
Yılsonları yaklaştıkça hatırıma gelen ve yazmayı düşündüğüm o kadar çok şey var ki! Hangi birini yazayım diye de çoğu zaman zorlanırım. İlk aklıma gelen ve o yıllara ait yazacağım önemli şeylerden biri vergi iadesi ödemesi alabilmemiz için doldurduğumuz fişlerdir. Annemin babası Zihni Dedem, babam ve kamuda görevi olan herkesi yıl bitmeden bir telaş alırdı. Vergi iadesinden yararlanabilmek için yaptığımız alışverişlerden aldığımız gerekli olan fişleri tedarik edilebilecek miyiz? İstenilen oranı tutturmak mümkün olacak mıydı? Babam yıl içinde alışveriş yaptığımız yerlere mali yılbaşı gelmeden tembihlerde bulunur, onlardan fiş ayarlamalarını isterdi. Çoğu zamanda konu-komşu, eş ve dostlardan fiş takviyeleri alınırdı. Biz çocuklar ise onların bu telaşelerini anlar ve kendimizce yardımcı olmaya çalışırdık. O zamanlar TRT’de Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın rol aldığı reklam filmi ise alışverişlerden sonra herkesin fiş almasına dolayısıyla da fiş toplamaya yönelikti. İki güzide insanın bu reklamdaki rollerini dikkatlice izler bizlerde benzerini okullarda oynardık. O zamanlar alışverişlerden sonra fiş almak bizim için eve katkı sağlamak idi. Annemizle hele de babamızla çıktığımız alışverişlerde onlar unutsa bile bizler fiş almayı kesinlikle unutmazdık. Alışverişlerden sonra fişimizi alır onu özenle saklardık. Evde misafirlerin bilmediği bizlerin bildiği fiş kutusuna götürür atardık. Her attığımızda ise fişlerin çoğaldığını görmek bizi mutlu ederdi. İşin birde dışarı kısmı vardı. Özellikle büyük marketlerin önünden geçerken yola düşmüş veya yere atılmış olan fişler dikkatimizden kaçmazdı. Hemen fişin başına üşüşür onu bir hamlede alırdık. İlk yaptığımız şey ise fişin üzerinde yazan fiyata bakmak olurdu. Fiş üzerinde yazan fiyatın yüksek olması yüzümüzde ki tebessümü artırırdı. Fiyat düşük ise hemen onu orada bırakırdık. Onunla bile mutlu olan çocuklardık. Zira bunun ailemize katkı sağladığına inanıyorduk. Eve yerde bulduğumuzu fişi getirdiğimizde ise bunu ballandırarak anlatırdık. Yılsonuna doğru ait olduğu kutudan yavaşça fişler çıkarılmaya başlanırdı. Fişler vergi iade zarfına yazılmadan önce tahmini bir orana göre değerlendirilirdi. Az olduğuna kanaat getirilmişse fiş telaşesi yazılma aşamasına kadar devam ederdi. Aklımız kesmeye ve yazı yazmaya başladığımız andan itibaren ise bu fişleri vergi iade zarfına yazma görevi bizlere verilirdi. İşte bizlerinde en mutlu olduğu anlardan biri buydu. Her gün babama sorardım, ne zaman fişleri yazacağım diye. O da daha zamanı gelmedi oğlum derdi. Ve beklenen gün geldiğinde keyfimize diyecek olmazdı. Mevsimin kış olması ise sobanın yanması anlamına gelirdi. Evde herkes fişlerin yazılmasının farklı bir anlamı olduğunu bilirdi. Annem misafir odasını bize verirdi. Babam toplanan tüm fişleri alır gelirdi. Masanın üstüne koyar ardından fişleri tasnif etmeye başlardık. Bu işte görev almak ise herkese düşmezdi. Birinci şart okuma ve yazmak bilmekti. Diğer kardeşlere ise sadece izlemek veyahut odadan çıkmak kalırdı. Ne de olsa artık biz o evin okuma ve yazma bilen önemli ferdi idik. Annem çayı demler yanına yaptığı pasta ve çöreklerden koyardı. Misafir odası ısınmamış ise bu sefer sobanın olduğu odaya geçilirdi. Bir sehpa getirilir bizde onun etrafına sıralanırdık. Öyle fişleri gelişi güzel yazmak yoktu. İlk adım fişlerin ait olduğu alana göre sıralanmasıydı. O anda işte okuma ve yazması olmayan kardeşlerimizde işe koyulurdu. Onların görevi tasnifte görev almaktı. Giyim, market, kasap, fırın, odun-kömür veyahut fiş hangi alana ait ise o bölüme koyulurdu. İkinci iş ise fişin üzerinde yazan fiyat idi. Yüksek alışverişi ifade edenler daha makbul sayılır vergi iade zarfının en başına onlar yazılırdı. Bazen de daha düşük fiyatlı olanlar çürüğe çıkarılır gibi bir köşeye alınırdı. Çoğu zamanda sahaya sürülen ilk on bir de olmazlardı. Babam onları ayrı bir deste yapardı. Çok ihtiyaç olmazsa fiş ordusuna onlar dâhil edilmezdi. O yıllarda kırtasiyelerde en çok bulundurulan kalemlerden biri vergi iade zarfı olurdu. Yazdığımız zarf bazen fişlere yetmez, ikinci zarfa geçerdik. Evde zarf yoksa telaşlanmaya gerek duymazdık zira yedek bir zarf mutlaka evde bulunur yoksa bile komşudan ödünç alınırdı. Kardeşlerden birine bu ulvi görev verilir oda bir çırpıda uçarcasına komşuya giderdi. Göreve tevdi edilen altın bulmuşçasına veyahut kaybettiği parasına kavuşmuşçasına sevinerek elinde zarfla geri dönerdi. Mutlu olmak için o yıllarda çok şey aramaya gerek yoktu aslında çocuklar için. Yarın vergi iadesi ve fişlerle yolculuğumuza devam etmek üzere Allaha emanet olun sevgili okurlarım. Keyifli okumalar olsun.