“…sana ayak takımına mensup sığ görüşlü kişilerin dışında kimsenin uymadığını görüyoruz…” Hud Suresi / 27
Burnumuz büyüdükçe ruhumuz küçülüyor.
Kendimizi bir şey sandıkça hiçbir şeyliğimiz elimizden kayıp gidiyor.
Ayaklarımızı yere sağlam basmak ısrarımıza yenildikçe ebedi muhkemliğimiz tuz ile buz oluyor.
Biz, verilenleri kendi akıl kârımız saymak hastalığından eriyip bitiyoruz!
Attığımız her adımın toprağa doğru bir adım daha olduğunu silip aklımızdan… kendimizce ululuklar uydurup, zavallılığımıza gadrediyoruz.
Nefsimiz kibrimizi yoldaş edip uzun sandığımız yolculukta sürekli kaptan olmamız gerektiğini söyleyip duruyor bize. İçimizde bitip tükenmez bir büyüklenme mırıltısı, ardımızda masumiyetimiz; bilmediğimiz derinlere doğru düşüyoruz.
Dibi meçhul çukurlarda çamurlara belenirken üzerimizde ne bulunduğunun ne önemi olabilir ki!
Hangi zırh bizi koruyabilir… Kim tutunca çözümsüz bir zavallılıktan bizi çekip çıkartabilir…
Bilimin en görkemli saydığımız şüphe dolu basamaklarında sonu gelmez bir yolculuğa çıkmış olsak bile, nerede duracağımızı bilmiyorsak düşmekten öte bir sonumuz olabilir mi?
Bulduğumuz her şeyin bulmak istediğimiz olmadığını görmekten daha feci ne olabilir? Ölecek olduktan sonra, her şeyi kendimizden bilmek iddiasının ne anlamsız olduğunu inkâr etmenin lezzetine kanmak, ahmaklık değil midir sahi?
Servetiyle dünyaları satın alacak güce erişmiş bulunmak için çabalaman neticesinde geldiğin noktanın ne yararsız olduğunu bir düşün hele! Akıl et bakalım, senin en korkutucu günde yardımına koşamayacak olan zenginliğin kaç para eder tam lazım olduğu anda? En gerekli anda seni terk eden mal, varlıklı sayılmana yetebilir mi?
Mevkiinin etrafındaki zavallıları korkudan titretecek kadar iri olmasının gerçekten büyüklenmeni haklı çıkaracak önemde olduğunu düşünüyorsan, en sonunda ne işe yarayacağını hesapla aklınla. Sonu olanda derin izler açmanın sonsuzluk karşısında bir çizik kadar bile önemi olmadığını bildikten sonra, ne denli kıymetsiz olduğunu anlamamaktaki ısrar ne işe yarar ki?
Şan, şöhret, ucuz hesaplar peşinde geçen bir hayatın sana getireceği ihtişamın nerede son bulacağına bak öncelikle… seni sonsuza taşıyamayacak kadar aciz bir tanınmışlığın, tam bilinmen gereken zamanda seni terk edecekse, onca çabanın kendini ucuza satmaktan başka bir neticesi vardır diyebilir misin?
Güzel konuşmak, kahramanca davranmak ve birilerini buna inandırmak uğruna geçen bir ömrün zayii olduğunu anlamak için, illa geri dönüşsüz bir anın seni tutup sarsmasını beklemekten başka bir uyanış anı olmamalı mı senin için?
Kibrinle çıktığın yolda yalnız kalmaktan başka umarın olmasın sakın. En güvendiklerinin sana ait olmadıklarını ve sonsuza kadar sana sadık kalmayacaklarını bilmedikçe, ne kadar allâme olduğunla övünsen de, sığ görüşlü olmaktan kurtulamayacaksın.
Bütün planlarını gelip geçici olanda neşv ü nema bulmak üzere yaptığın her yolculuk, seni ayak takımının içerisinde bulunmaktan ne yapsan kurtaramayacak.
O zaman gerçekten inanılmaya değer olanın peşinde koşmadıktan sonra, yürüdüğün yol, yol sayılmaz elbette…
Şeref bulmakla gururlandıkların sadece nefes alıp verdiğin gün sayısınca yarıyorsa işine, onurlu bir yürüyüşte nefesini tükettiğin anlamı çıkmaz nihayetine bakıldığında.
Sen sakın kendinde bir üstünlük vehmedip, senin yolunda yürümeyenleri aşağılanmaya layık olanlardan sayma.
Sahibinin gösterdiği aydınlığa doğru yürümek, kibrin zavallılığına doğru yol almaktan elbette çok güzeldir.
Şimdilik menzilin en güzelinde sebat edenlere, yanıldıklarını anladıklarında alevlerden kendilerini kurtaramayacak kadar aciz olanlar, sığ görüşlü desinler ne çıkar?
Sen, sonsuzca seni ihtişama boğacak yolu seç, varsın körlükleriyle gururlananlar seni ayak takımına mensup sansınlar. Ne güzel!
Sana bakıp küçümseyenlere, sen de acıyan gözlerle tebessüm et ve Rabbinin onlar için söylediklerini tekrar ederek sonsuzca baş tacı edileceğin yolda yürümeye devam et.
“…sana ayak takımına mensup sığ görüşlü kişilerin dışında kimsenin uymadığını görüyoruz…”
Şimdi bunu söyleyenlerin günü geldiğinde ne duruma düşeceklerini geçir aklından ve mağdur ve mazlum olmanın ne övülesi bir şey olduğunu hesap et!
Burnumuz büyüdükçe ruhumuz küçülüyor.
Kendimizi bir şey sandıkça hiçbir şeyliğimiz elimizden kayıp gidiyor.
Ayaklarımızı yere sağlam basmak ısrarımıza yenildikçe ebedi muhkemliğimiz tuz ile buz oluyor.
Biz, verilenleri kendi akıl kârımız saymak hastalığından eriyip bitiyoruz!
Attığımız her adımın toprağa doğru bir adım daha olduğunu silip aklımızdan… kendimizce ululuklar uydurup, zavallılığımıza gadrediyoruz.
Nefsimiz kibrimizi yoldaş edip uzun sandığımız yolculukta sürekli kaptan olmamız gerektiğini söyleyip duruyor bize. İçimizde bitip tükenmez bir büyüklenme mırıltısı, ardımızda masumiyetimiz; bilmediğimiz derinlere doğru düşüyoruz.
Dibi meçhul çukurlarda çamurlara belenirken üzerimizde ne bulunduğunun ne önemi olabilir ki!
Hangi zırh bizi koruyabilir… Kim tutunca çözümsüz bir zavallılıktan bizi çekip çıkartabilir…
Bilimin en görkemli saydığımız şüphe dolu basamaklarında sonu gelmez bir yolculuğa çıkmış olsak bile, nerede duracağımızı bilmiyorsak düşmekten öte bir sonumuz olabilir mi?
Bulduğumuz her şeyin bulmak istediğimiz olmadığını görmekten daha feci ne olabilir? Ölecek olduktan sonra, her şeyi kendimizden bilmek iddiasının ne anlamsız olduğunu inkâr etmenin lezzetine kanmak, ahmaklık değil midir sahi?
Servetiyle dünyaları satın alacak güce erişmiş bulunmak için çabalaman neticesinde geldiğin noktanın ne yararsız olduğunu bir düşün hele! Akıl et bakalım, senin en korkutucu günde yardımına koşamayacak olan zenginliğin kaç para eder tam lazım olduğu anda? En gerekli anda seni terk eden mal, varlıklı sayılmana yetebilir mi?
Mevkiinin etrafındaki zavallıları korkudan titretecek kadar iri olmasının gerçekten büyüklenmeni haklı çıkaracak önemde olduğunu düşünüyorsan, en sonunda ne işe yarayacağını hesapla aklınla. Sonu olanda derin izler açmanın sonsuzluk karşısında bir çizik kadar bile önemi olmadığını bildikten sonra, ne denli kıymetsiz olduğunu anlamamaktaki ısrar ne işe yarar ki?
Şan, şöhret, ucuz hesaplar peşinde geçen bir hayatın sana getireceği ihtişamın nerede son bulacağına bak öncelikle… seni sonsuza taşıyamayacak kadar aciz bir tanınmışlığın, tam bilinmen gereken zamanda seni terk edecekse, onca çabanın kendini ucuza satmaktan başka bir neticesi vardır diyebilir misin?
Güzel konuşmak, kahramanca davranmak ve birilerini buna inandırmak uğruna geçen bir ömrün zayii olduğunu anlamak için, illa geri dönüşsüz bir anın seni tutup sarsmasını beklemekten başka bir uyanış anı olmamalı mı senin için?
Kibrinle çıktığın yolda yalnız kalmaktan başka umarın olmasın sakın. En güvendiklerinin sana ait olmadıklarını ve sonsuza kadar sana sadık kalmayacaklarını bilmedikçe, ne kadar allâme olduğunla övünsen de, sığ görüşlü olmaktan kurtulamayacaksın.
Bütün planlarını gelip geçici olanda neşv ü nema bulmak üzere yaptığın her yolculuk, seni ayak takımının içerisinde bulunmaktan ne yapsan kurtaramayacak.
O zaman gerçekten inanılmaya değer olanın peşinde koşmadıktan sonra, yürüdüğün yol, yol sayılmaz elbette…
Şeref bulmakla gururlandıkların sadece nefes alıp verdiğin gün sayısınca yarıyorsa işine, onurlu bir yürüyüşte nefesini tükettiğin anlamı çıkmaz nihayetine bakıldığında.
Sen sakın kendinde bir üstünlük vehmedip, senin yolunda yürümeyenleri aşağılanmaya layık olanlardan sayma.
Sahibinin gösterdiği aydınlığa doğru yürümek, kibrin zavallılığına doğru yol almaktan elbette çok güzeldir.
Şimdilik menzilin en güzelinde sebat edenlere, yanıldıklarını anladıklarında alevlerden kendilerini kurtaramayacak kadar aciz olanlar, sığ görüşlü desinler ne çıkar?
Sen, sonsuzca seni ihtişama boğacak yolu seç, varsın körlükleriyle gururlananlar seni ayak takımına mensup sansınlar. Ne güzel!
Sana bakıp küçümseyenlere, sen de acıyan gözlerle tebessüm et ve Rabbinin onlar için söylediklerini tekrar ederek sonsuzca baş tacı edileceğin yolda yürümeye devam et.
“…sana ayak takımına mensup sığ görüşlü kişilerin dışında kimsenin uymadığını görüyoruz…”
Şimdi bunu söyleyenlerin günü geldiğinde ne duruma düşeceklerini geçir aklından ve mağdur ve mazlum olmanın ne övülesi bir şey olduğunu hesap et!