Erzurum’da evde köpek besleme alışkanlığı yayılıyor
Köpekler, kediler masum varlıklardır. Eskiden kedi köpek beslenmesi tarım toplumunun bir zorunluluğuydu. Toprak damlı evlerin tavan aralarından ahırlara, kilerlerden samanlıklarına kadar her yanında fareler cirit atardı. Ev kedileri bu zararlıyla doğal yöntemle mücadele ederdi. Köpekler ise evin içine alınmaz avluda, ahırda, komda, bahçede beslenirdi. Köpeğin görevi de çobanların yardımcılığını yapmak, sürüleri arazilerde korumak, evi barkı gözetlemekti.
Gel zaman git zaman kırsal nüfus aktı şehirlere. Müslüman Türkün ve Kürdün kültüründe, -salonda yatak odasında mutfakta köpek besleme alışkanlığı olmadığından- onların şehirlerdeki evlerinde de köpek artık gözükmez oldu. Şehirde oturup evinde kendi köpek besleyen insan çok azdı.
Fakat son yıllarda, önce İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa gibi şehirlerin zengin muhitlerinde insanların elinde süs köpekleri gözükmeye başladı. Sosyete denilen mini mini tini mini hanımlar sokaklarda parklarda köpek gezdirir oldular. Zamanla bu örneklik şehrin diğer ekonomik katmanlarına intikal etti ve Anadolu’ya da yayılarak tüm ülkeyi içine aldı. Öyle bir hâl aldı ki insanlar, kendi köpek beslemiyor diye, kınanacak hale geldiler.
Ben Dadaşkent’te oturuyorum. Muhitimde artık çok sayıda köpek besleyen aile var. Finolardan tutunda, bıraksalar insan yiyecek doberman, pitbull, Alman kurdu tipi iri yarı köpek cinslerine kadar, çevremizde mebzul miktarda köpek var artık.
Bu köpekleri sokaklarda gezdirip kaldırımlara, bahçe duvarlarına, parklara işetenlerin çoğu bayan, kiminin baş da örtülü. Aralarında doktorların, avukatların, iş adamlarının bulunduğu bir bina var, caddeye o binanın önünden yürüyerek gidip dönüyorum. Binaya her yaklaştığımda, fonda, köpek konuşmaları işitiyorum! Malumunuz köpekler havlayarak konuşurlar. Parmaklıkların arasında bakıp bana da epey söz sayıyorlar. Köpek sevenlerle sokakta karşılaşıp bir iki kelam ediyorum. Köpeklerini çok seviyorlar, öyle ki, bazıları evladıyla ayırmadığını, latifeli bir dille ilave ediyorlar.
Evde köpek beslemenin zararları
Evde köpek beslemenin insana neşe vermesi çoluk çocuğu eğlendirmesi gibi yararları olduğu da ileri sürülmektedir. Fakat evde köpek beslemenin pek çok da zararı var. İşte evde köpek beslemenin bazı zararları:
Evdeki hayvanlarda bulunan pire, parazit, bit, bağırsak kurdu sahiplerine geçebilir.
Kedi köpek besleyen ailelerde bulaşıcı hastalıklara sık rastlanır.
Aşıları düzgün yapılmadığı takdirde, kedi köpek atıkları, çocukların bağışıklığı zayıf olduğundan, beyin ve göz iltihaplarına sebep olabilir.
Kedi köpek besleyen evlerde, kişilerde alerji varsa, kaşıntı ve aneminin yanı sıra karaciğer, akciğer, beyin ve göz tutulumları görülebilir.
Evde beslenen hayvanlar, taşıdıkları parazitleri ve tüylerini ortama atıklarından, çeşitli sağlık sorunlarına kaynaklık etmektedir.
Kedi ve köpekler, hamilelik dönemlerinde psikolojik sorunlara da kaynaklık edebilirler.
Evcil hayvanlar, sık sık temizlenmediğinde, çevre ve kişi sağlığını olumsuz yönde etkiler.
Kedi ve köpeklerin mutfakta yemek masalarına çıkması, aile üyeleriyle yemek masasını paylaşması, aile bireylerinin mikrop kapmalarına yol açabilir.
Kedi ve köpeklerin tuvalet ve kum kaplarına, çocukların, hatta yetişkinlerin temas etmesi, de bir diğer sağlık sorunu nedenidir. Vb.
Köpekler sapıklığa alet ediliyor?
Avrupa ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyada evlerde beslenen köpeklerin bir kısmının cinsel bir ortak olarak kullanıldığı bilinmektedir. Mesela Almanya, 1969 yılında, hayvanlarla cinsel birleşmeyi yasaklayan maddeyi ceza yasasından çıkarmış. Hindistan gibi bazı ülkelerde ise köpeklerle resmi evlilik yapan kadınlar söz konusudur. Hintlilerin yüzde 2’si köpeğe tapmaktadır. (Hayvan hayranı, hayvan seven, hayvan düşkünü bu insanlara, sodomi, zoofilst gibi sıfatlar verilmektedir. Helak edilen kavimlerin fiillerinden olan bu eğilimdeki kişilerin köpeklerle yaptıkları iğrençliğin boyutunu anlamak isteyenler internete başvurabilirler.)
İslam dini evde köpek beslemeye ne diyor?
Hemen söyleyelim: İslam dini kaynaklarında evin içinde köpek beslenmesine izin verilmemektedir. Köpeğin ağız suyu, salyası, tersi (idrarı, kakası) necistir. Koruma ve avlanma gibi bir ihtiyaç bulunmadan evlerin içinde köpek beslenmesi bu nedenle engellenmiştir. Evin bahçesinde beslenmesinde ise sakınca görülmemiştir. Öte yandan ev içinde köpek bakmak bir israf nedenidir. Köpek besleyecek kadar imkânı olanların bakım ve harcamalarına yoksul ve kimsesiz insanlar daha layıktır. (Köpeklerin mamaları, oyuncakları, yatakları, tasma kayışları ve tasmaları, bakım malzemeleri, rutin veteriner muayeneleri, kuaför giderleri, önleyici ilaç ve takviyeleri, aşıları, bakıcıları, eğitimcileri, vb. pek çok giderleri söz konusudur. Ve tüm bu giderler, bir yılda hatırı sayılır bir köpek bütçesine denk gelmektedir.) Tıbbın kesin açıklamalarına göre köpeklerden insanlara geçen birçok hastalık vardır. Ayrıca köpek, yoldan gelip geçeni, misafiri korkutur, rahatsız eder. Daha pek çok nedenden İslam dini ev içinde köpek beslenilmesini doğru bir davranış görmemiştir.
Çarpıcı bir uyarı!
Strese girenin imanından şüphe ederim!
Sait Çamlıca*
“Az” konuşan fakat “öz” konuşan büyükler vardır. Babam da bunlardan biridir. Çok sık bir arada olamadığımız için benim için bu "öz" konuşmalar daha kısa olur. Birkaç yıl önce öyle bir laf söyledi ki sustum kaldım. Uzun süre kafamın içinde dolandı söylediği cümle.
“Strese girenin imanından şüphe ederim!” demişti babam.
Stresle ilgili kitaplar okuyan biri olarak, cümleyi çok ağır bulmuş olsam bile, kafamın içinde cümle dönüp durdu uzun zaman. Yaşadığımız yüzyılın en önemli problemlerinden biri olan stres hakkında bu kadar kesin ve keskin bir ifade duymamıştım.
Geçen yıl memlekette bir arkadaşla otururken hayatın sıkıntıları ve zorlukları konuşulmaya başlanınca bende kendisine stres ve stresle mücadele hakkında bildiklerimi anlatmaya başladım. Arkadaşım da benimle birikimlerini paylaşıyordu. Bir ara babamın söylediği “Strese girenin imanından şüphe ederim!” lafını attım ortaya. Arkadaşım “doğru bir cümle” dedi. “Hatta bir insan stres yüzünden hasta olursa Allah o insana bunun hesabını bile sorar” dedi.
Stres, halkın bildiği ve kullandığı anlamıyla, sıkıntıları kafaya takmak demektir. Sıkıntılar insanı umutsuz ediyor. Mutsuzluk insanı hasta ediyor.
Kimisi hastalıklarla mücadele etmekten yoruluyor. Mutsuz ve hasta oluyor.
Kimisi ailesiyle problemler yaşamaktan bunalıyor.
Kimisi maddi sıkıntılarla boğuşuyor.
Kimisi çevresindekilerin kendisini anlamadığından dert yanıyor.
Kimisi bir sevdiğini toprağa verince hayata küsüyor.
Hayatta insanı strese sokan o kadar çok şey var ki. Herkes kendisine dert edecek bir sıkıntı bulabilir.
Stresle iman arasında bir bağlantı var mı dersiniz?
Sıkıntılarla dolu bir hayat denilince benim aklıma hep Peygamberler geliyor. Allah Peygamberlerin kıssalarını ayrıntılarıyla bize niçin aktarıyor dersiniz? Okuyup, ibret almamız için değil mi?
Peygamberlerin hayatlarından yola çıkarak bazı sorular sormak istiyorum sizlere
Hastalığı kafaya takıp bunalıma giren insan “Allah’ım, beni niçin hastalıkla imtihan ediyorsun ki?” demiş olmuyor mu?
Tüm peygamberlerin hayatları sıkıntı (imtihan) ile dolu olduğuna göre, bizim hayatımızda da bazı sıkıntıların olması hayatın bir parçası değil mi?
Anne veya babasını kaybedince bunalıma giren bir insan Allah’a “Benim annemi / babamı niye alıyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunu mu sanıyor?
“En büyük acı evlat acısıdır!” denir. Bu acıyı yaşayan anne babalar “Allah kimseye yaşatmasın!” derler.
Âlemlere rahmet olarak yaratılan Hz. Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e bile torpil yapmayan Yaratıcı`nın, bize torpil yapmasını beklemeye hakkımızın olmadığını hiç düşündünüz mü? Altı defa evlat acısıyla imtihan edilmiş bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu bilmek zorundayız.
“Kardeşim onlar Peygamber, biz insanız” diye kimse itiraz etmesin. Peygamberler de bizler gibi üzülen, ağlayan, Allah’a sığınan insanlardı. Allah tarafından özel seçilmiş oldukları gerçeği “insanî” acılara tepkisiz kalacakları anlamına gelmez. Bize düşen hayatı doğru anlamaktır. Unutmamalıyız ki, Peygamberlerine torpil yapmayan Allah, bize de torpil yapmaz.
Bu yazıyı güzel bir sözle bitirmek istiyorum.
Çok sıkıldığınız zaman bu cümleyi hatırlayın. Hatta bana kalsa pano haline getirilip ev veya işyerinin duvarlarına asılması gereken bir söz.
"Bir gün dünyaya ait büyük bir derdin olursa Rabbine dönüp, “Benim büyük bir derdim var!” deme, derdine dönüp “Benim büyük bir Rabbim var!” de...
Allah’a emanet olun
*Stresli İman kitabından
Erzurumlu iş adamı ne diyor?
Korona günleri ve yaşasın serbest piyasa ekonomisi!
Bilindiği üzere serbest piyasa ekonomisiyle piyasalarımız ticaret yapıyor. Tekel ürünleri ve ''maske'' hariç tüm fiyatlar üretici ve satıcıların belirlediği rakamlarla arza sunuluyor.
Rahmetli Turgut Özal döneminden beri cesur bir ticaretimiz vardır. Ancak son yıllarda gördüğümüz kadarıyla, satıcı ve üretici firmalar, artık işin dozunu ve keyfini bir hayli kaçırmış durumdalar. İlk çıktığı zamanlarda, evet, herkeste ciddi rekabetler, ucuzluklar varken, maalesef şimdilerde iş öyle değil. Tüm satıcılar, neredeyse kendi birliklerini kurmuşlar, fiyatlar sanki de hep böyle yukarı yukarı tırmanır oldu.
Oysa hamasete sıra gelince mangalda kül bırakılmıyor, ama şu zor günlerde, kimse kusura bakmasın, tutanın elinde kalıyor.
Biz yerliyiz, biz milliyiz… Peki ya biz yerli değil miyiz, milli değil miyiz?
Vicdanları bir kenara koymuş cüzdanları tırtıklıyoruz.
İki misalle konuyu özetleyip bitireceğim:
Fırınlar: Yıllardır ekmek fiyatları denetimle kontrol altında tutulmaya çalışılıyor. Bir tavan fiyat belirleniyor, herkes ona göre satış stratejisi oluşturuluyor. Görüyoruz ki rekabet ekmekte tavan fiyatın altına doğru mücadele ediyor, herkes hemen hemen düşük fiyatla ekmek satmaya gayret ediyor. Demek ki kâr ediyor fırıncı esnafı.
Maske: Devlet, ‘maske 1 liradan yukarı satılmayacak’ dedi. Rekabet aşağı doğru gidiyor. Neredeyse parkende de 30 kuruşların altına düşmüş durumda. Tıkır tıkır da satılıyor. Öyle ki İstanbul'da kirasını sadece maske satışından çıkaran esnaf varmış.
Peki hal böyle iken, yağa, yumurtaya, una, çaya, şekere ne oluyor ki yukarı yukarı tırmanıyor?!
Serbest piyasa ya, fırsatta ele geçmiş, tırmandırılıyor işte…
Evet, belki fındık üreticisi mutludur, ama ben değilim; zira bir avuç fındık neredeyse 65 lira olmuş!
Hiç olmazsa, salgını sona erene kadar, tüketiciyi korumak için, devletimiz, temel tüketim maddelerinde, acilen bir tavan fiyat belirlemesi yapsın…
Yoksa serbest piyasada vatandaşa daha çok yazık olacak. (Yazık sözünün ilk harfi k ile de okunabilir!)
(Mehmet Kotan / İş adamı)
ŞİİR
ERZURUM’DA AHİ ESNAFI
Anadolu çarşısını kurdu Ahi Evran
Yalansız ve hilesiz, gelip geçti o devran
Erzurum pazarında tertip düzdü ahilik
Güvenilirdi çarşı yoldan emindi kervan
Selçukluda Osmanlıda sahipliydi esnaf
Esnaf şeyhlerinin her biri işinde sarraf
Rahle-i tedristen geçerdi her bir iş kolu
Ders gördü çömezler, çıraklar, ustalar saf saf
Üretici, sanatkâr, ilkeleri fütüvvet
Fütüvvet ahlakı doğurdu azim bir kuvvet
Her ne iş gördülerse usulleri meşveret
Geçmez akçeydi rüşvet geçer akçe uhuvvet
İş erbabı olmalı berrak su gibi duru
Şeyh eli rahmet eli keser acıtmaz uru
Ulülemre itaat edince Allah kulu
Helaldir, ne aldı ne sattı, kazancı meşru
Bir meslek öğrendin, sanma ki sen oldun usta
Böylesine 'cahal' derlerdi, aklı yok başta
Sözle sohbetle pişer usta, tekke yokuşta!
Ahlaksız esnaf ya iflasta ya gezer boşta
Dinî ahlak cariydi hanede hem pazarda
Her ne sorun var, çözülürdü şey huzurunda
Yaşlı genç, beş vakitte, cem olurdu camide
Makbuldü her bir kul, makbulse Allah katında
Toplum süt, insan maya, bir kez bozulsa maya
Gör düzelmez o toplum, varıp çıksa da aya
Hile hurda görünür gezip baksan ne yana
Maya maneviyattı, mayasız sütte hayâ!
Osmanlı beş yüz yıl yaşadı bu düzen ile
Kuran ahlakı yerleşmişti, fiile, dile
Kuran’sız, kuralsızdır! Çile bülbülüm çile!
Meyus girip çıkarız uğrasak hangi ile
Köpekler, kediler masum varlıklardır. Eskiden kedi köpek beslenmesi tarım toplumunun bir zorunluluğuydu. Toprak damlı evlerin tavan aralarından ahırlara, kilerlerden samanlıklarına kadar her yanında fareler cirit atardı. Ev kedileri bu zararlıyla doğal yöntemle mücadele ederdi. Köpekler ise evin içine alınmaz avluda, ahırda, komda, bahçede beslenirdi. Köpeğin görevi de çobanların yardımcılığını yapmak, sürüleri arazilerde korumak, evi barkı gözetlemekti.
Gel zaman git zaman kırsal nüfus aktı şehirlere. Müslüman Türkün ve Kürdün kültüründe, -salonda yatak odasında mutfakta köpek besleme alışkanlığı olmadığından- onların şehirlerdeki evlerinde de köpek artık gözükmez oldu. Şehirde oturup evinde kendi köpek besleyen insan çok azdı.
Fakat son yıllarda, önce İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa gibi şehirlerin zengin muhitlerinde insanların elinde süs köpekleri gözükmeye başladı. Sosyete denilen mini mini tini mini hanımlar sokaklarda parklarda köpek gezdirir oldular. Zamanla bu örneklik şehrin diğer ekonomik katmanlarına intikal etti ve Anadolu’ya da yayılarak tüm ülkeyi içine aldı. Öyle bir hâl aldı ki insanlar, kendi köpek beslemiyor diye, kınanacak hale geldiler.
Ben Dadaşkent’te oturuyorum. Muhitimde artık çok sayıda köpek besleyen aile var. Finolardan tutunda, bıraksalar insan yiyecek doberman, pitbull, Alman kurdu tipi iri yarı köpek cinslerine kadar, çevremizde mebzul miktarda köpek var artık.
Bu köpekleri sokaklarda gezdirip kaldırımlara, bahçe duvarlarına, parklara işetenlerin çoğu bayan, kiminin baş da örtülü. Aralarında doktorların, avukatların, iş adamlarının bulunduğu bir bina var, caddeye o binanın önünden yürüyerek gidip dönüyorum. Binaya her yaklaştığımda, fonda, köpek konuşmaları işitiyorum! Malumunuz köpekler havlayarak konuşurlar. Parmaklıkların arasında bakıp bana da epey söz sayıyorlar. Köpek sevenlerle sokakta karşılaşıp bir iki kelam ediyorum. Köpeklerini çok seviyorlar, öyle ki, bazıları evladıyla ayırmadığını, latifeli bir dille ilave ediyorlar.
Evde köpek beslemenin zararları
Evde köpek beslemenin insana neşe vermesi çoluk çocuğu eğlendirmesi gibi yararları olduğu da ileri sürülmektedir. Fakat evde köpek beslemenin pek çok da zararı var. İşte evde köpek beslemenin bazı zararları:
Evdeki hayvanlarda bulunan pire, parazit, bit, bağırsak kurdu sahiplerine geçebilir.
Kedi köpek besleyen ailelerde bulaşıcı hastalıklara sık rastlanır.
Aşıları düzgün yapılmadığı takdirde, kedi köpek atıkları, çocukların bağışıklığı zayıf olduğundan, beyin ve göz iltihaplarına sebep olabilir.
Kedi köpek besleyen evlerde, kişilerde alerji varsa, kaşıntı ve aneminin yanı sıra karaciğer, akciğer, beyin ve göz tutulumları görülebilir.
Evde beslenen hayvanlar, taşıdıkları parazitleri ve tüylerini ortama atıklarından, çeşitli sağlık sorunlarına kaynaklık etmektedir.
Kedi ve köpekler, hamilelik dönemlerinde psikolojik sorunlara da kaynaklık edebilirler.
Evcil hayvanlar, sık sık temizlenmediğinde, çevre ve kişi sağlığını olumsuz yönde etkiler.
Kedi ve köpeklerin mutfakta yemek masalarına çıkması, aile üyeleriyle yemek masasını paylaşması, aile bireylerinin mikrop kapmalarına yol açabilir.
Kedi ve köpeklerin tuvalet ve kum kaplarına, çocukların, hatta yetişkinlerin temas etmesi, de bir diğer sağlık sorunu nedenidir. Vb.
Köpekler sapıklığa alet ediliyor?
Avrupa ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyada evlerde beslenen köpeklerin bir kısmının cinsel bir ortak olarak kullanıldığı bilinmektedir. Mesela Almanya, 1969 yılında, hayvanlarla cinsel birleşmeyi yasaklayan maddeyi ceza yasasından çıkarmış. Hindistan gibi bazı ülkelerde ise köpeklerle resmi evlilik yapan kadınlar söz konusudur. Hintlilerin yüzde 2’si köpeğe tapmaktadır. (Hayvan hayranı, hayvan seven, hayvan düşkünü bu insanlara, sodomi, zoofilst gibi sıfatlar verilmektedir. Helak edilen kavimlerin fiillerinden olan bu eğilimdeki kişilerin köpeklerle yaptıkları iğrençliğin boyutunu anlamak isteyenler internete başvurabilirler.)
İslam dini evde köpek beslemeye ne diyor?
Hemen söyleyelim: İslam dini kaynaklarında evin içinde köpek beslenmesine izin verilmemektedir. Köpeğin ağız suyu, salyası, tersi (idrarı, kakası) necistir. Koruma ve avlanma gibi bir ihtiyaç bulunmadan evlerin içinde köpek beslenmesi bu nedenle engellenmiştir. Evin bahçesinde beslenmesinde ise sakınca görülmemiştir. Öte yandan ev içinde köpek bakmak bir israf nedenidir. Köpek besleyecek kadar imkânı olanların bakım ve harcamalarına yoksul ve kimsesiz insanlar daha layıktır. (Köpeklerin mamaları, oyuncakları, yatakları, tasma kayışları ve tasmaları, bakım malzemeleri, rutin veteriner muayeneleri, kuaför giderleri, önleyici ilaç ve takviyeleri, aşıları, bakıcıları, eğitimcileri, vb. pek çok giderleri söz konusudur. Ve tüm bu giderler, bir yılda hatırı sayılır bir köpek bütçesine denk gelmektedir.) Tıbbın kesin açıklamalarına göre köpeklerden insanlara geçen birçok hastalık vardır. Ayrıca köpek, yoldan gelip geçeni, misafiri korkutur, rahatsız eder. Daha pek çok nedenden İslam dini ev içinde köpek beslenilmesini doğru bir davranış görmemiştir.
Çarpıcı bir uyarı!
Strese girenin imanından şüphe ederim!
Sait Çamlıca*
“Az” konuşan fakat “öz” konuşan büyükler vardır. Babam da bunlardan biridir. Çok sık bir arada olamadığımız için benim için bu "öz" konuşmalar daha kısa olur. Birkaç yıl önce öyle bir laf söyledi ki sustum kaldım. Uzun süre kafamın içinde dolandı söylediği cümle.
“Strese girenin imanından şüphe ederim!” demişti babam.
Stresle ilgili kitaplar okuyan biri olarak, cümleyi çok ağır bulmuş olsam bile, kafamın içinde cümle dönüp durdu uzun zaman. Yaşadığımız yüzyılın en önemli problemlerinden biri olan stres hakkında bu kadar kesin ve keskin bir ifade duymamıştım.
Geçen yıl memlekette bir arkadaşla otururken hayatın sıkıntıları ve zorlukları konuşulmaya başlanınca bende kendisine stres ve stresle mücadele hakkında bildiklerimi anlatmaya başladım. Arkadaşım da benimle birikimlerini paylaşıyordu. Bir ara babamın söylediği “Strese girenin imanından şüphe ederim!” lafını attım ortaya. Arkadaşım “doğru bir cümle” dedi. “Hatta bir insan stres yüzünden hasta olursa Allah o insana bunun hesabını bile sorar” dedi.
Stres, halkın bildiği ve kullandığı anlamıyla, sıkıntıları kafaya takmak demektir. Sıkıntılar insanı umutsuz ediyor. Mutsuzluk insanı hasta ediyor.
Kimisi hastalıklarla mücadele etmekten yoruluyor. Mutsuz ve hasta oluyor.
Kimisi ailesiyle problemler yaşamaktan bunalıyor.
Kimisi maddi sıkıntılarla boğuşuyor.
Kimisi çevresindekilerin kendisini anlamadığından dert yanıyor.
Kimisi bir sevdiğini toprağa verince hayata küsüyor.
Hayatta insanı strese sokan o kadar çok şey var ki. Herkes kendisine dert edecek bir sıkıntı bulabilir.
Stresle iman arasında bir bağlantı var mı dersiniz?
Sıkıntılarla dolu bir hayat denilince benim aklıma hep Peygamberler geliyor. Allah Peygamberlerin kıssalarını ayrıntılarıyla bize niçin aktarıyor dersiniz? Okuyup, ibret almamız için değil mi?
Peygamberlerin hayatlarından yola çıkarak bazı sorular sormak istiyorum sizlere
- Hz. Eyyüb’ü hastalıkla imtihan eden Allah, bizi de aynı imtihana tabi tutma hakkına sahip değil mi?
Hastalığı kafaya takıp bunalıma giren insan “Allah’ım, beni niçin hastalıkla imtihan ediyorsun ki?” demiş olmuyor mu?
- Hz. Nuh’u oğluyla imtihan eden Allah, sizi evlatlarınızla imtihan edemez mi?
- Hz. İbrahim’i babasıyla imtihan eden Allah, sizi öz babanızla imtihan edemez mi?
- Hz. Lut’u eşiyle imtihan eden Allah’a, “Beni niçin eşimle imtihan ediyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?
- Hz. Yusuf’u kardeşiyle imtihan eden Allah, belki sizi de kardeşlerinizle imtihan ediyordur!
Tüm peygamberlerin hayatları sıkıntı (imtihan) ile dolu olduğuna göre, bizim hayatımızda da bazı sıkıntıların olması hayatın bir parçası değil mi?
Anne veya babasını kaybedince bunalıma giren bir insan Allah’a “Benim annemi / babamı niye alıyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunu mu sanıyor?
“En büyük acı evlat acısıdır!” denir. Bu acıyı yaşayan anne babalar “Allah kimseye yaşatmasın!” derler.
Âlemlere rahmet olarak yaratılan Hz. Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e bile torpil yapmayan Yaratıcı`nın, bize torpil yapmasını beklemeye hakkımızın olmadığını hiç düşündünüz mü? Altı defa evlat acısıyla imtihan edilmiş bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu bilmek zorundayız.
“Kardeşim onlar Peygamber, biz insanız” diye kimse itiraz etmesin. Peygamberler de bizler gibi üzülen, ağlayan, Allah’a sığınan insanlardı. Allah tarafından özel seçilmiş oldukları gerçeği “insanî” acılara tepkisiz kalacakları anlamına gelmez. Bize düşen hayatı doğru anlamaktır. Unutmamalıyız ki, Peygamberlerine torpil yapmayan Allah, bize de torpil yapmaz.
Bu yazıyı güzel bir sözle bitirmek istiyorum.
Çok sıkıldığınız zaman bu cümleyi hatırlayın. Hatta bana kalsa pano haline getirilip ev veya işyerinin duvarlarına asılması gereken bir söz.
"Bir gün dünyaya ait büyük bir derdin olursa Rabbine dönüp, “Benim büyük bir derdim var!” deme, derdine dönüp “Benim büyük bir Rabbim var!” de...
Allah’a emanet olun
*Stresli İman kitabından
Erzurumlu iş adamı ne diyor?
Korona günleri ve yaşasın serbest piyasa ekonomisi!
Bilindiği üzere serbest piyasa ekonomisiyle piyasalarımız ticaret yapıyor. Tekel ürünleri ve ''maske'' hariç tüm fiyatlar üretici ve satıcıların belirlediği rakamlarla arza sunuluyor.
Rahmetli Turgut Özal döneminden beri cesur bir ticaretimiz vardır. Ancak son yıllarda gördüğümüz kadarıyla, satıcı ve üretici firmalar, artık işin dozunu ve keyfini bir hayli kaçırmış durumdalar. İlk çıktığı zamanlarda, evet, herkeste ciddi rekabetler, ucuzluklar varken, maalesef şimdilerde iş öyle değil. Tüm satıcılar, neredeyse kendi birliklerini kurmuşlar, fiyatlar sanki de hep böyle yukarı yukarı tırmanır oldu.
Oysa hamasete sıra gelince mangalda kül bırakılmıyor, ama şu zor günlerde, kimse kusura bakmasın, tutanın elinde kalıyor.
Biz yerliyiz, biz milliyiz… Peki ya biz yerli değil miyiz, milli değil miyiz?
Vicdanları bir kenara koymuş cüzdanları tırtıklıyoruz.
İki misalle konuyu özetleyip bitireceğim:
Fırınlar: Yıllardır ekmek fiyatları denetimle kontrol altında tutulmaya çalışılıyor. Bir tavan fiyat belirleniyor, herkes ona göre satış stratejisi oluşturuluyor. Görüyoruz ki rekabet ekmekte tavan fiyatın altına doğru mücadele ediyor, herkes hemen hemen düşük fiyatla ekmek satmaya gayret ediyor. Demek ki kâr ediyor fırıncı esnafı.
Maske: Devlet, ‘maske 1 liradan yukarı satılmayacak’ dedi. Rekabet aşağı doğru gidiyor. Neredeyse parkende de 30 kuruşların altına düşmüş durumda. Tıkır tıkır da satılıyor. Öyle ki İstanbul'da kirasını sadece maske satışından çıkaran esnaf varmış.
Peki hal böyle iken, yağa, yumurtaya, una, çaya, şekere ne oluyor ki yukarı yukarı tırmanıyor?!
Serbest piyasa ya, fırsatta ele geçmiş, tırmandırılıyor işte…
Evet, belki fındık üreticisi mutludur, ama ben değilim; zira bir avuç fındık neredeyse 65 lira olmuş!
Hiç olmazsa, salgını sona erene kadar, tüketiciyi korumak için, devletimiz, temel tüketim maddelerinde, acilen bir tavan fiyat belirlemesi yapsın…
Yoksa serbest piyasada vatandaşa daha çok yazık olacak. (Yazık sözünün ilk harfi k ile de okunabilir!)
(Mehmet Kotan / İş adamı)
ŞİİR
ERZURUM’DA AHİ ESNAFI
Anadolu çarşısını kurdu Ahi Evran
Yalansız ve hilesiz, gelip geçti o devran
Erzurum pazarında tertip düzdü ahilik
Güvenilirdi çarşı yoldan emindi kervan
Selçukluda Osmanlıda sahipliydi esnaf
Esnaf şeyhlerinin her biri işinde sarraf
Rahle-i tedristen geçerdi her bir iş kolu
Ders gördü çömezler, çıraklar, ustalar saf saf
Üretici, sanatkâr, ilkeleri fütüvvet
Fütüvvet ahlakı doğurdu azim bir kuvvet
Her ne iş gördülerse usulleri meşveret
Geçmez akçeydi rüşvet geçer akçe uhuvvet
İş erbabı olmalı berrak su gibi duru
Şeyh eli rahmet eli keser acıtmaz uru
Ulülemre itaat edince Allah kulu
Helaldir, ne aldı ne sattı, kazancı meşru
Bir meslek öğrendin, sanma ki sen oldun usta
Böylesine 'cahal' derlerdi, aklı yok başta
Sözle sohbetle pişer usta, tekke yokuşta!
Ahlaksız esnaf ya iflasta ya gezer boşta
Dinî ahlak cariydi hanede hem pazarda
Her ne sorun var, çözülürdü şey huzurunda
Yaşlı genç, beş vakitte, cem olurdu camide
Makbuldü her bir kul, makbulse Allah katında
Toplum süt, insan maya, bir kez bozulsa maya
Gör düzelmez o toplum, varıp çıksa da aya
Hile hurda görünür gezip baksan ne yana
Maya maneviyattı, mayasız sütte hayâ!
Osmanlı beş yüz yıl yaşadı bu düzen ile
Kuran ahlakı yerleşmişti, fiile, dile
Kuran’sız, kuralsızdır! Çile bülbülüm çile!
Meyus girip çıkarız uğrasak hangi ile
- yy. Erzurum Çarşısından bir kesit…