Önce devasa yangınlarla mücadele ettik...
Halen daha da ediyoruz, çünkü bazılarının etkisi azalsa dahi üstesinden gelemedik...
Allahtan can kaybımız sınırlı kaldı...
Sonra fırtına, yağmur ve sel afeti geldi.
Bu öyle bir afet ki son 50 yılı aşkın böylesi görülmedi...
Suların boyutu metrelerce idi ve önüne ne geldiyse sürükledi, götürdü.
Koca apartmanlar kâğıt gibi yırtıldı, ağaçlar yerlerinden söküldü, otomobiller ters döndü ve sele direnemeyerek sürüklendi, tomruklar ve sökülen ağaçlar, bir çöp gibi sele kapıldı...
Hatta sel öylesine güçlüydü ki büyük taşları ve beton blokları dahi önüne kattı ve bir yerlere taşıdı.
Tabi insanın bu afete direnmesi söz konusu dahi olamazdı.
Şu ana kadar 60’ın üzerinde insanımızı kaybettik, bir o kadarı da kayıp...(bu insanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum...)
Günlerdir yaşadığımız tam bir kıyamet senaryosu!..
Ama biline ki Devletimizin gücü yaraları sarmağa her zaman muktedirdir...
*
Gelelim yaşadığımız ve önlem almazsak daha çok yaşayacağımız afetlerin sebeplerinden birine...
Eskiden atalarımız şehirleri kurarken daha çok zemini sağlam yamaçları ve Tarım Arazisi olmayan yerleri tercih ederlerdi.
Hele hele dere yataklarına şehir kurmazlar, doğal dengeyi bozan HES’lere müsaade etmezlerdi.
Sokakları caddeleri su geçirmesi içir küçük parke taşlarla döşerlerdi.
Günler süren bu döşeme işi zor ancak asırlık, gösterişli ve olası şiddetli yağmura karşı da geçirgendi.
Bu parke döşeli yollar ve sokaklar sayesinde şehirleri su basmazdı...
*
Şimdi ne yapıyoruz?..
Nefes almakta zorlandığımız hava kirliliği konusunda şehirlerin nefes aldığı rüzgâr boğazlarını koca koca binalarla kapattık...
Dere yataklarına bina yapma huyumuzdan vazgeçmeliyiz ya da en önemlisi yapılanlara ruhsatlandırdık.
Dahası ahşap binalara asla izin verilmemeli...
Dere düzenlemesi iyi yapılmalı, taşkın bölgeleri belirlenmeli; su özgür akmalı ve önünde engel teşkil edebilecek yapılar kaldırılmalı...
Derelerimizin özgür akışını engelleyici ve doğanın doğal zincirini bozucu HES çılgınlığından bir an önce vazgeçilmeli..
Tarım arazisi üzerine dinlenme tesisi ya da hobi bahçesi adı altında apartman kurmağa izin verilmemeli...
Daha güzel gönünsün diye yolları ve caddeleri suyu geçirmez ve kanserojen madde olan asfaltla kapladık. En azından ara sokaklar parke taş döşeli olabilir... (Avrupa’da parke döşeli yollara geri dönülüyor)
*
Sahi söyler misiniz Karadeniz’de asırlık evler ve konaklar, şiddetli afete rağmen nasıl ayakta kaldı da yeni yapılan evler yıkıldı...
Dere yataklarına yerleşim kurulurken onlara bu ruhsatları veren, inşaatlar yapılırken müdahale etmeyen resmi makamlara neredeydi...
Derelerimize müdahale etmeyin...
Bırakın serbestçe aksın, yoksa daha çok canlar yitiririz...
Halen daha da ediyoruz, çünkü bazılarının etkisi azalsa dahi üstesinden gelemedik...
Allahtan can kaybımız sınırlı kaldı...
Sonra fırtına, yağmur ve sel afeti geldi.
Bu öyle bir afet ki son 50 yılı aşkın böylesi görülmedi...
Suların boyutu metrelerce idi ve önüne ne geldiyse sürükledi, götürdü.
Koca apartmanlar kâğıt gibi yırtıldı, ağaçlar yerlerinden söküldü, otomobiller ters döndü ve sele direnemeyerek sürüklendi, tomruklar ve sökülen ağaçlar, bir çöp gibi sele kapıldı...
Hatta sel öylesine güçlüydü ki büyük taşları ve beton blokları dahi önüne kattı ve bir yerlere taşıdı.
Tabi insanın bu afete direnmesi söz konusu dahi olamazdı.
Şu ana kadar 60’ın üzerinde insanımızı kaybettik, bir o kadarı da kayıp...(bu insanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum...)
Günlerdir yaşadığımız tam bir kıyamet senaryosu!..
Ama biline ki Devletimizin gücü yaraları sarmağa her zaman muktedirdir...
*
Gelelim yaşadığımız ve önlem almazsak daha çok yaşayacağımız afetlerin sebeplerinden birine...
Eskiden atalarımız şehirleri kurarken daha çok zemini sağlam yamaçları ve Tarım Arazisi olmayan yerleri tercih ederlerdi.
Hele hele dere yataklarına şehir kurmazlar, doğal dengeyi bozan HES’lere müsaade etmezlerdi.
Sokakları caddeleri su geçirmesi içir küçük parke taşlarla döşerlerdi.
Günler süren bu döşeme işi zor ancak asırlık, gösterişli ve olası şiddetli yağmura karşı da geçirgendi.
Bu parke döşeli yollar ve sokaklar sayesinde şehirleri su basmazdı...
*
Şimdi ne yapıyoruz?..
Nefes almakta zorlandığımız hava kirliliği konusunda şehirlerin nefes aldığı rüzgâr boğazlarını koca koca binalarla kapattık...
Dere yataklarına bina yapma huyumuzdan vazgeçmeliyiz ya da en önemlisi yapılanlara ruhsatlandırdık.
Dahası ahşap binalara asla izin verilmemeli...
Dere düzenlemesi iyi yapılmalı, taşkın bölgeleri belirlenmeli; su özgür akmalı ve önünde engel teşkil edebilecek yapılar kaldırılmalı...
Derelerimizin özgür akışını engelleyici ve doğanın doğal zincirini bozucu HES çılgınlığından bir an önce vazgeçilmeli..
Tarım arazisi üzerine dinlenme tesisi ya da hobi bahçesi adı altında apartman kurmağa izin verilmemeli...
Daha güzel gönünsün diye yolları ve caddeleri suyu geçirmez ve kanserojen madde olan asfaltla kapladık. En azından ara sokaklar parke taş döşeli olabilir... (Avrupa’da parke döşeli yollara geri dönülüyor)
*
Sahi söyler misiniz Karadeniz’de asırlık evler ve konaklar, şiddetli afete rağmen nasıl ayakta kaldı da yeni yapılan evler yıkıldı...
Dere yataklarına yerleşim kurulurken onlara bu ruhsatları veren, inşaatlar yapılırken müdahale etmeyen resmi makamlara neredeydi...
Derelerimize müdahale etmeyin...
Bırakın serbestçe aksın, yoksa daha çok canlar yitiririz...