Kardeş Kazakistan; Türk Devletleri teşkilatına girdi, Kiril alfabesini kaldırdı, Türk dil birliği için latin harflerine geçti. Bazı alanlarda Rusçayı yasakladı, Türkiye ile önemli anlaşmalar yaptı. Zam protestosu bahanesiyle sokaklar karışıverdi biranda. Ne halk yaptığının farkına vardı, nede Rusya’yı çağıran Cumhurbaşkanı Tokayev!
Kim var perdenin arkasında; Rusya mı?, Çin veya ABD mi? Ne önemi var değil mi? Son 100 yılda dahi açlıktan kırılan, Kızılordu tarafından kanları dökülen Kazak Türkleri, attığı adımı ölçemezse, ne önemi var!
Hüzün ve kızgınlık içerisinde olayları takip ederken aklıma Mağcan geldi. Büyük Kazak şair, ruhu şad olsun. Milli Mücadele savaşı verirken, bize el uzatmak ister ama eli uzanamaz! Büyük şair Kurtuluş Savaşımıza atfen Kazakistan’da 1918-1919 kışında “Uzaktaki Kardeşime” diye şiir yazar; yüreğini gönderir mısralar ile…
“Uzakta ağır azap çeken kardeşim! / Solmuş lâleler gibi kuruyan kardeşim / Etrafını sarmış düşman ortasında / Göl gibi gözyaşı döken kardeşim! / Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim! / Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim! / Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman / Diri diri derini soymuş kardeşim!
Ey pirim! Değil miydi Altın Altay / Anamız bizim? Bizlerse birer tay, / Bağrında yürümedik mi serâzat / Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay? / Alaca altın aşık atışmadık mı? / Tepişip bir döşekte yatışmadık mı? /Anamız olan Altay'ın ak sütünden / Beraber emip, beraber tadışmadık mı?
Akmadı mı bizim için dupduru bulak, / Şarıldayıp şarıl şarıl dağdan inerek, / Hazırdı uçan kuş, kopan yel gibi / Dilesek bir bir atlar, tıpkı burak! /Altay'ın altın günü nazlanarak / Gelende, sen pars gibi bir er olarak, /Akdeniz, Karadeniz ötelerine /Kardeşim, gittin beni bırakarak!
Ben kaldım yavru balaban, kanat açamam, / Uçsam diye davransam bir türlü uçamam, / Yön bulduran, yol gösteren can kalmadı; / Yavuz düşman koyar mı şimdi beni vurmadan? / Kurşunlar genç yüreğime saplandı, / Günahsız taze kanım su gibi aktı, / Kansız kalıp, kuruyup bayıldım, / Karanlık hapse sıkıca kapattı.
Görmüyorum gece gezdiğimiz ovayı, / Gündüz güneşi, gece gümüş nurlu ayı, / Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp / Bizi büyüten altın anam Altay'ı! / Ey pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden? / Dağılıp yılmayan yağan oklardan / Türk'ün pars gibi yüreği varken / Korkak kul mu olduk düşmandan sinen.
Kudretli olmak isteyen Türk'ün canı / Gerçekten hasta mı, bitti mi hali? / Yürekteki ateş söndü mü, kurudu mu? / Damarında kaynayan atalar kanı? / Kardeşim! Sen o yanda, ben bu yanda / Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza / Lâyık mı kul olup durmak? gel gidelim / Altay'a atadan miras Altın tahta. (Mağcan Cumabay, ruhun şad olsun)
Ben, yalnızca eski çağlarda devlet adamlarımızın Çin’in, Pers’in, Rus’un veya Bizans’ın oyununa geldiğini sanırdım. Kendimize ihanetin yalnızca filmlerde, tarihin tozlu sayfalarında kaldığına inanırdım, öyle değilmiş! Kazakistan’da halk zam protestosuyla sokağa çıktı, binaları ateşe verdi, askere ve polise saldırdı. Devlet Başkanı Tokayev ise Putin’den yardım istedi.
Hani imkan olsa da sokağa dökülenleri de, yönetenleri de kızılcık sopasıyla terbiye etmek isterdim. Mağcan Cumabay’ın ruhu huzurlu mudur?
Kim var perdenin arkasında; Rusya mı?, Çin veya ABD mi? Ne önemi var değil mi? Son 100 yılda dahi açlıktan kırılan, Kızılordu tarafından kanları dökülen Kazak Türkleri, attığı adımı ölçemezse, ne önemi var!
Hüzün ve kızgınlık içerisinde olayları takip ederken aklıma Mağcan geldi. Büyük Kazak şair, ruhu şad olsun. Milli Mücadele savaşı verirken, bize el uzatmak ister ama eli uzanamaz! Büyük şair Kurtuluş Savaşımıza atfen Kazakistan’da 1918-1919 kışında “Uzaktaki Kardeşime” diye şiir yazar; yüreğini gönderir mısralar ile…
“Uzakta ağır azap çeken kardeşim! / Solmuş lâleler gibi kuruyan kardeşim / Etrafını sarmış düşman ortasında / Göl gibi gözyaşı döken kardeşim! / Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim! / Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim! / Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman / Diri diri derini soymuş kardeşim!
Ey pirim! Değil miydi Altın Altay / Anamız bizim? Bizlerse birer tay, / Bağrında yürümedik mi serâzat / Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay? / Alaca altın aşık atışmadık mı? / Tepişip bir döşekte yatışmadık mı? /Anamız olan Altay'ın ak sütünden / Beraber emip, beraber tadışmadık mı?
Akmadı mı bizim için dupduru bulak, / Şarıldayıp şarıl şarıl dağdan inerek, / Hazırdı uçan kuş, kopan yel gibi / Dilesek bir bir atlar, tıpkı burak! /Altay'ın altın günü nazlanarak / Gelende, sen pars gibi bir er olarak, /Akdeniz, Karadeniz ötelerine /Kardeşim, gittin beni bırakarak!
Ben kaldım yavru balaban, kanat açamam, / Uçsam diye davransam bir türlü uçamam, / Yön bulduran, yol gösteren can kalmadı; / Yavuz düşman koyar mı şimdi beni vurmadan? / Kurşunlar genç yüreğime saplandı, / Günahsız taze kanım su gibi aktı, / Kansız kalıp, kuruyup bayıldım, / Karanlık hapse sıkıca kapattı.
Görmüyorum gece gezdiğimiz ovayı, / Gündüz güneşi, gece gümüş nurlu ayı, / Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp / Bizi büyüten altın anam Altay'ı! / Ey pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden? / Dağılıp yılmayan yağan oklardan / Türk'ün pars gibi yüreği varken / Korkak kul mu olduk düşmandan sinen.
Kudretli olmak isteyen Türk'ün canı / Gerçekten hasta mı, bitti mi hali? / Yürekteki ateş söndü mü, kurudu mu? / Damarında kaynayan atalar kanı? / Kardeşim! Sen o yanda, ben bu yanda / Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza / Lâyık mı kul olup durmak? gel gidelim / Altay'a atadan miras Altın tahta. (Mağcan Cumabay, ruhun şad olsun)
Ben, yalnızca eski çağlarda devlet adamlarımızın Çin’in, Pers’in, Rus’un veya Bizans’ın oyununa geldiğini sanırdım. Kendimize ihanetin yalnızca filmlerde, tarihin tozlu sayfalarında kaldığına inanırdım, öyle değilmiş! Kazakistan’da halk zam protestosuyla sokağa çıktı, binaları ateşe verdi, askere ve polise saldırdı. Devlet Başkanı Tokayev ise Putin’den yardım istedi.
Hani imkan olsa da sokağa dökülenleri de, yönetenleri de kızılcık sopasıyla terbiye etmek isterdim. Mağcan Cumabay’ın ruhu huzurlu mudur?