Biz, çoğu zaman onları bir bütünmüş veya bir tek şeymiş gibi ele alsak da onlar aslında hiçbir zaman aynı şey değiller:
İki gözden, gözlerden söz ediyorum, hep bir bütünmüş gibi görülen iki ayrı şeyden…
Onların esas trajedisini bilir misiniz peki?
Mevlana’mız çok iyi biliyordu, muhteşem ifade etmişti.
Ve demişti ki:
“İki gözü düşünsene…
Beraber ağlar bu ikisi
Beraber de güler…
Beraber uyur
Beraber görür her şeyi
Ama birbirlerini asla göremezler.
Bir kerecik bile…”
Aynadaki yansıma buluşmasını saymıyor Mevlana.
Bu, ne kadar acıklı bir durum, bir düşünsenize!
Peki ama bu neye engel?
Birbirini çekemez mi iki göz?
Uyum sağlayamazlar mı birbirlerine, ortak iş çıkaramazlar mı, aynı yöne bakamazlar mı, aynı şeye odaklanamazlar mı, aynı görüntüden aynı sonucu damıtamazlar mı?..
Öyle değil elbette!
İki göz, birbirine kusursuz uyum sağlayabilir; yıllarca sıfır hata ortak iş görebilir, aynı yöne bakabilir; aynı şeye odaklanabilir ve aynı görüntüden ortak bir sonuç çıkarabilir.
Böylelikle de beynin işleyebileceği kusursuz bir fotoğraf süzerler dış dünyadan.
Halbuki iki gözün elde ettiği o net sonuca karşın dışarıdaki dünya çok karmaşıktır.
Aldatıcıdır.
Işığın ve nesnelerin doğurduğu illüzyonlarla yüklüdür.
Değişkendir üstelik; ama gözler, milisaniyelik değişimleri birbirlerini görmeden, kusursuz bir birliktelikle algılayabilirler.
Mucizevi bir şey!
Üstelik perspektif denilen şeyi de yine iki göz, ancak birlikte, kusursuz uyumla çalışırlarsa yakalayabilirler.
Yoksa insanın derinlik algısı yok olur.
Uzakla yakın birbirine karışır.
Felâket !..
★★
İki gözün sahibine, gözü olan bütün varlıklara tabii, ama en çok da eşref-i mahlukat dediğimiz ‘insana’ öğrettiği şeyler var:
Gerçeğe tanıklık edenin coşkusu bir başka dimağda, sonra bir başkasında ve başka başkalarında yankılanırsa bundan ne doğar peki?
Güzel şeyler elbette:
Olumlu duygular ve nezaket…
Bilgi ve adalet…
Üretkenlik ve bereket…
Bilim ve sanat…
Dahası: Farklılıklar, farklı görüşler ve demokrasi, uyum, uzlaşma, hoşgörü…
Medeniyet ve yani ‘uygarlık’ doğar!
Nereden nereye, değil mi?
İki gözün trajedisinden uygarlığın girift hikâyesine.
Vay canına!
İnsan beyni ne tuhaf !..
İki gözden, gözlerden söz ediyorum, hep bir bütünmüş gibi görülen iki ayrı şeyden…
Onların esas trajedisini bilir misiniz peki?
Mevlana’mız çok iyi biliyordu, muhteşem ifade etmişti.
Ve demişti ki:
“İki gözü düşünsene…
Beraber ağlar bu ikisi
Beraber de güler…
Beraber uyur
Beraber görür her şeyi
Ama birbirlerini asla göremezler.
Bir kerecik bile…”
Aynadaki yansıma buluşmasını saymıyor Mevlana.
Bu, ne kadar acıklı bir durum, bir düşünsenize!
Peki ama bu neye engel?
Birbirini çekemez mi iki göz?
Uyum sağlayamazlar mı birbirlerine, ortak iş çıkaramazlar mı, aynı yöne bakamazlar mı, aynı şeye odaklanamazlar mı, aynı görüntüden aynı sonucu damıtamazlar mı?..
Öyle değil elbette!
İki göz, birbirine kusursuz uyum sağlayabilir; yıllarca sıfır hata ortak iş görebilir, aynı yöne bakabilir; aynı şeye odaklanabilir ve aynı görüntüden ortak bir sonuç çıkarabilir.
Böylelikle de beynin işleyebileceği kusursuz bir fotoğraf süzerler dış dünyadan.
Halbuki iki gözün elde ettiği o net sonuca karşın dışarıdaki dünya çok karmaşıktır.
Aldatıcıdır.
Işığın ve nesnelerin doğurduğu illüzyonlarla yüklüdür.
Değişkendir üstelik; ama gözler, milisaniyelik değişimleri birbirlerini görmeden, kusursuz bir birliktelikle algılayabilirler.
Mucizevi bir şey!
Üstelik perspektif denilen şeyi de yine iki göz, ancak birlikte, kusursuz uyumla çalışırlarsa yakalayabilirler.
Yoksa insanın derinlik algısı yok olur.
Uzakla yakın birbirine karışır.
Felâket !..
★★
İki gözün sahibine, gözü olan bütün varlıklara tabii, ama en çok da eşref-i mahlukat dediğimiz ‘insana’ öğrettiği şeyler var:
- İki ya da daha çok insanın kusursuz uyum için fiziksel olarak mutlaka bir arada olmaya, birbirini görmeye ihtiyaçları yoktur.
- Gerçeği birimiz, evrende sadece birimiz görüyor olabiliriz. Bu, gerçeği gerçek yapmaya yeter; daha doğrusu gerçek, zaten gerçektir ve fakat bir de tanıklık eden çıkmış olur ki ne güzel, ne harika! İkinci biri daha görüp tescillediğinde o gerçeği, işte o zaman derinlik, perspektif dediğimiz şey doğar: Gerçeğin derinliği…
Gerçeğe tanıklık edenin coşkusu bir başka dimağda, sonra bir başkasında ve başka başkalarında yankılanırsa bundan ne doğar peki?
Güzel şeyler elbette:
Olumlu duygular ve nezaket…
Bilgi ve adalet…
Üretkenlik ve bereket…
Bilim ve sanat…
Dahası: Farklılıklar, farklı görüşler ve demokrasi, uyum, uzlaşma, hoşgörü…
Medeniyet ve yani ‘uygarlık’ doğar!
Nereden nereye, değil mi?
İki gözün trajedisinden uygarlığın girift hikâyesine.
Vay canına!
İnsan beyni ne tuhaf !..