“Onu bir gören olmadı mı zann ediyor? Beled Suresi “/ 7. Ayet
Olur mu öyle şey!
Estağfurullah, o nasıl söz diye karşıladığınızı sanıyorum Beled Suresi’nin 7. Ayetini…
Edep sizin eylediğinizce ayeti karşılamayı gerektirir haklısınız, olması gereken bu!
Ancak olan nedir ona bakmak dahi bizi edebden uzaklaştırmaz bilakis hakikate yaklaştırır…
O halde El-Basîr olan Allah’ın idrakinden kaçamayacak hallerimizi kendimizden dahi saklama teşebbüslerimiz nafiledir.
Şimdi saklanmaya çalışırsak gözleri dehşetle yuvalarından fırlatacak gün geldiğinde görmemek için kalplerimize kapattığımız gerçekler karşısında üryan ve biçare kalırız.
Sen Basîr’sin ya Allah, demek senden hiç gizli saklı olmaz demeye denktir.
Bu Esma’nın gereğini yerine getirmek ise Allah’a imanın cüzündendir.
O zaman kimse görmez diye arkadaşlarımızın arkasından çevirdiğimiz dolapları…
Gözümüzü olmaması gereken yerlere dayayıp iştahla mahremiyetlerin üzerine çirkin bakışlarımızı düşürmelerimizi nereye koyacağız?
Nereye koyacağımızı bilemiyorum ama Basîr olduğunu bize bildiren Rahman’dan gizli bir yere koyamayacağımıza kesin olarak kaniyim.
Böyle bir hakikatin her yanını sardığına emin olan bir kulun…
Devletin koyduğu kameralar nedeniyle otobanda emniyet şeridini ihlal etmekten korkması kadar…
‘Bu müessese yirmi dört saat gizli kameralarla gözetlenmektedir’ şeklinde uyarılar bulunan bir yerde elini uzatacağı şeylerin sonuçlarını idrak ederek kendine hâkim olmayı önemsediği kadar…
Her kapıyı çalışında şimdi kapının gözünden ev sahibi bana bakar dikkat edeyim düşüncesi kadar dahi özen göstermesi gerekmez mi?
Gerekir dediğinize eminim!
Tamam da bu kadar kesin bir imanla boyun eğdiğimiz, herşeyi gören ve bize şah damarımızdan yakın olan Rabb’imiz karşısında düştüğümüz durum, kesinlikle inandığımız bu hakikatle ciddi şekilde çelişmiyor mu sizce de?
Bütün bunları düşünmek ve gereğini yerine getirmek için çok zamanınız olduğunu düşünüyorsanız, feci yanıldığınızı söyleyebilirim size!
Sadece bir ömürlük zamanımız var ve bana daha dün ‘koca bir hayat var önümde’ diyen bir dostumun bügün musalla taşında bizi beklediğini hatırlatmak can sıkıcı olsa da çok yerinde olur sanırım!
“De ki: Allah sizinle benim aramda şâhid yeter, her halde o, kullarına habîr basîr bulunuyor” İsra Suresi / 96. Ayet
Bilmem ki şerh etmeli miyim bu ayeti…
Zira çok açık!
En çok bunaldığınızda…
Karşınızdakinin zalimce hakikati saptırdığını ve sizin sözlerinizle, kanıtlarınızla gideceğiniz yolların tükendiğini hissettiğinizde…
Bir teslim olma cümlesi değil, netice de haklı olduğunuzca bir teslim alma cümlesi olarak bu kudretli söz yeter.
Bu söylediğiniz dar-ı fenada son sözmüş gibi algılansa da, Kıyam gününün ilk sözüdür aslında!
Şahit olarak Allah’ı tutmak, aciz olan insana sonsuz bir kuvvet ekler!
Rahman’ın herşeyi gördüğüne delil; insanın kendisini O’na teslim etmesi ve her işini onun adına yapmasıdır.
‘Bismillahirrahmanirrahim’ demek…
İşe Allah adına/ Allah adıyla başlarım demesine denk düştüğüne göre…
Herşeyin Sahibi adına yapılan işlerin, gözetlendiğinde yapanı utandırmaması gerekir.
Ancak böyle davrananların cesaret edebilecekleri bir sığınaktır Allah’ı şahit tutup, ebedi hayatı dünyaya tercih edebilmek.
Tamam bu kadarını siz de biliyordunuz, kabul ediyorum.
Ancak anlayamadığım bu bildiğimiz hakikate rağmen nasıl oluyor da…
Hâlâ yalan söyleyebiliyoruz…
Günü kurtaracak malayani işlere rıza gösterebiliyoruz…
Edip eyledikten sonra vesveseye teslim olduğumuzu itiraf ederek kendimizi avutabiliyoruz.
Herşeye şahit olduğuna inandığımız, öyle olduğu için de herşeye Basîr olduğuna iman ettiğimiz Yaratıcımız karşısında şahitliklerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerektiğine siz de katılmıyor musunuz?
Biliyorum, biliyorum İsra Suresi’nin 96. ayetinin şerhe ihtiyacı yok! Çok açık ve anlaşılır.
Orası öyle de, bizim edip eylediklerimizin ölmeden önce yani acilen nefs döşeğinden kaldırılıp vicdan kefesinde irdelenmeye de mi ihtiyacı yok?
“onu gözler idrâk etmez, gözleri o idrâk eder, öyle lâtif öyle habîr o” En’am Suresi / 103. Ayet
Yazının başından beri okuduğunuz herşeyin kilidini açacak ayetle karşılaşmış bulunuyoruz…
İdrâk etme, anlamanın ötesinde bir durumdur.
Sadece görerek idrâk edilemez…
Duyarak, dokunarak, koklayarak kabul etmek mümkün ancak idrâk edebilmek için Rahman’ın terbiyesinden geçirilmiş bir kalbiniz olmak gerektir.
O yoksa, her anladım dediğinizi, her kabul ettiğinizi ilk işinize gelmediğinde yüzüstü bırakmanın hiç de şaşılası bir tarafı da olmaz.
Siz, gözlerinizle görmeye devam ettiğinizi sandığınız her gün aslında iki tutam yağ parçasından böyle muhteşem bir netice beklemenin ahmaklığını yaşadığınızı bile idrâk edemiyorsunuz demektir.
O zaman sizin gören ve gördüklerini hakkıyla değerlendirebilen bir insan olduğunuz bile şüpheliyken…
Her an Basîr olan bir Rabb’iniz olduğunu idrâk ederek yaşabilme ihtimaliniz neredeyse yok denecek düzeydedir.
Öyle olunca da çıkarınıza gelen her yanlışı edip eyleyip sonra da işinize gelen yeni bir yanlış karşınıza çıkıncaya kadar, Allah’ın herşeyi gördüğünü ağzınızda geveleyip durmaktan gayrısı gelmez elinizden.
Gözleriyle gördüklerini sananların idrakîne sığmaz herşeyden haberdar olan lâtif!
Ancak kalpleriyle bakanların hali önlerine dikilen çıkar duvarlarını yıkıp ardına görmeye muktedir olur.
Ve onlardır her an gözlendiklerinin farkında olarak dünya sürgününü idrâk edebilenler!
Elbette onlardır kendileri görmedikleri için El-Basîr olan Allah’ın gözetleyiciliğini inkar etmeyecek kadar yürekli olanlar.
İşte onlar hiç yalnız kalmazlar…
Hiç çaresilik içine düşmezler…
Hiç haklarının zayi olacağı endişesiyle bunalmazlar.
Bilirler ki, Allah, Basîr’dir!
Olur mu öyle şey!
Estağfurullah, o nasıl söz diye karşıladığınızı sanıyorum Beled Suresi’nin 7. Ayetini…
Edep sizin eylediğinizce ayeti karşılamayı gerektirir haklısınız, olması gereken bu!
Ancak olan nedir ona bakmak dahi bizi edebden uzaklaştırmaz bilakis hakikate yaklaştırır…
O halde El-Basîr olan Allah’ın idrakinden kaçamayacak hallerimizi kendimizden dahi saklama teşebbüslerimiz nafiledir.
Şimdi saklanmaya çalışırsak gözleri dehşetle yuvalarından fırlatacak gün geldiğinde görmemek için kalplerimize kapattığımız gerçekler karşısında üryan ve biçare kalırız.
Sen Basîr’sin ya Allah, demek senden hiç gizli saklı olmaz demeye denktir.
Bu Esma’nın gereğini yerine getirmek ise Allah’a imanın cüzündendir.
O zaman kimse görmez diye arkadaşlarımızın arkasından çevirdiğimiz dolapları…
Gözümüzü olmaması gereken yerlere dayayıp iştahla mahremiyetlerin üzerine çirkin bakışlarımızı düşürmelerimizi nereye koyacağız?
Nereye koyacağımızı bilemiyorum ama Basîr olduğunu bize bildiren Rahman’dan gizli bir yere koyamayacağımıza kesin olarak kaniyim.
Böyle bir hakikatin her yanını sardığına emin olan bir kulun…
Devletin koyduğu kameralar nedeniyle otobanda emniyet şeridini ihlal etmekten korkması kadar…
‘Bu müessese yirmi dört saat gizli kameralarla gözetlenmektedir’ şeklinde uyarılar bulunan bir yerde elini uzatacağı şeylerin sonuçlarını idrak ederek kendine hâkim olmayı önemsediği kadar…
Her kapıyı çalışında şimdi kapının gözünden ev sahibi bana bakar dikkat edeyim düşüncesi kadar dahi özen göstermesi gerekmez mi?
Gerekir dediğinize eminim!
Tamam da bu kadar kesin bir imanla boyun eğdiğimiz, herşeyi gören ve bize şah damarımızdan yakın olan Rabb’imiz karşısında düştüğümüz durum, kesinlikle inandığımız bu hakikatle ciddi şekilde çelişmiyor mu sizce de?
Bütün bunları düşünmek ve gereğini yerine getirmek için çok zamanınız olduğunu düşünüyorsanız, feci yanıldığınızı söyleyebilirim size!
Sadece bir ömürlük zamanımız var ve bana daha dün ‘koca bir hayat var önümde’ diyen bir dostumun bügün musalla taşında bizi beklediğini hatırlatmak can sıkıcı olsa da çok yerinde olur sanırım!
“De ki: Allah sizinle benim aramda şâhid yeter, her halde o, kullarına habîr basîr bulunuyor” İsra Suresi / 96. Ayet
Bilmem ki şerh etmeli miyim bu ayeti…
Zira çok açık!
En çok bunaldığınızda…
Karşınızdakinin zalimce hakikati saptırdığını ve sizin sözlerinizle, kanıtlarınızla gideceğiniz yolların tükendiğini hissettiğinizde…
Bir teslim olma cümlesi değil, netice de haklı olduğunuzca bir teslim alma cümlesi olarak bu kudretli söz yeter.
Bu söylediğiniz dar-ı fenada son sözmüş gibi algılansa da, Kıyam gününün ilk sözüdür aslında!
Şahit olarak Allah’ı tutmak, aciz olan insana sonsuz bir kuvvet ekler!
Rahman’ın herşeyi gördüğüne delil; insanın kendisini O’na teslim etmesi ve her işini onun adına yapmasıdır.
‘Bismillahirrahmanirrahim’ demek…
İşe Allah adına/ Allah adıyla başlarım demesine denk düştüğüne göre…
Herşeyin Sahibi adına yapılan işlerin, gözetlendiğinde yapanı utandırmaması gerekir.
Ancak böyle davrananların cesaret edebilecekleri bir sığınaktır Allah’ı şahit tutup, ebedi hayatı dünyaya tercih edebilmek.
Tamam bu kadarını siz de biliyordunuz, kabul ediyorum.
Ancak anlayamadığım bu bildiğimiz hakikate rağmen nasıl oluyor da…
Hâlâ yalan söyleyebiliyoruz…
Günü kurtaracak malayani işlere rıza gösterebiliyoruz…
Edip eyledikten sonra vesveseye teslim olduğumuzu itiraf ederek kendimizi avutabiliyoruz.
Herşeye şahit olduğuna inandığımız, öyle olduğu için de herşeye Basîr olduğuna iman ettiğimiz Yaratıcımız karşısında şahitliklerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerektiğine siz de katılmıyor musunuz?
Biliyorum, biliyorum İsra Suresi’nin 96. ayetinin şerhe ihtiyacı yok! Çok açık ve anlaşılır.
Orası öyle de, bizim edip eylediklerimizin ölmeden önce yani acilen nefs döşeğinden kaldırılıp vicdan kefesinde irdelenmeye de mi ihtiyacı yok?
“onu gözler idrâk etmez, gözleri o idrâk eder, öyle lâtif öyle habîr o” En’am Suresi / 103. Ayet
Yazının başından beri okuduğunuz herşeyin kilidini açacak ayetle karşılaşmış bulunuyoruz…
İdrâk etme, anlamanın ötesinde bir durumdur.
Sadece görerek idrâk edilemez…
Duyarak, dokunarak, koklayarak kabul etmek mümkün ancak idrâk edebilmek için Rahman’ın terbiyesinden geçirilmiş bir kalbiniz olmak gerektir.
O yoksa, her anladım dediğinizi, her kabul ettiğinizi ilk işinize gelmediğinde yüzüstü bırakmanın hiç de şaşılası bir tarafı da olmaz.
Siz, gözlerinizle görmeye devam ettiğinizi sandığınız her gün aslında iki tutam yağ parçasından böyle muhteşem bir netice beklemenin ahmaklığını yaşadığınızı bile idrâk edemiyorsunuz demektir.
O zaman sizin gören ve gördüklerini hakkıyla değerlendirebilen bir insan olduğunuz bile şüpheliyken…
Her an Basîr olan bir Rabb’iniz olduğunu idrâk ederek yaşabilme ihtimaliniz neredeyse yok denecek düzeydedir.
Öyle olunca da çıkarınıza gelen her yanlışı edip eyleyip sonra da işinize gelen yeni bir yanlış karşınıza çıkıncaya kadar, Allah’ın herşeyi gördüğünü ağzınızda geveleyip durmaktan gayrısı gelmez elinizden.
Gözleriyle gördüklerini sananların idrakîne sığmaz herşeyden haberdar olan lâtif!
Ancak kalpleriyle bakanların hali önlerine dikilen çıkar duvarlarını yıkıp ardına görmeye muktedir olur.
Ve onlardır her an gözlendiklerinin farkında olarak dünya sürgününü idrâk edebilenler!
Elbette onlardır kendileri görmedikleri için El-Basîr olan Allah’ın gözetleyiciliğini inkar etmeyecek kadar yürekli olanlar.
İşte onlar hiç yalnız kalmazlar…
Hiç çaresilik içine düşmezler…
Hiç haklarının zayi olacağı endişesiyle bunalmazlar.
Bilirler ki, Allah, Basîr’dir!