Türkiye’nin yakın döneminde saçma sapan gibi gelen, ancak birilerinin iştahla yürüttüğü faaliyetler vardı! Vardı diyorum, çünkü bu faaliyetlere ‘aptalca’ veya boş beleş inanların can sıkıntısı diyebileceğiniz içeriklere sahipti. Ancak işin öyle olmadığı sonradan görüldü. Ak Parti’nin iktidardaki ilk yıllarını hafızanıza getirin! Onlarca tuhaf dernek, garip insanlar, garip garip yeminler ve törenlere dair haberler duyuyorduk.
Birbirine benzemeyen, Atatürk maskeli veya ırkçı söylemlere bulaştırılmış, dini çerçeveye alınmış bir yığın dernek, grup biranda etrafı sarı vermişti. Birileri vatanı kurtarıyordu, sanki Türkiye işgal altına girmişti de birileri de kurtarıcı rolünü üstlenmişti. Konuşmalar ve açıklamalara bakıldığında sanılır ki, Atatürk ölmeden önce bunlara görev yüklemiş ve onlarda aldıkları emri yerine getiriyorlar.
Doğal olarak iktidarın yaptıklarının bazı kesimlerce beğenilmemesi doğaldır. Ancak yıllardır bu milletin seçtiği iktidarların, başbakanların en hafif ifadeyle ‘hain’ olabileceklerini, başka güçlere çalışıyor olabileceği kuşkusu beşinci kol faaliyeti olarak sürekli işlenmişti.
Bu milletin seçtiği Başbakan’ı ve Bakanlarını astıran “Gladyo” veya benzer yapılanmalar sürekli milletin beyninde kuşkuyu pompalamayı ihmal etmiyordu.
28 Şubat süreciyle oluşturulan iklim ile FETÖ, iktidara bir biçimde eklemlendirilirken biryandan da Cumhuriyet mitingleri ile ortalık alevlendiriliyordu. Ülkenin iklimi yeni şeylere hazırlanıyordu aslında.
FETÖ’nün hücreleri aktif hale geliyor, TSK’ya karşı kumpaslar tezgâhlanıyordu. Buna karşılık kimlikleri menkul tipler de Cumhuriyeti koruma görevi üstlendiğini milletin gözüne sokarcasına garip ritüeller sergiliyor, çevreden yanlarına saf veya aptal topluyordu.
Bu süreç, aynı zamanda iktidarı bir yere sıkıştırmayı da hedefliyordu. Ancak kabul etmek gerekiyor ki Recep Tayyip Erdoğan ve dar çevre bir ekibi olanlardan bihaber görünmüyordu. Aksine bazı tedbirler alınıyordu. Bu süreçte iktidara yönelik kapatma, muhtıra ve benzer engeller üretiliyordu.
Tarihler 2012’yi gösterirken Türkiye’nin yeni bir sorunu doğdu!
Erdoğan, birden Dershanelerin kapatılmasının Türk eğitim sistemi açısından ciddi bir sorunu çözeceğini söylemişti. Aslında yılanın kuyruğuna basılmıştı!
Hani ülke kargaşanın daha büyüğünü hiç görmediği göremeyeceği olaylara gebeydi!
Gezi olayları Türkiye’nin hiç görmediği farklı bir hareket tarzıydı. SOROS’un turuncu devrimlerinin yerli versiyonu GEZİ ile vizyona sokuldu. Erdoğan’ın yanında gözüken ancak FETÖ ile iş tutan bazı siyasiler bilerek veya bilmeyerek olayların çığırından çıkmasına yardımcı odular.
Heyetleri Başbakanlıkta kabul ettiler, talipleri aldılar. Ağaç için Türkiye’ye milyarlarca dolar zarar veren heyet Yavuz Sultan Köprüsü, İstanbul Havaalanı ile başlayan büyük yatırımlardan vaz geçilmesini istiyordu. Yani heyet ‘ağaç veya yeşil’ diye yola çıkıp EMPERYALİZM’in valisi gibi dayatmalarını ortaya koyuyordu.
Hani bir siyasinin ifadesiyle “Bunlar iyi çocuklar. Zarar gelmez” anlayışını hakim kılmak istiyorlardı. Ancak Erdoğan bütün oyunu görüyordu. Ve gereğini de yaptı.
Türkiye, en büyük operasyonlardan birini önlemeyi başarmıştı.
Birbirine benzemeyen, Atatürk maskeli veya ırkçı söylemlere bulaştırılmış, dini çerçeveye alınmış bir yığın dernek, grup biranda etrafı sarı vermişti. Birileri vatanı kurtarıyordu, sanki Türkiye işgal altına girmişti de birileri de kurtarıcı rolünü üstlenmişti. Konuşmalar ve açıklamalara bakıldığında sanılır ki, Atatürk ölmeden önce bunlara görev yüklemiş ve onlarda aldıkları emri yerine getiriyorlar.
Doğal olarak iktidarın yaptıklarının bazı kesimlerce beğenilmemesi doğaldır. Ancak yıllardır bu milletin seçtiği iktidarların, başbakanların en hafif ifadeyle ‘hain’ olabileceklerini, başka güçlere çalışıyor olabileceği kuşkusu beşinci kol faaliyeti olarak sürekli işlenmişti.
Bu milletin seçtiği Başbakan’ı ve Bakanlarını astıran “Gladyo” veya benzer yapılanmalar sürekli milletin beyninde kuşkuyu pompalamayı ihmal etmiyordu.
28 Şubat süreciyle oluşturulan iklim ile FETÖ, iktidara bir biçimde eklemlendirilirken biryandan da Cumhuriyet mitingleri ile ortalık alevlendiriliyordu. Ülkenin iklimi yeni şeylere hazırlanıyordu aslında.
FETÖ’nün hücreleri aktif hale geliyor, TSK’ya karşı kumpaslar tezgâhlanıyordu. Buna karşılık kimlikleri menkul tipler de Cumhuriyeti koruma görevi üstlendiğini milletin gözüne sokarcasına garip ritüeller sergiliyor, çevreden yanlarına saf veya aptal topluyordu.
Bu süreç, aynı zamanda iktidarı bir yere sıkıştırmayı da hedefliyordu. Ancak kabul etmek gerekiyor ki Recep Tayyip Erdoğan ve dar çevre bir ekibi olanlardan bihaber görünmüyordu. Aksine bazı tedbirler alınıyordu. Bu süreçte iktidara yönelik kapatma, muhtıra ve benzer engeller üretiliyordu.
Tarihler 2012’yi gösterirken Türkiye’nin yeni bir sorunu doğdu!
Erdoğan, birden Dershanelerin kapatılmasının Türk eğitim sistemi açısından ciddi bir sorunu çözeceğini söylemişti. Aslında yılanın kuyruğuna basılmıştı!
Hani ülke kargaşanın daha büyüğünü hiç görmediği göremeyeceği olaylara gebeydi!
Gezi olayları Türkiye’nin hiç görmediği farklı bir hareket tarzıydı. SOROS’un turuncu devrimlerinin yerli versiyonu GEZİ ile vizyona sokuldu. Erdoğan’ın yanında gözüken ancak FETÖ ile iş tutan bazı siyasiler bilerek veya bilmeyerek olayların çığırından çıkmasına yardımcı odular.
Heyetleri Başbakanlıkta kabul ettiler, talipleri aldılar. Ağaç için Türkiye’ye milyarlarca dolar zarar veren heyet Yavuz Sultan Köprüsü, İstanbul Havaalanı ile başlayan büyük yatırımlardan vaz geçilmesini istiyordu. Yani heyet ‘ağaç veya yeşil’ diye yola çıkıp EMPERYALİZM’in valisi gibi dayatmalarını ortaya koyuyordu.
Hani bir siyasinin ifadesiyle “Bunlar iyi çocuklar. Zarar gelmez” anlayışını hakim kılmak istiyorlardı. Ancak Erdoğan bütün oyunu görüyordu. Ve gereğini de yaptı.
Türkiye, en büyük operasyonlardan birini önlemeyi başarmıştı.