Belki anımsarsınız, uzun zaman önce bu köşede ‘Vicdan dediğin’ başlıklı bir yazı paylaşmıştım sizinle. O yazımda ayağının biri olmayan yoksul çocukla ona ayakkabı armağan etmenin inanılmaz zarif bir yolunu bulan merhametli ayakkabıcının hikâyesini aktarmıştım.
Ve o yazının başlangıcında okurlarıma şu soruları sormuştum:
‘Vicdan dediğimiz şey sadece büyüklere mi özgüdür, iyilik etmek sadece zenginlerin mi harcıdır?
Sadece çocuklar mı saftır?
Sadece düşkünlerin mi merhamete ihtiyacı vardır?..’
Hikâye bittikten sonra birlikte ulaştığımız yanıtlar şunlar olmuştu:
‘Vicdan dediğimiz şey sadece büyüklere özgü olamaz; keza iyilik de sadece zenginlerin harcı değildir…
Sadece çocuklar saf değil; bazı büyükler de yaşadıkları onca şeye rağmen saflıklarını koruyor olabilirler.
Ve sadece düşkünlerin değil, iki ayağının üzerinde dimdik duruyormuş gibi görünenlerin de merhamete daima ihtiyaçları vardır…’
***
Şimdi en az o ayakkabı hikâyesi kadar etkileyici bir başka metin var dağarcığımda.
Ama yine ‘önce sorular’:
Başkalarının mutluluğu için insanın kendi mutluluğundan vaz geçmesi kolay mıdır?
Peki böyle bir fedakârlık nasıl, neyle, hangi inançla açıklanabilir?
***
Baba Charles’la oğul Charlie’nin hikâyesidir:
“Sinema tarihinin en ünlü komedyenlerinden Charlie Chaplin bir röportajda çocukluğunu ve çocukken kendine ilham verenleri anlatır. Söz dönüp dolaşıp babası Charles Chaplin Sr.’a gelir:
(…) Küçük bir çocukken babamla bir sirk şovunu izlemeye gittik. Bilet sırasında uzun bir kuyruk vardı ve önümüzde de anne, baba ve altı çocuktan oluşan kalabalık bir aile duruyordu. Yoksul oldukları her hallerinden belliydi ama pasaklı değillerdi, elleri yüzleri, elbiseleri tertemizdi. Çocuklar sirkten bahsederken çok mutlu görünüyorlardı.
Sıra onlara gelince babaları gişedeki adama doğru eğildi ve bilet fiyatını sordu. Gişe çalışanı bilet fiyatını söyleyince adam kekelemeye başladı ve dönüp karısının kulağına birşeyler fısıldadı.
Çaresizliği ve mahcubiyet yüzünden okunuyordu…
Babam hemen cebinden 20 Dolar çıkardı ve gizlice yere attı. Sonra da eğilip yerden aldı ve adamın omzuna dokunarak şöyle dedi:
‘Paranızı düşürmüşsünüz beyefendi…’
Adam babama baktı, babamın bakışlarındaki o ikna edici ifadeyi anladı ve gözleri dolarak “Teşekkür ederim efendim” dedi.
Onlar içeri girdikten sonra babam beni elimden çekti, ‘Bağışla evlat!’ dedi ve biz kuyruktan çıktık; çünkü babamın adama verdiği o 20 Dolardan başka parası yoktu…
O günden beri babamla gurur duyuyorum ve işte o 2 dakika, benim hayatımda izlediğim en güzel gösteri oldu.
O gün izleyemediğim sirk şovundan eminim ki çok daha güzeldi bu gösteri…”
***
Şimdi…
Charlie Chaplin’le babasının hikâyesini anlatmadan hemen önce sorduğum o iki sorunun -bana göre- yanıt anahtarı şöyle olmalı:
Başkalarının mutluluğu için insanın kendi mutluluğundan vaz geçmesi aslında öyle göründüğü ve idealize edildiği kadar kolay değildir; bu yüzden de bu çok sıradışı davranışı filmlerdeki süper kahramanlar dışında sergileyebilenlerin sayısı oldukça azdır. Yine de her gün sokakta ya da haberlerde öyle insanların onlarcasıyla karşılaşırız. Öyleleri kimi zaman öğretmen kılığındadır, kimi zaman doktor, kimi zaman ömrünü laboratuvarlarda geçirmiş bir araştırmacı, kimi zaman itfaiyeci, polis veya asker, kimi zaman da bilet gişesinin önünde sıra bekleyenlerden biri…
Böyle bir fedakârlık etnik bağların, dinlerin, mezheplerin, tarikatların, bilimin, fennin, felsefenin ve bütün ideolojilerin dışında olan -onların hepsinin üzerinde olan- bir şeyle; çok yalın, çok sarih, çok basit bir durumla açıklanabilir: İnsan olmakla…
İnsan olabilirsek ‘iyi insan olmak’ da çok daha kolay ulaşılabilecek bir şeye dönüşür çünkü.
Tabii bunlar ‘bana göre’ doğru yanıtlar arasına girebilir.
Peki sizce?..
Ve o yazının başlangıcında okurlarıma şu soruları sormuştum:
‘Vicdan dediğimiz şey sadece büyüklere mi özgüdür, iyilik etmek sadece zenginlerin mi harcıdır?
Sadece çocuklar mı saftır?
Sadece düşkünlerin mi merhamete ihtiyacı vardır?..’
Hikâye bittikten sonra birlikte ulaştığımız yanıtlar şunlar olmuştu:
‘Vicdan dediğimiz şey sadece büyüklere özgü olamaz; keza iyilik de sadece zenginlerin harcı değildir…
Sadece çocuklar saf değil; bazı büyükler de yaşadıkları onca şeye rağmen saflıklarını koruyor olabilirler.
Ve sadece düşkünlerin değil, iki ayağının üzerinde dimdik duruyormuş gibi görünenlerin de merhamete daima ihtiyaçları vardır…’
***
Şimdi en az o ayakkabı hikâyesi kadar etkileyici bir başka metin var dağarcığımda.
Ama yine ‘önce sorular’:
Başkalarının mutluluğu için insanın kendi mutluluğundan vaz geçmesi kolay mıdır?
Peki böyle bir fedakârlık nasıl, neyle, hangi inançla açıklanabilir?
***
Baba Charles’la oğul Charlie’nin hikâyesidir:
“Sinema tarihinin en ünlü komedyenlerinden Charlie Chaplin bir röportajda çocukluğunu ve çocukken kendine ilham verenleri anlatır. Söz dönüp dolaşıp babası Charles Chaplin Sr.’a gelir:
(…) Küçük bir çocukken babamla bir sirk şovunu izlemeye gittik. Bilet sırasında uzun bir kuyruk vardı ve önümüzde de anne, baba ve altı çocuktan oluşan kalabalık bir aile duruyordu. Yoksul oldukları her hallerinden belliydi ama pasaklı değillerdi, elleri yüzleri, elbiseleri tertemizdi. Çocuklar sirkten bahsederken çok mutlu görünüyorlardı.
Sıra onlara gelince babaları gişedeki adama doğru eğildi ve bilet fiyatını sordu. Gişe çalışanı bilet fiyatını söyleyince adam kekelemeye başladı ve dönüp karısının kulağına birşeyler fısıldadı.
Çaresizliği ve mahcubiyet yüzünden okunuyordu…
Babam hemen cebinden 20 Dolar çıkardı ve gizlice yere attı. Sonra da eğilip yerden aldı ve adamın omzuna dokunarak şöyle dedi:
‘Paranızı düşürmüşsünüz beyefendi…’
Adam babama baktı, babamın bakışlarındaki o ikna edici ifadeyi anladı ve gözleri dolarak “Teşekkür ederim efendim” dedi.
Onlar içeri girdikten sonra babam beni elimden çekti, ‘Bağışla evlat!’ dedi ve biz kuyruktan çıktık; çünkü babamın adama verdiği o 20 Dolardan başka parası yoktu…
O günden beri babamla gurur duyuyorum ve işte o 2 dakika, benim hayatımda izlediğim en güzel gösteri oldu.
O gün izleyemediğim sirk şovundan eminim ki çok daha güzeldi bu gösteri…”
***
Şimdi…
Charlie Chaplin’le babasının hikâyesini anlatmadan hemen önce sorduğum o iki sorunun -bana göre- yanıt anahtarı şöyle olmalı:
Başkalarının mutluluğu için insanın kendi mutluluğundan vaz geçmesi aslında öyle göründüğü ve idealize edildiği kadar kolay değildir; bu yüzden de bu çok sıradışı davranışı filmlerdeki süper kahramanlar dışında sergileyebilenlerin sayısı oldukça azdır. Yine de her gün sokakta ya da haberlerde öyle insanların onlarcasıyla karşılaşırız. Öyleleri kimi zaman öğretmen kılığındadır, kimi zaman doktor, kimi zaman ömrünü laboratuvarlarda geçirmiş bir araştırmacı, kimi zaman itfaiyeci, polis veya asker, kimi zaman da bilet gişesinin önünde sıra bekleyenlerden biri…
Böyle bir fedakârlık etnik bağların, dinlerin, mezheplerin, tarikatların, bilimin, fennin, felsefenin ve bütün ideolojilerin dışında olan -onların hepsinin üzerinde olan- bir şeyle; çok yalın, çok sarih, çok basit bir durumla açıklanabilir: İnsan olmakla…
İnsan olabilirsek ‘iyi insan olmak’ da çok daha kolay ulaşılabilecek bir şeye dönüşür çünkü.
Tabii bunlar ‘bana göre’ doğru yanıtlar arasına girebilir.
Peki sizce?..