Hak peygamber, son nebi kuşu ölen bir çocuğa baş sağlığı vermeye gider. Çocuğun başını okşar ve taziyesini bizzat çocuğun evinde verir. Ne yüce bir gönül almadır, ne büyük bir inceliktir ve ne büyük bir değer vermedir. İki cihan serveri yüce peygamber bir çocuğun ayağına gidiyor ve ölen bir kuş için onunla beraber yas tutuyor. Gönüllerde yer edinmek, canlı olan her şeye kıymet vermek ve acıyı paylaşmak bu olsa gerekir. Hz. Peygamberin ümmeti olmakta bu hasletlere sahip olmak demek değil midir? Ya şimdilerde bırakın kuşun ölmesi, insanın insana acımasızca kıydığı, ölümün sıradanlaştığı ve insanların birbirinin acısını paylaşmaktan ziyade duyarsız kaldığı bir dönemdeyiz. Herkes bireysel ve kendi dünyasında kaldı. Yalnızlaştık ve yalnızlığa da alışır hale geldik. Acıya ortak olma öldü, acıyı dinleme bile rafa kalktı. Yani biz, bizden ve biz olanlardan uzaklaştık. Gün geçtikçe de bu makas açılmaya devam ediyor. Tüm bunların yanında güzelliklerinde çiçek açtığı ortamlar elbette her daim olmuştur ve olmaya devam edecektir. İşte o akşam böyle bir güzelliğin içinde kendimizi bulmuştuk
Komşumla beraber oturmuş ve günün yorgunluğunu hazırlanan kahve eşliğinde atmaya çalışıyorduk. Komşum Mehmet Ali Bey yan bloğa yeni bir arkadaşının evini taşıdığını ve yanına bir ara uğrayıp gelmesi gerektiğini söyledi. Sonuçta yeni bir ev taşınıyordu ve ihtiyaç olabilirdi. Birlikte gidelim dedim, hem de bende arkadaşın ile tanışmış olurum. Memnuiyetle kabul etti. Kahvemizi de içtikten sonra kalktık ve yan bloğa geçtik. Yeni komşumuzun da öğretmen olduğunu Mehmet Ali Bey’den öğrenmiştim. Üçüncü kata çıktık ve zile bastık. Abdulkadir Hoca kapıyı açtı ve güler yüzüyle bizi karşıladı. Taşınma işi devam ediyordu. Evde bir koşuşturma vardı. Eşyalar odalara yerleştirilmeye çalışılıyordu. Mutfakta hocanın babası vardı. Evladının bu mutluluğuna oda şahit olmak istiyordu. İlk başta bizi fark etmedi. Bir iki dakika sonra işini halledince o da bizi gördü ve hoş geldin dedi. Konuşmaya ve birbirimizi tanımaya çalıştık. O an içeriden bir kuş sesi gelmeye başladı. Ortam da o kadar tatlı bir ses vardı ki bizim seslerimizi o sesler bastırıyordu. Benim de evde Süslü adını verdiğimiz bir kuşum vardı. Hemen o sese kulak verdim. Abdülkadir Hoca’da bunu anlamış ve kuşlarımız diye söze başlamıştı. Demek ki evde birden fazla kuş vardı. Taşınma sırasında kuşları banyo tarafına koymuşlardı. Kuşları görmek istedim. Banyo tarafına yöneldik ve içeri baktığımda muhteşem bir görüntü ve ses cümbüşü vardı. Tam üç kafes ve 6 kuş gördüm. Şaşırdım, bu kadar fazla olacaklarını tahmin etmiyordum. Ben kuş sayısı ile şaşkınlık yaşayacağımı zannediyordum fakat Abdulkadir Hoca’nın anlattıkları asıl şaşkınlığımın sebebi olacaktı. Kuş sayısının bu kadar fazla olmasının arkasında aslında güzel bir hikâye vardı. Abdulkadir Hoca’nın büyük kızı duygusal yönü ağır basan bir çocuk imiş. İlk kuşlarını aldıkları andan itibaren ona bağlanmış ve hayatında ona ayrı bir yer vermişti. Onunla konuşuyor ve bakımını üstleniyormuş. Bir gün kuşun arka tarafında bir kitle oluşmuş. Hemen kuşu Abdulkadir Bey bir veterinere götürmüş. Veterinerin söyledikleri bir canlı için zor bir sürecin başladığının da ifadesi olmuş. Yani kuşun arka tarafında ki bu kitle kötü huylu bir tümör imiş ve kuşun ölümüne de neden olabilirmiş. O an Abdulkadir Hoca ne diyeceğini şaşırmış ve üzgün bir şekilde eve geri dönmüş. Ya rabbim derdi veren de sen dermanını veren de yine sensin, biz tüm canlılar ancak senden şifa bekleriz bu kuşa şifasını ver diye de dua etmeyi ihmal etmemiş. Demek ki imtihan sadece insanoğluna değil aynı zamanda tüm canlılar içinde varmış. İşte kuşun imtihanı da tıpkı insanların imtihanlarına benziyordu. Yolda gelirken kuşun ötmesi devam etmiş; belki de bu ötüşün adı rabbim derdi veren de sensin, elbet benim şifamı da verirsin demekti.
Abdülkadir Hoca eve üzgün bir şekilde geri dönmüştü. Çok şükür ki o an evde kimse yoktu. Büyük kızına bir şey demek istemiyordu. Kuşunun amansız bir hastalığa yakalandığını söylerse onun daha fazla üzüleceğini biliyordu. Hele veterinerin ameliyat edersek masadan kalkamaz sözü ise beyninde şimşeklerin çakmasına neden oluyordu. Karar verdi, şimdilik hiç kimseye bir şey söylemeyecekti. Kafesi alıp odada her zaman ki yerine koydu. Yemini ve suyunu verdi, kafesi temizleyip, kuşu kendi haline bıraktı. Kuş sanki durumu anlamışçasına ötüyor ve bir şeyler söylemek istiyordu. Onun o hali ve elden bir şeyin gelmeyişi Abdulkadir Hoca’yı da üzmüştü. Allah ne dilemişse o olur dedi ve elinizi yüzünü yıkadıktan sonra evden çıktı ve okulun yolunu tuttu. Aklında ise kuş ölürse kızını nasıl ikna edeceği vardı. Ama kuşun nasıl iyileşeceğini yüce rabbimizden başka kimse bilmiyordu.
Komşumla beraber oturmuş ve günün yorgunluğunu hazırlanan kahve eşliğinde atmaya çalışıyorduk. Komşum Mehmet Ali Bey yan bloğa yeni bir arkadaşının evini taşıdığını ve yanına bir ara uğrayıp gelmesi gerektiğini söyledi. Sonuçta yeni bir ev taşınıyordu ve ihtiyaç olabilirdi. Birlikte gidelim dedim, hem de bende arkadaşın ile tanışmış olurum. Memnuiyetle kabul etti. Kahvemizi de içtikten sonra kalktık ve yan bloğa geçtik. Yeni komşumuzun da öğretmen olduğunu Mehmet Ali Bey’den öğrenmiştim. Üçüncü kata çıktık ve zile bastık. Abdulkadir Hoca kapıyı açtı ve güler yüzüyle bizi karşıladı. Taşınma işi devam ediyordu. Evde bir koşuşturma vardı. Eşyalar odalara yerleştirilmeye çalışılıyordu. Mutfakta hocanın babası vardı. Evladının bu mutluluğuna oda şahit olmak istiyordu. İlk başta bizi fark etmedi. Bir iki dakika sonra işini halledince o da bizi gördü ve hoş geldin dedi. Konuşmaya ve birbirimizi tanımaya çalıştık. O an içeriden bir kuş sesi gelmeye başladı. Ortam da o kadar tatlı bir ses vardı ki bizim seslerimizi o sesler bastırıyordu. Benim de evde Süslü adını verdiğimiz bir kuşum vardı. Hemen o sese kulak verdim. Abdülkadir Hoca’da bunu anlamış ve kuşlarımız diye söze başlamıştı. Demek ki evde birden fazla kuş vardı. Taşınma sırasında kuşları banyo tarafına koymuşlardı. Kuşları görmek istedim. Banyo tarafına yöneldik ve içeri baktığımda muhteşem bir görüntü ve ses cümbüşü vardı. Tam üç kafes ve 6 kuş gördüm. Şaşırdım, bu kadar fazla olacaklarını tahmin etmiyordum. Ben kuş sayısı ile şaşkınlık yaşayacağımı zannediyordum fakat Abdulkadir Hoca’nın anlattıkları asıl şaşkınlığımın sebebi olacaktı. Kuş sayısının bu kadar fazla olmasının arkasında aslında güzel bir hikâye vardı. Abdulkadir Hoca’nın büyük kızı duygusal yönü ağır basan bir çocuk imiş. İlk kuşlarını aldıkları andan itibaren ona bağlanmış ve hayatında ona ayrı bir yer vermişti. Onunla konuşuyor ve bakımını üstleniyormuş. Bir gün kuşun arka tarafında bir kitle oluşmuş. Hemen kuşu Abdulkadir Bey bir veterinere götürmüş. Veterinerin söyledikleri bir canlı için zor bir sürecin başladığının da ifadesi olmuş. Yani kuşun arka tarafında ki bu kitle kötü huylu bir tümör imiş ve kuşun ölümüne de neden olabilirmiş. O an Abdulkadir Hoca ne diyeceğini şaşırmış ve üzgün bir şekilde eve geri dönmüş. Ya rabbim derdi veren de sen dermanını veren de yine sensin, biz tüm canlılar ancak senden şifa bekleriz bu kuşa şifasını ver diye de dua etmeyi ihmal etmemiş. Demek ki imtihan sadece insanoğluna değil aynı zamanda tüm canlılar içinde varmış. İşte kuşun imtihanı da tıpkı insanların imtihanlarına benziyordu. Yolda gelirken kuşun ötmesi devam etmiş; belki de bu ötüşün adı rabbim derdi veren de sensin, elbet benim şifamı da verirsin demekti.
Abdülkadir Hoca eve üzgün bir şekilde geri dönmüştü. Çok şükür ki o an evde kimse yoktu. Büyük kızına bir şey demek istemiyordu. Kuşunun amansız bir hastalığa yakalandığını söylerse onun daha fazla üzüleceğini biliyordu. Hele veterinerin ameliyat edersek masadan kalkamaz sözü ise beyninde şimşeklerin çakmasına neden oluyordu. Karar verdi, şimdilik hiç kimseye bir şey söylemeyecekti. Kafesi alıp odada her zaman ki yerine koydu. Yemini ve suyunu verdi, kafesi temizleyip, kuşu kendi haline bıraktı. Kuş sanki durumu anlamışçasına ötüyor ve bir şeyler söylemek istiyordu. Onun o hali ve elden bir şeyin gelmeyişi Abdulkadir Hoca’yı da üzmüştü. Allah ne dilemişse o olur dedi ve elinizi yüzünü yıkadıktan sonra evden çıktı ve okulun yolunu tuttu. Aklında ise kuş ölürse kızını nasıl ikna edeceği vardı. Ama kuşun nasıl iyileşeceğini yüce rabbimizden başka kimse bilmiyordu.