Rahmetli Ahmet Kurt’un oğlunu gazetede çıkan bir yazı vesilesiyle tanımıştım. O zaman rollerimiz değişikti; yazıyı yazan o, talihsiz okuru bendim.
Yıl 1985. Mevsim Kış. Saçın arasına dolan akların sadece lapa lapa yağan karın insanın kafasında birikmesinden oluşabileceğini sandığım avare zamanlarım. Lise yeni bitmiş, tiyatro denilen büyülü dünyaya merak salmıştım. Uzatmayayım, Erzurum’da bulunan Deneme Sahnesi isimli özel tiyatronun oyuncu aradığını duyunca başvurmuş, kabul edilmiş, kısa süre içerisinde oynanacak Bulgar Zulmünü anlatan Beklenenler isimli oyununda yoldan geçen asker rolünü kapmıştım. Gösteriye iki gün kala başrollerden biri şehir dışına çıkacağı için oynayamayacağını söyleyince, yönetmen projektör gibi parlayan gözlerini bana çevirdi. Netice bir günde ezberleyip sahneye çıktım. İlk kez sahneye çıkıyorum ve kaderin cilvesine bakın ki, o yılların büyük gazetesi Milletin Sesi’nde sanat yazıları da yazan Rahmetli Ahmet Kurt’un doktor oğlu da salonda.
Olay şöyle gelişti; finale yakın kalabalık bir savaş sahnesi, neredeyse herkes ölüyor ve sahnenin bir kenarına düşüyor. Sıra bana gelince gayet artistik şekilde öldüm ve görünür bir yere uzandım. Rahat rahat yatarken oyunda babam rolündeki arkadaşın ölüm sahnesi oynanıyor ve bu benim başımın etrafında gelişiyordu. Oyuncular konsantre ve nereye düşeceklerini hesap edecek durumda değiller. Ancak ölü taklidi yapan ben tehlikenin farkındayım. Artık babam son darbeyi alıp yere yığılmak üzereyken seyircilere doğru anlık bir bakış attım ve babama düşmesi için yer açmak üzere bir kaç santim yana kaydım.
İki gün sonra gazetede genç bir tiyatrocunun hayat boyu unutamayacağı dersi Ahmet Kurt’un oğlu yazısında bana altını çize çize veriyordu. “Babasına o kadar saygılıydı ki, öldükten sonra ona düşmesi için yer açtı!”
Şimdi tebessümle hatırladığım bu yazıya o zaman kızmıştım. Gençlik işte. İyi uyarıların insanın tecrübelerini artıran, başarısını kırbaçlayan paha biçilmez öneriler olduğunu o yıllarda bilmiyordum.
Sonra yıllar içinde gelişen harika olaylar benimle Doktor Ali Kurt’u birbirini önemseyen, kalbten seven iki dost haline getirdi.
Elimde zamanında benim sahnede yaptığımın gerçeğini Ali Ağabeyin babasına yaptığını gösteren bir kitap duruyor.
Bu kez Ali ağabey hayat sahnesinde babasına yer açmak için kenara çekilmiş ve onu anlatan Babam Ahmet Kurt adını verdiği bir kitap yazmış.
Vefa insanın ancak olgunlaştıktan sonra elinde tutabileceği bir gönül eylemi. Ancak baba için yapılanlar vefa dediğimiz güzel hasletten çok ileri bir borç ödeme yöntemi olsa gerek.
Prof. Dr. Ahmet Kurt’u tanıyan, yaptığı işleri, bilimsel çabalarını bilenler çoktur. Ancak oğlu Ali Kurt sayesinde zamanın yıpratıcı etkisi dolayısıyla hatırlayamayacak olanlar için de yeni ve sağlam bir yol açılmış oldu.
Rahmetli Ahmet Kurt’un hayatı bir başarı prototipi olarak gösterilebilir. Şimdilerde çok moda olan Kişisel Gelişim kurallarını ezberleyerek başarılı olmaya çalışan gençlere gerçek başarı hikayeleri okumalarını tavsiye ederim.
İşte o kitaplardan biri bana yazarından imzalı olarak geldi. Benim için kıymeti kitabın içindekilerden çok daha fazla.
O kitaptan Ali Kurt gibi bir çetin cevizin de hedeflerinin değiştirilebileceğini öğrendim. Okuyacağı üniversitenin değiştiğini hatta mühendis olmak yerine patolog olduğunu öğrenince bir babanın evlatlarına nasıl babalık yapması gerektiğini de öğrenmiş oldum.
Hayatını düzen içerisinde geçirenlerin çocuklarına bıraktıkları gurur verici yaşam öyküsünün izlerinde bile intizamın bozulmadığına şahit oluyoruz.
Doğru, Ali Kurt vefalı bir evlat. Babasının unutulmaması için meşale yaktı ve bir kitap yazdı. Ancak anlıyoruz ki, vefalı olmaktan önce şanslı bir evlat, babası ona kitabı yazılacak bir hayat bıraktı.
Elinize geçerse Ali Kurt’un son kitabı Babam Ahmet Kurt’u okumanızı öneririm. Ali ağabeyiye uzun ve sağlıklı bir ömür dilerken babasına ne kadar benzediğini söylemeden geçemeyeceğim. Hayatının şimdiden dostlarının kalbinde kitap kadar güzel ve değerli olduğunu belirtmek isterim.
Yıl 1985. Mevsim Kış. Saçın arasına dolan akların sadece lapa lapa yağan karın insanın kafasında birikmesinden oluşabileceğini sandığım avare zamanlarım. Lise yeni bitmiş, tiyatro denilen büyülü dünyaya merak salmıştım. Uzatmayayım, Erzurum’da bulunan Deneme Sahnesi isimli özel tiyatronun oyuncu aradığını duyunca başvurmuş, kabul edilmiş, kısa süre içerisinde oynanacak Bulgar Zulmünü anlatan Beklenenler isimli oyununda yoldan geçen asker rolünü kapmıştım. Gösteriye iki gün kala başrollerden biri şehir dışına çıkacağı için oynayamayacağını söyleyince, yönetmen projektör gibi parlayan gözlerini bana çevirdi. Netice bir günde ezberleyip sahneye çıktım. İlk kez sahneye çıkıyorum ve kaderin cilvesine bakın ki, o yılların büyük gazetesi Milletin Sesi’nde sanat yazıları da yazan Rahmetli Ahmet Kurt’un doktor oğlu da salonda.
Olay şöyle gelişti; finale yakın kalabalık bir savaş sahnesi, neredeyse herkes ölüyor ve sahnenin bir kenarına düşüyor. Sıra bana gelince gayet artistik şekilde öldüm ve görünür bir yere uzandım. Rahat rahat yatarken oyunda babam rolündeki arkadaşın ölüm sahnesi oynanıyor ve bu benim başımın etrafında gelişiyordu. Oyuncular konsantre ve nereye düşeceklerini hesap edecek durumda değiller. Ancak ölü taklidi yapan ben tehlikenin farkındayım. Artık babam son darbeyi alıp yere yığılmak üzereyken seyircilere doğru anlık bir bakış attım ve babama düşmesi için yer açmak üzere bir kaç santim yana kaydım.
İki gün sonra gazetede genç bir tiyatrocunun hayat boyu unutamayacağı dersi Ahmet Kurt’un oğlu yazısında bana altını çize çize veriyordu. “Babasına o kadar saygılıydı ki, öldükten sonra ona düşmesi için yer açtı!”
Şimdi tebessümle hatırladığım bu yazıya o zaman kızmıştım. Gençlik işte. İyi uyarıların insanın tecrübelerini artıran, başarısını kırbaçlayan paha biçilmez öneriler olduğunu o yıllarda bilmiyordum.
Sonra yıllar içinde gelişen harika olaylar benimle Doktor Ali Kurt’u birbirini önemseyen, kalbten seven iki dost haline getirdi.
Elimde zamanında benim sahnede yaptığımın gerçeğini Ali Ağabeyin babasına yaptığını gösteren bir kitap duruyor.
Bu kez Ali ağabey hayat sahnesinde babasına yer açmak için kenara çekilmiş ve onu anlatan Babam Ahmet Kurt adını verdiği bir kitap yazmış.
Vefa insanın ancak olgunlaştıktan sonra elinde tutabileceği bir gönül eylemi. Ancak baba için yapılanlar vefa dediğimiz güzel hasletten çok ileri bir borç ödeme yöntemi olsa gerek.
Prof. Dr. Ahmet Kurt’u tanıyan, yaptığı işleri, bilimsel çabalarını bilenler çoktur. Ancak oğlu Ali Kurt sayesinde zamanın yıpratıcı etkisi dolayısıyla hatırlayamayacak olanlar için de yeni ve sağlam bir yol açılmış oldu.
Rahmetli Ahmet Kurt’un hayatı bir başarı prototipi olarak gösterilebilir. Şimdilerde çok moda olan Kişisel Gelişim kurallarını ezberleyerek başarılı olmaya çalışan gençlere gerçek başarı hikayeleri okumalarını tavsiye ederim.
İşte o kitaplardan biri bana yazarından imzalı olarak geldi. Benim için kıymeti kitabın içindekilerden çok daha fazla.
O kitaptan Ali Kurt gibi bir çetin cevizin de hedeflerinin değiştirilebileceğini öğrendim. Okuyacağı üniversitenin değiştiğini hatta mühendis olmak yerine patolog olduğunu öğrenince bir babanın evlatlarına nasıl babalık yapması gerektiğini de öğrenmiş oldum.
Hayatını düzen içerisinde geçirenlerin çocuklarına bıraktıkları gurur verici yaşam öyküsünün izlerinde bile intizamın bozulmadığına şahit oluyoruz.
Doğru, Ali Kurt vefalı bir evlat. Babasının unutulmaması için meşale yaktı ve bir kitap yazdı. Ancak anlıyoruz ki, vefalı olmaktan önce şanslı bir evlat, babası ona kitabı yazılacak bir hayat bıraktı.
Elinize geçerse Ali Kurt’un son kitabı Babam Ahmet Kurt’u okumanızı öneririm. Ali ağabeyiye uzun ve sağlıklı bir ömür dilerken babasına ne kadar benzediğini söylemeden geçemeyeceğim. Hayatının şimdiden dostlarının kalbinde kitap kadar güzel ve değerli olduğunu belirtmek isterim.