M. Talât Uzunyaylalı
1975 sonrası... İstanbul’da Milli Gazete’de çalışıyorum. Kurban bayramının ikinci günü. Üsküdar’daki evimden bayramlaşmak için Cağaloğlu’ndaki gazeteye gitmek üzere yola çıktım. Üsküdar vapurunda şair Ramazan Tunç ile karşılaştım. Eminönü’nde vapurdan indik, Tunç’la yolumuz aynı, sohbet ede ede, Cağaloğlu yokuşunu çıkıyoruz. İran konsolosluğunun karşısındaki kaldırıma gelmiştik, tam köşeyi dönerken ünlü şairimiz ve mütefekkirimiz Sezayı Karakoç Bey’le burun buruna geldik. Tabi hemen Üstadın eline gidip bayramını kutlamak istedik. Elini öptürmedi ve limoni bir yüzle bize bakıp göz hizasına kadar kaldırdığı sağ elini havada bize doğru salladı:
-Bırakın yahu!.. Ne bayramı; bayram mayram yok! dedi.
İkimizin eli biran için havada kaldı, mahzun halimizi görünce Üstat, kalın gözlüklerinin altından bize baktı ve can sıkıntısıyla şöyle dedi:
-Gençler! Her tarafta Müslüman öldürüyorlar, biz bir de utanmadan bayram mı yapıyoruz!
***
Ardadan geçti kırk sene; kırk yıl önce dünyanın sayılı bölgelerinde Müslüman öldürüyorlardı, şimdi tüm İslam coğrafyasında Müslüman öldürüyorlar! Sebebi şu ya da bu, şu suçlu ya da bu suçlu! Şahsen bir sebep ve bir suçlu arama basitliğine düşmeyeceğim, hele birilerinin yaptığı gibi, bütün kabahati onlarda görüp günde beş kez Araplara küfretmeyeceğim! Allah, madem Müslümanları birbirine zimmetlemiştir, maddem Müslümanları birbirine kardeş kılmıştır, o halde bana düşen, zimmetin ve kardeşliğin gereği neyse onu yapmaktır.
Müslümanlar olarak hepimiz sevgi ve kardeşlik hissiyle birbirimize sahip çıkmaya mecburuz. Sahip çıkmakta en büyük görev tabi siyasetçilere düşüyor. Dünya Müslümanları sahipsizdir, sahip Ahmet Mehmet yahut Türkiye ya da şu ülke değildir. Sahip Müslümanların ülkelerinden bağımsız kuracakları İslami teşkilatlar olmalıdır.
Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan bu konuda ciddi adımlar atmıştı. Bir yıllık iktidarında nerdeyse İslam dünyasını kurumlar etrafında toplamayı başardı. Ak Parti, muhafazakâr bir parti olarak, Erbakan’ın açtığı yolu daha da genişleterek, halkı Müslüman ülkeleri ikna etmeli ve aşağıda sayacağım alanlarda Müslümanları teşkilatlandırmalıdır. Bu zamanda bunu yapmak farz gibi bir yükümlülüktür. Aşağıdaki zikrettiğimiz ve kurulmasını arzu ettiğimiz teşkilatlar birer öneridir. Daha başka başlıklar ilave edilebilir:
-Dünya İslam Hilafeti
-Dünya İslam Kültürü ve Sanatı
-Dünya İslam Ekonomisi
-Dünya İslam Üniversiteleri Birliği
-Dünya İslam Adalet Kurumu
-Dünya İslam Medyası
-Dünya İslam Güvenlik Konseyi vb.
Eğer böyle bir yapılanmaya gidilir ve içleri doldurulabilirse, Müslümanlar örgütlü birer toplum olacaklarından, kanları bu kadar kolay dökülmeyecek, şerefleri, namusları ayaklar altında bu derece çiğnenmeyecek, ülkeleri bu ölçüde yağmalanmayacak ve kültürel yozlaşmaları bu derece derin olmayacaktır. Kırk yıldır bir şey yapılmadığı için durumumuz daha kötüye gitti; eğer bugün Müslümanları teşkilatlandırmak mümkün olabilirse kırk yıl sonra çok şeyin değiştiğini yaşayanlar görecektir.
Yoksa Üstat Karakoç haklıdır; bayram hakkımız değildir! Sürür ve gururla değil, ancak utanç içinde bayram yapabiliriz, çünkü hak ettiğimiz bayram gerçekte budur.
1975 sonrası... İstanbul’da Milli Gazete’de çalışıyorum. Kurban bayramının ikinci günü. Üsküdar’daki evimden bayramlaşmak için Cağaloğlu’ndaki gazeteye gitmek üzere yola çıktım. Üsküdar vapurunda şair Ramazan Tunç ile karşılaştım. Eminönü’nde vapurdan indik, Tunç’la yolumuz aynı, sohbet ede ede, Cağaloğlu yokuşunu çıkıyoruz. İran konsolosluğunun karşısındaki kaldırıma gelmiştik, tam köşeyi dönerken ünlü şairimiz ve mütefekkirimiz Sezayı Karakoç Bey’le burun buruna geldik. Tabi hemen Üstadın eline gidip bayramını kutlamak istedik. Elini öptürmedi ve limoni bir yüzle bize bakıp göz hizasına kadar kaldırdığı sağ elini havada bize doğru salladı:
-Bırakın yahu!.. Ne bayramı; bayram mayram yok! dedi.
İkimizin eli biran için havada kaldı, mahzun halimizi görünce Üstat, kalın gözlüklerinin altından bize baktı ve can sıkıntısıyla şöyle dedi:
-Gençler! Her tarafta Müslüman öldürüyorlar, biz bir de utanmadan bayram mı yapıyoruz!
***
Ardadan geçti kırk sene; kırk yıl önce dünyanın sayılı bölgelerinde Müslüman öldürüyorlardı, şimdi tüm İslam coğrafyasında Müslüman öldürüyorlar! Sebebi şu ya da bu, şu suçlu ya da bu suçlu! Şahsen bir sebep ve bir suçlu arama basitliğine düşmeyeceğim, hele birilerinin yaptığı gibi, bütün kabahati onlarda görüp günde beş kez Araplara küfretmeyeceğim! Allah, madem Müslümanları birbirine zimmetlemiştir, maddem Müslümanları birbirine kardeş kılmıştır, o halde bana düşen, zimmetin ve kardeşliğin gereği neyse onu yapmaktır.
Müslümanlar olarak hepimiz sevgi ve kardeşlik hissiyle birbirimize sahip çıkmaya mecburuz. Sahip çıkmakta en büyük görev tabi siyasetçilere düşüyor. Dünya Müslümanları sahipsizdir, sahip Ahmet Mehmet yahut Türkiye ya da şu ülke değildir. Sahip Müslümanların ülkelerinden bağımsız kuracakları İslami teşkilatlar olmalıdır.
Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan bu konuda ciddi adımlar atmıştı. Bir yıllık iktidarında nerdeyse İslam dünyasını kurumlar etrafında toplamayı başardı. Ak Parti, muhafazakâr bir parti olarak, Erbakan’ın açtığı yolu daha da genişleterek, halkı Müslüman ülkeleri ikna etmeli ve aşağıda sayacağım alanlarda Müslümanları teşkilatlandırmalıdır. Bu zamanda bunu yapmak farz gibi bir yükümlülüktür. Aşağıdaki zikrettiğimiz ve kurulmasını arzu ettiğimiz teşkilatlar birer öneridir. Daha başka başlıklar ilave edilebilir:
-Dünya İslam Hilafeti
-Dünya İslam Kültürü ve Sanatı
-Dünya İslam Ekonomisi
-Dünya İslam Üniversiteleri Birliği
-Dünya İslam Adalet Kurumu
-Dünya İslam Medyası
-Dünya İslam Güvenlik Konseyi vb.
Eğer böyle bir yapılanmaya gidilir ve içleri doldurulabilirse, Müslümanlar örgütlü birer toplum olacaklarından, kanları bu kadar kolay dökülmeyecek, şerefleri, namusları ayaklar altında bu derece çiğnenmeyecek, ülkeleri bu ölçüde yağmalanmayacak ve kültürel yozlaşmaları bu derece derin olmayacaktır. Kırk yıldır bir şey yapılmadığı için durumumuz daha kötüye gitti; eğer bugün Müslümanları teşkilatlandırmak mümkün olabilirse kırk yıl sonra çok şeyin değiştiğini yaşayanlar görecektir.
Yoksa Üstat Karakoç haklıdır; bayram hakkımız değildir! Sürür ve gururla değil, ancak utanç içinde bayram yapabiliriz, çünkü hak ettiğimiz bayram gerçekte budur.