’i Yakup Şefin olduğu büroda dinleyebilmenin imkanı yok. Milliyet Büro’dan önce Şakir abi ayrıldı, ardından Yakup Şefimiz Antalya büroya tayin oldu. Giderken sıkı sıkıya tembih ediyor, ‘Bak Kenancığım, gazetecilik kumaşın var, bunu görüyorum. Sakın siyasete falan bulaşıp kendini zayi etme” diyor. Yakup Şefim bir şey daha söylüyor; ‘İstanbul’a şef olarak seni önerdim, onlar sende geleceği görüyorlar, ama çok genç olduğun için acele etme dediler. Turan’ı (Durdağ) vekaleten atıyorlar, iyice piş. 2-3 yıla kadar büro şefisin’ Sıkı sıkıya tembih. Benim koltukların altı karpuz doluyor. Milliyet Büroya 13 il bağlı, ben 6 aylık gazeteciyim. Yani anlayacağınız hava bin 500. O yıllar büroda Turan abi, Ahmet Kaplan, sevgili Turgay İpek daha mesleğe başlamamış. Birlikteyiz.
Yakup bey, Erzurum’dan ayrılır ayrılmaz bende bastırılan duygular açığa çıkıyor. İlk iş evden Ozan Arif’in kasetlerini getiriyorum. Teybe koyup, sesini iyice açıp üstüne birde pencereleri açıyorum. Gazetecilik açısından başarılıyım, hevesim, hırsım ve mesleğe olan sevgim başarıyı getiriyor. İstanbul ile irtibatı ben sağlıyorum, 13 ile yetişiyorum. Büro Kaplan İş Merkezinde, üstümüzde Ülkü Ocakları var. Yine bu yıllardı, Büyük Türk Milliyetçisi Nihal Atsız’ın talebeleri ‘Orkun’ dergisini yeniden çıkarmaya başlamışlar. Rahmetli İsmet Tümtürk ile telefonla bağlantı sağladım, 50 veya 100 adet dergi istedim. Postane aracılığıyla geliyor, benim maaşım 100 veya 150 lira. Dergilere 10 lira para ödüyordum. İçerisinden 2 adet kendime aldıktan sonra kalanı Ülkü Ocaklarına bırakıyorum. Lisede öğrenciyken tanıştığım Yunus Buğra ağabeye ‘buda benim katkım olsun’ dedim. Gazetecilik yaparken, bir yandan da dünya görüşüm çerçevesinde işler yapıyorum.
Gençlik heyecanı bir başka, dünyaları değiştirecek güç buluyorsun kendinde. Benim gibi. Tercüman Gazetesi, milliyetçi camianın önemli sesiydi, tüm dizi yazılarını soluksuz okurdum. Milliyet bana göre soldaydı, ama talih bu Milliyet’te çalışıyordum. Yine o dönemler, Sovyet Rusya’nın çatırdamaya başladığı yıllar. Türk Dünyasıyla ilgili bağlantılar kurmaya çalışıyordum. Büyük bir rüyanın sahibi ben olacaktım. Her şey yolunda giderken, garip bir olay yaşandı. Milliyet Erzurum büronun geleceği parlak genci biranda gözden düşmüştü. Yakup Şefim aradı, “Sen ne iş yapıyorsun orada” diye çıkıştı.
Ne yapmışım abi diye sordum! Haberin yok mu? Diye karşılık verdi. Sonra anlattı, biri beni Aydın Doğan başta olmak üzere Milliyette ne kadar müdür, yönetici var ise hepsine şikayet etmiş. Bir sosyal demokrat imzalı mektup herkese ulaşmış. İddia şu; ben MHP militanı, kafa tasçıymışım ve Milliyet bürosunu MHP’nin merkezi konumuna getirmişim. Orkun dergisi, Ozan Arif kasetleri ve birde olmayan iftiralarla dolu mektup, yeni aldığım kadronun iptaliyle sonuçlanmıştı. Hikaye uzun; Cumhuriyet’in şefi Mehmet Gültekin ile Nokta Dergisi temsilcisinden şüphelenmiştik. Yıllar sonra o iftira dolu mektubun içimizden biri tarafından yazıldığını öğrendim.
Birkaç yıl içerisinde benzer durumlar nedeniyle 3 defa aldığım kadro iptal edilmişti. Sonunda pes ettim ve Milliyet’ten ayrılmıştım.
Ozan Arif ile 90’lı yılların ortalarında tanışma fırsatım oldu. Ozan Arif Erzurum’a gelmişti. Ülkü Ocakları gecesine çıkacaktı. Yanılmıyorsam Nurullah Ağrı Ocak başkanıydı. Konuştuk ve kendisini yerel bir radyoda programa çıkardım. Hayat hikayesini, ilk aşık oluşunu, sürgün yıllarını ve dönüşünü konuştuk. Gür sesi, akıcı konuşmasıyla gerçek bir Ozan’dı. En çok Kenan Evren’e kızıyordu. İflah olmaz bir Evren nefreti vardı dersem abartmamış olurdum. Kolay değil, darbeyle binlerce aile dağılmıştı, binlerce insan işkenceler görmüştü.
Allah gani gani rahmet etsin.
Ölüm haberini duyunca bütün bir geçmiş gözlerimden gelip geçti.