Gerçekten bir pandemi mi, yoksa küresel ölçekte bir komplo mu?
Ne yaşıyoruz tam olarak?
Doğal bir virüs salgını mı, yoksa yapay ve planlı bir felaket mi?
Eğer öyleyse, eğer bu laboratuvarda oluşturulmuş bir ‘nüfus azaltımı projesi’ ise ve içlerinde bilim insanlarının da olduğu çok sayıda kişi bu komplo teorisine inanıyorsa; o zaman bilimsellikle ambalajlanmış bu yanlış hesabın hayatlarımızdan neyi götürdüğünü çok iyi belirlemek lazım.
***
Covid-19 pandemisi (sınırları aşan salgın), artık çok iyi biliyoruz ki en çok yaş almış insanları etkiledi.
En fazla kaybı o nüfus diliminde yaşadığımız gibi, aynı kesimden hayatta kalanların önemli kısmı da çok yoğun bir psikolojik yıkım yaşadı.
Ve hâlâ aynı çöküntüyü yaşamaya devam edenler var:
Neden biz dışlandık?
Niye bize virüs kaynağıymışız gibi davranıyorlar?
Sorgunun ve yıkımın kaynağındaki düşünce bu…
Her ne kadar karar vericiler ‘onları korumak’ düşüncesiyle yol alıyor olsalar da ‘Neden biz?’ sitemini hemen her gün ve hemen her yaşlıdan işitiyoruz.
Bu kanı ya da sitem de salgın içinde salgın gibi çoğalıyor.
Evet, galiba en doğru sözcük bu: Sitem…
Onların sitemini anlamlı kılan bazı somut gerekçeler de yok değil aslında:
60’lı, 70’li, 80’li yaşlarını yaşamakta olanlar.
Ev hapsindeki kuşaklar…
“Onlar, ilkokulda yurt bilgisi, lisede mantık, sosyoloji, felsefe, okumuş kuşaklar... Bu yüzden onlar, Kim Milyoner Olmak İster yarışmasında 15 bin lirayı hiç joker kullanmadan %90 kazanabilenler...
Onlar, 3 yazılı 1 sözlü imtihan olan kuşaklar...
Onlar, türlü mühendislik yollarını keşfedip kopya çeken ama kopya hazırlarken öğrenen kuşaklar...
Onlar, Endonezya'nın ihracatını Peru’nun ithalatını bilen kuşaklar...
Onlar, anasını-babasını bakım evine terk etmekten hicap duyanlar…
Onlar, babasının cenazesine ‘Tatildeyim’ diye gitmeyen kuşaklar değil...
Onlar, etrafa saygısı ve sevgisi olmayan ve sadece kendisini düşünerek yaşayan egoist kuşaklar da değil; sevgiyi, saygıyı, fedakarlığı, dostluğu, vefa duygusunu, yerine göre başkalarının yaşamı için kendi yaşam tarzını feda eden kuşaklar onlar…
Arkadaşının ailesini kendi ailesi kabul eden, namus anlayışını buna göre dizayn eden kuşaklar…
60’lı, 70’li, 80’li yaşlarını yaşayanları kapsayan kuşaklar.
İncinmiş, alınmış, belki bizim duyumsayamadığımız korkular içinde tükenmeye başlamış kuşaklar…
Onlar, psikologlarla-pedagoglarla şekillendirilen değil, psikolojik sorunlarını aile ve mahalle ilişkileri içinde hem uygulamalı hem de bedava çözen kuşaklar...
Onlar, öne atılmak, sorunları çözmek için gözünü kırpmayan, ‘Bana ne!’ deyip pas geçmeyen kuşaklar...
Onlar, bugün kırk yıllık arkadaşlarını köşe bucak arayıp bulan, dostlarla birliktelikten zevk alan kuşaklar…
Onlar, öğretmenlerinin elini öpmek için yarışan kuşaklar. Şimdi el öpmek mi, o da ne?
Onlar, semt çocukluğunu, mahalle terbiyesini, aidiyeti, büyüklere saygıyı ağabeyilerinden ve ablalarından görmüş kuşaklar...
‘Gerçek kabadayı’ dediğimiz mahallenin demir bilekli, çelik yürekli delikanlısını; kendilerini soyan değil, ölümüne koruyan kollayan biri olarak bilen kuşaklar...
Misketi, çemberi, uçurtmayı, birdirbiri, topacı, uzun eşeği, kukalı saklambacı, üç taşı, kaptanı, müsellesi, kovalamacayı, ip atlamayı, sekseki, üçgen uçurtmayı (şeytan uçurtmasını), çivili futbolu, 9 taşı, bakkal amcalara kese kâğıdı yapımını, yakan topu oyun olarak bilen kuşaklar onlar...
Futbolu, voleybolu, basketi, yüzmeyi tüm imkansızlıklara rağmen sırf spor olarak yapan; işin endüstrisini, şikesini, şifresini bilmeyen ‘temiz’ kuşaklar…
Akşam üstleri salçalı ekmek, şekerli ekmek, karabiberli ekmek, yoğurtlu ekmek; velhasıl en ucuzundan ‘ekmek’ yiyen; çikolatayı, hamburgeri, turtayı tanımayan, birbirine denk insanların oluşturduğu kuşaklar…
Dışarıda yemek yemenin neredeyse ayıp sayıldığı, ağız şapırdatmanın bile ayıplandığı, her lokmanın eşit paylaşıldığı, çay bardağındaki şeker kaşıkla karıştırılırken çıkan sesin fazlasının bile ayıp olduğu, bu eylem kahvelerde yapıldığında kahvecinin ‘Hooop, deve kervanı mı gidiyor?’ diyerek düşüncesizlik yapanı azarladığı çağın insanlarıdır onlar…
Ebevenylerin çocukları öğretmenlere ‘Eti sizin, kemiği benim’ diye teslim ettiği; öğretmenlerin de bu emaneti gözlerinden sakınarak koruduğu; kulak çeken öğretmenin öğrenci tarafından evdekilere şikayet edilmediği; edilse bile ‘Bizi utandıracak ne yaptın sen haylaz?’ çıkışmasıyla evdekilerin de diğer kulağını çektiği kuşaklardır onlar…
Hele öğretmenin çocuğa bir siteminde anne, baba, dayı, hala, enişte, bacanak, anneanne, dede hep birlikte maaile okul basıp ‘Sen bizim çocuğumuzun psikolojisini nasıl bozarsın?’ diye öğretmen döven kuşaklarla uzaktan yakından ilgisi-ilişkisi olmayan kuşaklardır onlar…
Öğretmen; 60’lı, 70’li, 80’li yaşlarını yaşamakta olanlar için ‘en kutsal varlıklarındandı’...
Ataerkil, çoğunlukla babanın sözünün geçtiği ama babanın da analara hakikaten değer verdiği, ‘Hanım ne yapsak acep?...’ diye başlayan kısık sesli cümlelerle fikir danıştığı ailelerin çocuklarıdır 60’lı, 70’li, 80’li yaşlarını yaşamakta olanların içinde olduğu o çok özel kuşaklar…
Lise mezunu mensuplarının, bugünkü üniversite mezunlarının yanında doktora yapmış bir insan kalitesinde olduğu kuşaklardır onlar…”
***
İşte o kuşakları asla küçümsemeyin. Asla!
İncitmeyin de…
Siz onları korumak istiyorsanız; ama onlar kendilerini eve hapsedilmiş gibi hissediyor ve size sitem ediyorlarsa onlara sakın ters, kırıcı, azarlar gibi yanıtlar vermeyin.
Anlamaya çalışın onları.
Anlamayı deneyin.
Anlayın onları !..
Ne yaşıyoruz tam olarak?
Doğal bir virüs salgını mı, yoksa yapay ve planlı bir felaket mi?
Eğer öyleyse, eğer bu laboratuvarda oluşturulmuş bir ‘nüfus azaltımı projesi’ ise ve içlerinde bilim insanlarının da olduğu çok sayıda kişi bu komplo teorisine inanıyorsa; o zaman bilimsellikle ambalajlanmış bu yanlış hesabın hayatlarımızdan neyi götürdüğünü çok iyi belirlemek lazım.
***
Covid-19 pandemisi (sınırları aşan salgın), artık çok iyi biliyoruz ki en çok yaş almış insanları etkiledi.
En fazla kaybı o nüfus diliminde yaşadığımız gibi, aynı kesimden hayatta kalanların önemli kısmı da çok yoğun bir psikolojik yıkım yaşadı.
Ve hâlâ aynı çöküntüyü yaşamaya devam edenler var:
Neden biz dışlandık?
Niye bize virüs kaynağıymışız gibi davranıyorlar?
Sorgunun ve yıkımın kaynağındaki düşünce bu…
Her ne kadar karar vericiler ‘onları korumak’ düşüncesiyle yol alıyor olsalar da ‘Neden biz?’ sitemini hemen her gün ve hemen her yaşlıdan işitiyoruz.
Bu kanı ya da sitem de salgın içinde salgın gibi çoğalıyor.
Evet, galiba en doğru sözcük bu: Sitem…
Onların sitemini anlamlı kılan bazı somut gerekçeler de yok değil aslında:
60’lı, 70’li, 80’li yaşlarını yaşamakta olanlar.
Ev hapsindeki kuşaklar…
“Onlar, ilkokulda yurt bilgisi, lisede mantık, sosyoloji, felsefe, okumuş kuşaklar... Bu yüzden onlar, Kim Milyoner Olmak İster yarışmasında 15 bin lirayı hiç joker kullanmadan %90 kazanabilenler...
Onlar, 3 yazılı 1 sözlü imtihan olan kuşaklar...
Onlar, türlü mühendislik yollarını keşfedip kopya çeken ama kopya hazırlarken öğrenen kuşaklar...
Onlar, Endonezya'nın ihracatını Peru’nun ithalatını bilen kuşaklar...
Onlar, anasını-babasını bakım evine terk etmekten hicap duyanlar…
Onlar, babasının cenazesine ‘Tatildeyim’ diye gitmeyen kuşaklar değil...
Onlar, etrafa saygısı ve sevgisi olmayan ve sadece kendisini düşünerek yaşayan egoist kuşaklar da değil; sevgiyi, saygıyı, fedakarlığı, dostluğu, vefa duygusunu, yerine göre başkalarının yaşamı için kendi yaşam tarzını feda eden kuşaklar onlar…
Arkadaşının ailesini kendi ailesi kabul eden, namus anlayışını buna göre dizayn eden kuşaklar…
60’lı, 70’li, 80’li yaşlarını yaşayanları kapsayan kuşaklar.
İncinmiş, alınmış, belki bizim duyumsayamadığımız korkular içinde tükenmeye başlamış kuşaklar…
Onlar, psikologlarla-pedagoglarla şekillendirilen değil, psikolojik sorunlarını aile ve mahalle ilişkileri içinde hem uygulamalı hem de bedava çözen kuşaklar...
Onlar, öne atılmak, sorunları çözmek için gözünü kırpmayan, ‘Bana ne!’ deyip pas geçmeyen kuşaklar...
Onlar, bugün kırk yıllık arkadaşlarını köşe bucak arayıp bulan, dostlarla birliktelikten zevk alan kuşaklar…
Onlar, öğretmenlerinin elini öpmek için yarışan kuşaklar. Şimdi el öpmek mi, o da ne?
Onlar, semt çocukluğunu, mahalle terbiyesini, aidiyeti, büyüklere saygıyı ağabeyilerinden ve ablalarından görmüş kuşaklar...
‘Gerçek kabadayı’ dediğimiz mahallenin demir bilekli, çelik yürekli delikanlısını; kendilerini soyan değil, ölümüne koruyan kollayan biri olarak bilen kuşaklar...
Misketi, çemberi, uçurtmayı, birdirbiri, topacı, uzun eşeği, kukalı saklambacı, üç taşı, kaptanı, müsellesi, kovalamacayı, ip atlamayı, sekseki, üçgen uçurtmayı (şeytan uçurtmasını), çivili futbolu, 9 taşı, bakkal amcalara kese kâğıdı yapımını, yakan topu oyun olarak bilen kuşaklar onlar...
Futbolu, voleybolu, basketi, yüzmeyi tüm imkansızlıklara rağmen sırf spor olarak yapan; işin endüstrisini, şikesini, şifresini bilmeyen ‘temiz’ kuşaklar…
Akşam üstleri salçalı ekmek, şekerli ekmek, karabiberli ekmek, yoğurtlu ekmek; velhasıl en ucuzundan ‘ekmek’ yiyen; çikolatayı, hamburgeri, turtayı tanımayan, birbirine denk insanların oluşturduğu kuşaklar…
Dışarıda yemek yemenin neredeyse ayıp sayıldığı, ağız şapırdatmanın bile ayıplandığı, her lokmanın eşit paylaşıldığı, çay bardağındaki şeker kaşıkla karıştırılırken çıkan sesin fazlasının bile ayıp olduğu, bu eylem kahvelerde yapıldığında kahvecinin ‘Hooop, deve kervanı mı gidiyor?’ diyerek düşüncesizlik yapanı azarladığı çağın insanlarıdır onlar…
Ebevenylerin çocukları öğretmenlere ‘Eti sizin, kemiği benim’ diye teslim ettiği; öğretmenlerin de bu emaneti gözlerinden sakınarak koruduğu; kulak çeken öğretmenin öğrenci tarafından evdekilere şikayet edilmediği; edilse bile ‘Bizi utandıracak ne yaptın sen haylaz?’ çıkışmasıyla evdekilerin de diğer kulağını çektiği kuşaklardır onlar…
Hele öğretmenin çocuğa bir siteminde anne, baba, dayı, hala, enişte, bacanak, anneanne, dede hep birlikte maaile okul basıp ‘Sen bizim çocuğumuzun psikolojisini nasıl bozarsın?’ diye öğretmen döven kuşaklarla uzaktan yakından ilgisi-ilişkisi olmayan kuşaklardır onlar…
Öğretmen; 60’lı, 70’li, 80’li yaşlarını yaşamakta olanlar için ‘en kutsal varlıklarındandı’...
Ataerkil, çoğunlukla babanın sözünün geçtiği ama babanın da analara hakikaten değer verdiği, ‘Hanım ne yapsak acep?...’ diye başlayan kısık sesli cümlelerle fikir danıştığı ailelerin çocuklarıdır 60’lı, 70’li, 80’li yaşlarını yaşamakta olanların içinde olduğu o çok özel kuşaklar…
Lise mezunu mensuplarının, bugünkü üniversite mezunlarının yanında doktora yapmış bir insan kalitesinde olduğu kuşaklardır onlar…”
***
İşte o kuşakları asla küçümsemeyin. Asla!
İncitmeyin de…
Siz onları korumak istiyorsanız; ama onlar kendilerini eve hapsedilmiş gibi hissediyor ve size sitem ediyorlarsa onlara sakın ters, kırıcı, azarlar gibi yanıtlar vermeyin.
Anlamaya çalışın onları.
Anlamayı deneyin.
Anlayın onları !..