Artık İslamcı Partiler dönemi, 2002 yılında muhafaza altına alındı, sarılıp sarmalandı ve halen bekleme odasında bekletiliyor.
Ak Parti ise, kendisini, daha sonra ve hala içini dolduramadığı ‘Muhafazakâr Demokrat’ olarak ilan etti. Ancak, başta Sn. Erdoğan olmak üzere, gerek Parti yönetiminde, gerek TBMM grubunda, gerek yerel yönetimlerde, gerekse Hükümet’te yine İslamcı kadrolar çok büyük bir ağırlıkta idi. İslamcılar bu dönemde, siyasal partiler başta olmak üzere, Ülkedeki bütün kesimleri etkiledi. Artık herkes, ister istemez Milletimizin inancına tarihine ve kültürüne en azından saygılı olmağa başladı. Bütün partiler artık adaylarını, muhafazakâr inançlı insanlardan seçme hususunda yarışa girdiler. Halen de öyledir.
Çok büyük bir hız ve titizlikle, Erdoğan Başkanlığında Hükümet etmeğe başlayan Ak Parti, bir yandan halkla bütünleşmeyi daha da derinlere taşıyarak, bir yandan da hem ekonomiyi, umulanın da ötesinde düzeltti, hem de Devlet Millet kaynaşmasının önünü açtı. Artık halkımız hem belediyelere, hem de merkezi yönetimle ilgili dairelere, rahatlıkla gidip gelmeğe başladı. Eğitimde, özellikle alt yapı alanında ciddi hizmetler yapıldı; her düzeydeki öğrencilere, ciddi anlamda maddi destekler verildi. Sosyal güvenlik sistemi ve sağlıkta ciddi reformlar yapılarak çağ atlatıldı. Şehir-içi ve dışında kara, deniz ve hava yollarındaki gelişmeler, hayallerin de ötesine geçti. Diğer alanlardaki başarılı çalışmalar katlanarak devam etti.
Bu çalışmaların yanında, 2011 Yılına kadar, Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere, yargı, TSK, YÖK gibi devleti oluşturan kurumların yönetimleri, vesayet sisteminin elinden alındı. Barolar Birliği gibi bir iki kurum hariç vesayet sistemi devlet dışına itildi. Bütün Devlet kurumları, yavaş yavaş Milletle bütünleşmeğe başladı. İçeride düzeni sağlayan Ak Parti’nin İslamcı kadroları, bu süreçte bir yandan gönül coğrafyamıza ciddi ve samimi mesajlar vermeğe, bir yandan da, ‘evrensel vesayet sistemi’ ile doğrudan mücadele etmeğe başladı, bu alanlarda dev adımlar atıldı. Böylece İslamcılar:
* Halkı, vesayet partilerini ve Devlet Sistemimizi en çok etkileyen kadro oldular,
* 1970’li yılların başında, hiç bilmeden çıktıkları bu yolculukta, yerel ve merkezi yönetimi çok iyi tanıdılar. Bir bütün halinde Ülke yönetimini öğrenip, belediye ve merkezi yönetimde çok büyük başarılara imza attılar. Ülkemiz, Rahmetli Özal da dâhil, İslamcı kadrolar eliyle kaaat be kat büyüdü, gelişti ve ilerledi. Dünyanın ilk 20 büyük ekonomisi arasına girdi.
* Hem gönül coğrafyamıza, hem de mazlum milletlere çok büyük destek vererek, oralarda gönülleri fethetme yolunu açtılar.
* Emperyalizmle mücadelede, hem ülke içinde, hem de ülke dışında, bugüne kadar görülmemiş vakar ve kararlılıkla mücadele ettiler. Emperyalizmin karizmasını çizdiler, zaman zaman onu yendiler ve dünya milletlerinin korkusunu giderip gözlerini açtılar
Ancak, 2010’lardan sonra, Ak partide, değişim değil, yavaş yavaş başkalaşma yaşanmağa başlandı. Ak Parti’de, İslamcı kadroların yerine, herhangi bir davası olmayan ya da başka siyasal anlayış ve partilerde siyaset yapmış, ona göre şekillenmiş insanlar getirildi. Yavaş yavaş ‘DAVA’ arka plana itildi. Giderek yerelde ve merkezi yönetimde bu yeni kadroların kendi konuları ve sorunları, kendilerinin davası olmağa başladı. Hak Dava, insanları eğitip yönlendirmediğinden, hem kayıt dışı yaşantılar belirmeğe başladı, hem de halkla ilişkileri zayıfladı, her seçimde, artan bir trentle oy oranları düştü. Ak Parti bunun sebebini, metal yorgunluğu olarak açıkladı. Hâlbuki metal yorgunluğu değil, başkalaşmanın getirdiği sıkıntıları yaşıyordu. Bu düzeydeki açığını da, vesayet sistemiyle herhangi bir sorunu olmayan, fikri bakımdan da aslında uyuşamadığı bir parti ile gidermeğe çalıştı, hatta ona bağımlılık duymağa başladı. Bağımlılık duyulan nesne ise, hiçbir zaman iflah etmez.
Şimdi önümüzde iki yol var: Ya Ak Parti, bu 17 yıllık çalışmalarından da dersler alarak, herkesi kucaklamak kaydıyla, yeniden ‘Dava’yı ve Dava Adamlarını esas alan bir yapılanmaya gidecektir. Böylece toparlanıp yoluna hızlı bir şekilde devam ederek, hem ülkemizde, hem gönül coğrafyamızda, hem de dünyada, ulaşmak istedikleri hedeflerini gerçekleştirecektir. Ya da Allah korusun, bundan sonra bu milleti yeniden zor günler bekleyecektir.
Şimdiye kadar, halkımızı, siyasal partileri, sistemi ve dünyayı etkilemek için gece gündüz durmadan çalışan ve bu hususta başarılı olan İslamcı kadrolar ve halkımız, şimdi de, Hz. Ömer’in arkadaşları gibi, kendi partisini etkilemek için çalışacak ve başaracaktır. Buna olan inancım tamdır. Allah yar ve yardımcımız olsun
Selam, sevgi ve dualarla.
Ak Parti ise, kendisini, daha sonra ve hala içini dolduramadığı ‘Muhafazakâr Demokrat’ olarak ilan etti. Ancak, başta Sn. Erdoğan olmak üzere, gerek Parti yönetiminde, gerek TBMM grubunda, gerek yerel yönetimlerde, gerekse Hükümet’te yine İslamcı kadrolar çok büyük bir ağırlıkta idi. İslamcılar bu dönemde, siyasal partiler başta olmak üzere, Ülkedeki bütün kesimleri etkiledi. Artık herkes, ister istemez Milletimizin inancına tarihine ve kültürüne en azından saygılı olmağa başladı. Bütün partiler artık adaylarını, muhafazakâr inançlı insanlardan seçme hususunda yarışa girdiler. Halen de öyledir.
Çok büyük bir hız ve titizlikle, Erdoğan Başkanlığında Hükümet etmeğe başlayan Ak Parti, bir yandan halkla bütünleşmeyi daha da derinlere taşıyarak, bir yandan da hem ekonomiyi, umulanın da ötesinde düzeltti, hem de Devlet Millet kaynaşmasının önünü açtı. Artık halkımız hem belediyelere, hem de merkezi yönetimle ilgili dairelere, rahatlıkla gidip gelmeğe başladı. Eğitimde, özellikle alt yapı alanında ciddi hizmetler yapıldı; her düzeydeki öğrencilere, ciddi anlamda maddi destekler verildi. Sosyal güvenlik sistemi ve sağlıkta ciddi reformlar yapılarak çağ atlatıldı. Şehir-içi ve dışında kara, deniz ve hava yollarındaki gelişmeler, hayallerin de ötesine geçti. Diğer alanlardaki başarılı çalışmalar katlanarak devam etti.
Bu çalışmaların yanında, 2011 Yılına kadar, Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere, yargı, TSK, YÖK gibi devleti oluşturan kurumların yönetimleri, vesayet sisteminin elinden alındı. Barolar Birliği gibi bir iki kurum hariç vesayet sistemi devlet dışına itildi. Bütün Devlet kurumları, yavaş yavaş Milletle bütünleşmeğe başladı. İçeride düzeni sağlayan Ak Parti’nin İslamcı kadroları, bu süreçte bir yandan gönül coğrafyamıza ciddi ve samimi mesajlar vermeğe, bir yandan da, ‘evrensel vesayet sistemi’ ile doğrudan mücadele etmeğe başladı, bu alanlarda dev adımlar atıldı. Böylece İslamcılar:
* Halkı, vesayet partilerini ve Devlet Sistemimizi en çok etkileyen kadro oldular,
* 1970’li yılların başında, hiç bilmeden çıktıkları bu yolculukta, yerel ve merkezi yönetimi çok iyi tanıdılar. Bir bütün halinde Ülke yönetimini öğrenip, belediye ve merkezi yönetimde çok büyük başarılara imza attılar. Ülkemiz, Rahmetli Özal da dâhil, İslamcı kadrolar eliyle kaaat be kat büyüdü, gelişti ve ilerledi. Dünyanın ilk 20 büyük ekonomisi arasına girdi.
* Hem gönül coğrafyamıza, hem de mazlum milletlere çok büyük destek vererek, oralarda gönülleri fethetme yolunu açtılar.
* Emperyalizmle mücadelede, hem ülke içinde, hem de ülke dışında, bugüne kadar görülmemiş vakar ve kararlılıkla mücadele ettiler. Emperyalizmin karizmasını çizdiler, zaman zaman onu yendiler ve dünya milletlerinin korkusunu giderip gözlerini açtılar
Ancak, 2010’lardan sonra, Ak partide, değişim değil, yavaş yavaş başkalaşma yaşanmağa başlandı. Ak Parti’de, İslamcı kadroların yerine, herhangi bir davası olmayan ya da başka siyasal anlayış ve partilerde siyaset yapmış, ona göre şekillenmiş insanlar getirildi. Yavaş yavaş ‘DAVA’ arka plana itildi. Giderek yerelde ve merkezi yönetimde bu yeni kadroların kendi konuları ve sorunları, kendilerinin davası olmağa başladı. Hak Dava, insanları eğitip yönlendirmediğinden, hem kayıt dışı yaşantılar belirmeğe başladı, hem de halkla ilişkileri zayıfladı, her seçimde, artan bir trentle oy oranları düştü. Ak Parti bunun sebebini, metal yorgunluğu olarak açıkladı. Hâlbuki metal yorgunluğu değil, başkalaşmanın getirdiği sıkıntıları yaşıyordu. Bu düzeydeki açığını da, vesayet sistemiyle herhangi bir sorunu olmayan, fikri bakımdan da aslında uyuşamadığı bir parti ile gidermeğe çalıştı, hatta ona bağımlılık duymağa başladı. Bağımlılık duyulan nesne ise, hiçbir zaman iflah etmez.
Şimdi önümüzde iki yol var: Ya Ak Parti, bu 17 yıllık çalışmalarından da dersler alarak, herkesi kucaklamak kaydıyla, yeniden ‘Dava’yı ve Dava Adamlarını esas alan bir yapılanmaya gidecektir. Böylece toparlanıp yoluna hızlı bir şekilde devam ederek, hem ülkemizde, hem gönül coğrafyamızda, hem de dünyada, ulaşmak istedikleri hedeflerini gerçekleştirecektir. Ya da Allah korusun, bundan sonra bu milleti yeniden zor günler bekleyecektir.
Şimdiye kadar, halkımızı, siyasal partileri, sistemi ve dünyayı etkilemek için gece gündüz durmadan çalışan ve bu hususta başarılı olan İslamcı kadrolar ve halkımız, şimdi de, Hz. Ömer’in arkadaşları gibi, kendi partisini etkilemek için çalışacak ve başaracaktır. Buna olan inancım tamdır. Allah yar ve yardımcımız olsun
Selam, sevgi ve dualarla.