Bu haftaki yazımızın hazırlanmasında emeği geçen Türk Telekom Nurettin Topçu Sosyal Bilimler Lisesi öğrencisi Yiğit Bilirdönmez’e teşekkür ederim.
Musul ve Kerkük eskiden beri stratejik öneme sahip olup şimdiye kadar da önemini koruyan şehirlerdendir. Bu şehirlerin önemi petrol çıkarılmaya başladıktan sonra daha da artmıştır. Irak’ın güneyinde bulunan nüfusunu Türkmen, Arap ve Kürtlerden alan yaklaşık 100 seneden beri Irak’a bağlı olan ve bizler için çok önemli manevi değerlere sahip bu iki şehir özellikle yer altı zenginliklerinden dolayı sürekli işgal altındadır. Bu bölgede ki oynanmak istenen oyunu yıllar öncesinden gören Abdülhamit Han ise gayrimeşru referandum sonrasında işgal edilmek istenen Musul ve Kerkük’ü kendi parasıyla satın almıştır ve tapusu hala Osmanlı Devlet Arşivleri arasında bulunmaktadır. Ulu Hakan’ın bu değerli topraklarda toplam 614 bin hektara yakın şahsi toprağı vardır. Bu tarz kritik hamlelerle bölgede ki işgaller sonrası elini kuvvetlendirmek isteyen Sultan Abdülhamit Han bizim de bu topraklarda söz sahibi olmamızın önünü açmıştır. Bundan dolayı diyoruz ki Musul ve Kerkük ebediyen bizimdir ve bizim kalacaktır. Son zamanlarda ise petrol yüzünden saldırının merkezi olan Musul ve Kerkük’te gelin olayları biraz daha detaylı bir şekilde inceleyelim.
Musul meselesi Mondros Ateşkes Antlaşması ile ortaya çıktı. İngiltere Musul’un zengin petrol kaynaklarına sahip olduğunun farkına vardı ve ateşkes ilan edilmesine rağmen İngiltere Musul’a girdi. Türkiye bunu kabullenmedi ve buna bağlı olarak İngiltere ile sorunlar yaşandı. 1. Dünya Savaşından sonra Türkiye-İngiltere arasında ki tüm toplantıların konusu Musul oldu. O dönemde Türkiye hassas bir konumdaydı. Kurtuluş Savaşından çıkmış ve Cumhuriyet daha yeni kurulmuştu. Nisan 1920’de yapılan San Remo Konferansı ile Irak İngiltere mandasına verildi. 1925 yılında ortaya çıkan Şeyh Sait isyanı ile Musul’a girmeye hazırlanan Türk ordusunun büyük bir kısmı bu isyan ile mücadele ettiğinden dolayı Musul’a girilememiştir. Nitekim Musul’un kaybedilmesinde ki en büyük nedenlerden biri de şüphesiz dış güçlerin organize ettikleri isyanlardır. 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi ile Musul meselesi bir kez daha gündeme geldi.
O zamanın Türkiye Cumhurbaşkanı Özal’ın 1998 de Irak’a yaptığı ziyaretinde de bu konuyla ilgili olarak şunları söyledi; “Hiç kimsenin toprağında gözümüz yok, mevcut topraklarımız bize yeter. Çünkü meydana gelecek sorunlar neticesinde Irak’ın kuzeyindeki ekonomik çıkarlarımız elimizden gidecektir” demişti. 1991 yılı Şubat ayı sonlarında Özal, Musul meselesi ile ilgili 1925 yılına ait dokümanları toplamaya başladı. Bu belgelerden biri çok önemliydi. Çünkü bu belgeye göre Musul vilayetinde yaşayan Kürt, Türkmen, Keldani ve Yezidiler gibi bazı gayrı Arap uluslar Irak’tan ziyade Türkiye hâkimiyetinde yaşamayı tercih ediyorlardı. Bu konu ile ilgili olarak Özal, Irak’ın kuzeyindeki denetimin tekrar kurulabileceğini Musul ve Kerkük petrollerinden tekrar pay alınabileceğini dile getiriyordu. Askeri ve siyasi sonuçlar maalesef Türk yetkililerin Özal’ın planına karşı durmasına sebep olmuştu. Özal da arkasında Musul ve Kerkük’e girecek gücü bulamayınca planından vazgeçmek zorunda kaldı. Sonrasında ise 1 Mayıs 1995 tarihinde Demirel, bir basın toplantısında, “Türkiye’nin Irak ile olan sınırı petrol hattıdır. Türkiye sınırı petrolün bittiği yerde başlamaktadır ” demiştir. Süleyman Demirel güvenlik sebebi ile Türkiye-Irak sınırının yeniden belirlenmesi gerektiğini düşünüyor ve Musul’un halen Türkiye’ye bağlı olduğuna dair vurgu yapıyordu. Bu durum her iki ülkenin arasını açmış ve komşu ülkelerin tepkisini çekmişti. Demirel’in bu açıklamaları PKK’nın sınır bölgelerindeki faaliyetlerinin artmasına sebep oldu. Türkiye’nin Musul vilayetini talep etmesinde en büyük etken Misak-ı Milli anlayışıydı. Bu konuya objektif bir yaklaşımla bakılırsa Musul Vilayeti, Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları dâhilindeydi.
5 Nisan 1991 de Fransa da düzenlenen ve konusu Irak’ta yapılan zulüm ve katliamlar olan toplantıda çıkan karar ile Türkiye de Çekiç Güç olarak bilinen Huzur Sağlama Operasyonunun temel amacı Saddam’ın zulmünden kaçmış olan Mültecilere insani yardım sağlamaktı. Sonuca gelecek olursak; Türkiye Kuzey Irak için çağdaş dünyaya açılan bir kapıdır. Bugün bu küçük ülke giyiminden gıdasına ilacından diğer bütün gereksinimlerine kadar adeta bizlere bağlanmıştır. Yüzyıllarca Türkiye ile ortak bir tarihe sahip olan ve ortak kaderi paylaşan bu ülkeye yapmamız gereken belki de en büyük yardım atalarımızın da yaptığı gibi her ne pahasına olursa olsun oraları korumak ve kardeşlerimize soydaşlarımıza karındaşlarımıza rahat bir hayat sunmaktır.
Musul ve Kerkük eskiden beri stratejik öneme sahip olup şimdiye kadar da önemini koruyan şehirlerdendir. Bu şehirlerin önemi petrol çıkarılmaya başladıktan sonra daha da artmıştır. Irak’ın güneyinde bulunan nüfusunu Türkmen, Arap ve Kürtlerden alan yaklaşık 100 seneden beri Irak’a bağlı olan ve bizler için çok önemli manevi değerlere sahip bu iki şehir özellikle yer altı zenginliklerinden dolayı sürekli işgal altındadır. Bu bölgede ki oynanmak istenen oyunu yıllar öncesinden gören Abdülhamit Han ise gayrimeşru referandum sonrasında işgal edilmek istenen Musul ve Kerkük’ü kendi parasıyla satın almıştır ve tapusu hala Osmanlı Devlet Arşivleri arasında bulunmaktadır. Ulu Hakan’ın bu değerli topraklarda toplam 614 bin hektara yakın şahsi toprağı vardır. Bu tarz kritik hamlelerle bölgede ki işgaller sonrası elini kuvvetlendirmek isteyen Sultan Abdülhamit Han bizim de bu topraklarda söz sahibi olmamızın önünü açmıştır. Bundan dolayı diyoruz ki Musul ve Kerkük ebediyen bizimdir ve bizim kalacaktır. Son zamanlarda ise petrol yüzünden saldırının merkezi olan Musul ve Kerkük’te gelin olayları biraz daha detaylı bir şekilde inceleyelim.
Musul meselesi Mondros Ateşkes Antlaşması ile ortaya çıktı. İngiltere Musul’un zengin petrol kaynaklarına sahip olduğunun farkına vardı ve ateşkes ilan edilmesine rağmen İngiltere Musul’a girdi. Türkiye bunu kabullenmedi ve buna bağlı olarak İngiltere ile sorunlar yaşandı. 1. Dünya Savaşından sonra Türkiye-İngiltere arasında ki tüm toplantıların konusu Musul oldu. O dönemde Türkiye hassas bir konumdaydı. Kurtuluş Savaşından çıkmış ve Cumhuriyet daha yeni kurulmuştu. Nisan 1920’de yapılan San Remo Konferansı ile Irak İngiltere mandasına verildi. 1925 yılında ortaya çıkan Şeyh Sait isyanı ile Musul’a girmeye hazırlanan Türk ordusunun büyük bir kısmı bu isyan ile mücadele ettiğinden dolayı Musul’a girilememiştir. Nitekim Musul’un kaybedilmesinde ki en büyük nedenlerden biri de şüphesiz dış güçlerin organize ettikleri isyanlardır. 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi ile Musul meselesi bir kez daha gündeme geldi.
O zamanın Türkiye Cumhurbaşkanı Özal’ın 1998 de Irak’a yaptığı ziyaretinde de bu konuyla ilgili olarak şunları söyledi; “Hiç kimsenin toprağında gözümüz yok, mevcut topraklarımız bize yeter. Çünkü meydana gelecek sorunlar neticesinde Irak’ın kuzeyindeki ekonomik çıkarlarımız elimizden gidecektir” demişti. 1991 yılı Şubat ayı sonlarında Özal, Musul meselesi ile ilgili 1925 yılına ait dokümanları toplamaya başladı. Bu belgelerden biri çok önemliydi. Çünkü bu belgeye göre Musul vilayetinde yaşayan Kürt, Türkmen, Keldani ve Yezidiler gibi bazı gayrı Arap uluslar Irak’tan ziyade Türkiye hâkimiyetinde yaşamayı tercih ediyorlardı. Bu konu ile ilgili olarak Özal, Irak’ın kuzeyindeki denetimin tekrar kurulabileceğini Musul ve Kerkük petrollerinden tekrar pay alınabileceğini dile getiriyordu. Askeri ve siyasi sonuçlar maalesef Türk yetkililerin Özal’ın planına karşı durmasına sebep olmuştu. Özal da arkasında Musul ve Kerkük’e girecek gücü bulamayınca planından vazgeçmek zorunda kaldı. Sonrasında ise 1 Mayıs 1995 tarihinde Demirel, bir basın toplantısında, “Türkiye’nin Irak ile olan sınırı petrol hattıdır. Türkiye sınırı petrolün bittiği yerde başlamaktadır ” demiştir. Süleyman Demirel güvenlik sebebi ile Türkiye-Irak sınırının yeniden belirlenmesi gerektiğini düşünüyor ve Musul’un halen Türkiye’ye bağlı olduğuna dair vurgu yapıyordu. Bu durum her iki ülkenin arasını açmış ve komşu ülkelerin tepkisini çekmişti. Demirel’in bu açıklamaları PKK’nın sınır bölgelerindeki faaliyetlerinin artmasına sebep oldu. Türkiye’nin Musul vilayetini talep etmesinde en büyük etken Misak-ı Milli anlayışıydı. Bu konuya objektif bir yaklaşımla bakılırsa Musul Vilayeti, Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları dâhilindeydi.
5 Nisan 1991 de Fransa da düzenlenen ve konusu Irak’ta yapılan zulüm ve katliamlar olan toplantıda çıkan karar ile Türkiye de Çekiç Güç olarak bilinen Huzur Sağlama Operasyonunun temel amacı Saddam’ın zulmünden kaçmış olan Mültecilere insani yardım sağlamaktı. Sonuca gelecek olursak; Türkiye Kuzey Irak için çağdaş dünyaya açılan bir kapıdır. Bugün bu küçük ülke giyiminden gıdasına ilacından diğer bütün gereksinimlerine kadar adeta bizlere bağlanmıştır. Yüzyıllarca Türkiye ile ortak bir tarihe sahip olan ve ortak kaderi paylaşan bu ülkeye yapmamız gereken belki de en büyük yardım atalarımızın da yaptığı gibi her ne pahasına olursa olsun oraları korumak ve kardeşlerimize soydaşlarımıza karındaşlarımıza rahat bir hayat sunmaktır.