“Kim Rahman’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.” (Zuhruf – 36)
“Şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyar da onlar kendilerini doğru yolda sanır. Nihayet o kişi yoldaşıyla birlikte huzurumuza çıktığında: Keşke seninle aramızda doğu ile batı kadar uzak bir mesafe olsaydı; sen ne kötü bir yoldaşmışsın, der” (Zuhruf 37–38)
Dünya ile ahiret birbirini tamamlar. Biri olmayınca diğerinin anlamı kalmaz. Dünyada yaratılmamızın nedeni kendilik bilincimizi oluşturup menşeimiz olan Allah Teâlâ’yı tanımak ve bu bilinçle ebedi hayatı yaşamak üzere ahirete dönmektir.
Hayat; iman, inkâr; haz, çile, vb., özellikleriyle insanı olgunlaştırır. Hayatı idrak etmek Yaratıcıyı idrake kapı açar. Yaratıcının varlığı da hem dünya hayatını anlamlandırır hem de ahiret hayatını mümkün kılar. İşte, kendilik bilincine varan insanın, varlığının temeline, yani Rabbine ulaşması en büyük zikridir.
Aksi durumdaki kişi kendi varoluş bilincine varamadığından Rabbine karşı da bir bilinç geliştiremeyecek, vehim, vesvese, zan, şüphe, inkâr gibi duyguların etkisi altında kalacaktır. Kuşkusuz bu hâl şeytanla baş başa kalmak anlamı taşır. Kişi, varlığında Yaratıcıyı görememiş, aklı ve nazarı, şeytan mertebesinde kalmıştır.
Kişinin şeytan mertebesinde kalmasının nasıl ağır bir sonuç doğurduğuysa kıyamette anlaşılacaktır. Kişi, hayat arkadaşının şeytan olduğunu anlayınca, derin bir pişmanlığa kapılacak ve ‘keşke seninle benim aramda doğu ile batı kadar bir uzaklık olsaydı’ diye yakınacaktır.
Sonuç: Kişi Rabbi ile birlikte değilse şeytanla birliktedir. Şahsın Rabbi ile birlikte olduğunun kanıtı emredilen ibadetleri yapması, kalp, akıl ve dil ile de Rabbinin isim ve sıfatlarını anması, üzerlerinde düşünmesidir. İnsanın Rabbinin zikriyle meşgul olması, Rabbiyle kurduğu ve hayati öneme sahip rabıtayı korumasına yetecektir.
“Şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyar da onlar kendilerini doğru yolda sanır. Nihayet o kişi yoldaşıyla birlikte huzurumuza çıktığında: Keşke seninle aramızda doğu ile batı kadar uzak bir mesafe olsaydı; sen ne kötü bir yoldaşmışsın, der” (Zuhruf 37–38)
Dünya ile ahiret birbirini tamamlar. Biri olmayınca diğerinin anlamı kalmaz. Dünyada yaratılmamızın nedeni kendilik bilincimizi oluşturup menşeimiz olan Allah Teâlâ’yı tanımak ve bu bilinçle ebedi hayatı yaşamak üzere ahirete dönmektir.
Hayat; iman, inkâr; haz, çile, vb., özellikleriyle insanı olgunlaştırır. Hayatı idrak etmek Yaratıcıyı idrake kapı açar. Yaratıcının varlığı da hem dünya hayatını anlamlandırır hem de ahiret hayatını mümkün kılar. İşte, kendilik bilincine varan insanın, varlığının temeline, yani Rabbine ulaşması en büyük zikridir.
Aksi durumdaki kişi kendi varoluş bilincine varamadığından Rabbine karşı da bir bilinç geliştiremeyecek, vehim, vesvese, zan, şüphe, inkâr gibi duyguların etkisi altında kalacaktır. Kuşkusuz bu hâl şeytanla baş başa kalmak anlamı taşır. Kişi, varlığında Yaratıcıyı görememiş, aklı ve nazarı, şeytan mertebesinde kalmıştır.
Kişinin şeytan mertebesinde kalmasının nasıl ağır bir sonuç doğurduğuysa kıyamette anlaşılacaktır. Kişi, hayat arkadaşının şeytan olduğunu anlayınca, derin bir pişmanlığa kapılacak ve ‘keşke seninle benim aramda doğu ile batı kadar bir uzaklık olsaydı’ diye yakınacaktır.
Sonuç: Kişi Rabbi ile birlikte değilse şeytanla birliktedir. Şahsın Rabbi ile birlikte olduğunun kanıtı emredilen ibadetleri yapması, kalp, akıl ve dil ile de Rabbinin isim ve sıfatlarını anması, üzerlerinde düşünmesidir. İnsanın Rabbinin zikriyle meşgul olması, Rabbiyle kurduğu ve hayati öneme sahip rabıtayı korumasına yetecektir.