Arşivden bir yazı...
Ama 2017 yılının 31 Ekim günü çekirdeğine sakladığım o hayal ya da dilek bugün hâlâ gerçekleşmediği için size ikinci kez aktaracağım bu yazı, gönül rahatlığıyla söylüyorum, ‘güncelliğini hâlâ koruyor’.
Dolayısıyla hem düne hem de bugüne ait bir yazı bu.
★★
‘Cumhuriyet’in ilk yıllarıdır. Atatürk, dinlenmek için İstanbul’a gitmiştir. Florya Köşkü’nden yanında yalnızca şoförü olduğu halde otomobille Küçükçekmece’ye doğru ilerlerken tarlasında sabanla çift süren bir çiftçi görür. Çiftçinin sabanını çeken öküzün yanında koşulu bir de merkep vardır. Şoförüne:
-Arabayı hemen durdur.
der. Arabadan iner. Tarlaya doğru yürür. Çiftçi kendisine doğru geleni görmüştür. Sabanında koşulu olan öküzü ve merkebi durdurur. Atatürk, çiftçinin yanına gelince
-Kolay gelsin ağa.
der.
-Sağolasın bey, hoş geldin.
-Hoşbulduk ağa. Yoldan geçerken dikkatimi çekti, öküzün yanına merkep koşmuşsun. Hiç öküzün yanına merkep koşulur mu? Bunlar birbirine denk değil.
Köylünün canı sıkkındır. Biraz da alınmıştır. Bezgin bir ses tonuyla
-Merkeple öküzün yan yana koşulmayacağını bilmiyom mu sanıyon bey? Sen bunu bana mı söylüyon?
-Kime söylemeliyim ağa?
-Sen bunu git vergi memuruna söyle.
-Vergi memuruna mı?
-He ya! Bu sene ürünüm kıt oldu. Vergi borcumu ödeyemedim. Dört gün evvel de vergi memurları öküzün eşini ‘Vergi borcunu karşılar’ diyerek alıp götürdüler. Sattılar. Benim öküzün eşi, sizin gibi beylerin sofrasına et, sucuk oldu bey…
Atatürk, çok sinirlenmiştir. Alışkanlığı olduğu üzere kızdığı zaman kaşlarını çatmaktadır. O’nun bu halini gören köylü,
-Bana niye kaş çatıyon bey, yalan söylediğimi mi sanıyon? Sana ne söylediysem hepsi doğru. Ben Küçükçekmece köyündenim. Muhtara sor istersen…
Atatürk:
-Neden kaymakam beye gidip durumu anlatmadın ağa?
-Gittim bey.
Köylü duraksamıştır. Bunu gören Atatürk, devam eder
-Kaymakam ne dedi?
-‘Git borcunu öde’ dedi.
-Sen de Vali Bey’in yanına gitseydin.
Köylü Atatürk’ü bir müddet süzer. Atatürk, konuşmadan dinlemektedir. Köylü konuşmaya devam eder.
-Sen hiç Vali’nin yanına gitmemişsin bey. Halından belli oluyor.
-Halimden belli mi oluyor?
-He ya! Hem gitseydin bilirdin.
-Neyi bilirdim?
-Kapıdaki Jandarmaların adamı içeri koymadığını, bey…
Atatürk:
-Başvekil İsmet Paşa’ya telgraf çekip, durumunu niye izah etmedin?
diye sorar. Köylü gülümseyerek
-İnsanı güldürme bey. Başvekilin kulağı sağır, duymaz diyola.
der. Atatürk kızmıştır:
-Peki! Gazi Paşa’ya niye telgraf çekmedin?
diye sorar bu defa.
-O’nun da bir gözü kör, görmez diyola. Hem, sen zenginsin. Tomofilin bile var. Bunları heç duymadın mı?
Atatürk, cüzdanından elli lira çıkarır.
-Bunu kabul et ağa. Bununla öküzün yanına bir eş alırsın… der. Elleri titreyen köylünün elini sıkar. Yanından ayrılır. Hızlı adımlarla arabasına doğru yürür.
Florya köşküne döner dönmez Başbakan İsmet Paşa’ya şu telgrafı çeker:
‘Derhal Heyeti Vekiliye’yi (Bakanlar Kurulu’nu) toplayıp İstanbul’a geliniz’
Ertesi gün o günkü adıyla Heyeti Vekiliye, şimdiki adıyla Kabine ya da daha yaygın tabirle Bakanlar Kurulu, Başbakan İsmet İnönü başkanlığında Florya köşküne gelir.
Atatürk, aynı gün şoförünü de köylüyü alıp Florya’ya getirmesi için Küçükçekmece köyüne göndermiştir. Arabanın içindeki birkaç jandarmanın arasında Florya Köşküne gelen köylü ‘Eyvah ben ne yaptım’ diye için için dövünmektedir. Kendisini kapıda karşılayan şık giyimli bir beyefendi nazik bir sesle ‘Beni takip edin efendim’ deyince içi biraz ferahlasa da aslında çok korkmuştur.
Mihmandarı takip eden köylü, büyük bir toplantı salonuna girer. Salon kalabalıktır. Ortada büyük bir masa, etrafında sandalyelere oturmuş şık giyimli insanlar ile ayakta duran iki kişi daha vardır. Köylünün gözleri kararmış, ayakları bedenini taşımakta zorlanmaktadır. Heyecandan kalbi fırlayacak gibidir. Tanıdık bir ses duyar:
-Hoşgeldin ağa. Gel, buyur, yerin burada…
diyen Atatürk, sağ tarafında, yanında ayırdığı boş sandalyeyi eliyle işaret etmektedir. Köylü, zorlanarak yürür ve yığılırcasına sandalyeye oturur. Durumunu anlayan Atatürk:
-Rahat ol ağa. Korkacak hiç bir şey yok.
-Sağol bey! Sağol…
Köylünün soluklanmasını ve rahatlamasını bekleyen Atatürk, bir müddet sonra
-Seni buraya kadar niye yorduk biliyor musun ağa?
-Hayır bey, bilmiyom.
-Dün bana anlattıklarını, bugün burada aynen bir daha anlatmanı istiyorum. Ama bir tek kelimesini dahi atlamadan, eksiksiz olarak anlatmanı istiyorum. Haydi başla, seni dinliyoruz…
Köylü başından geçenleri bir bir anlatır. Daha önce söylediklerinin eksik olanlarını Atatürk, tamamlar. Köylünün konuşması bitince Atatürk, masada oturanları tek tek tanıtır. Kendisinin de Gazi Paşa olduğunu söyler. Sonra ayağa kalkar. Elini masaya sertçe vurarak, öfkeli bir sesle:
-Beyler, ben, çiftçinin koşumluk hayvanını sattıran kanun istemiyorum! Ben, çiftçinin tohumluk buğdayını sattıran kanun istemiyorum! Ben, çiftçinin tarım aletini, sağımlık hayvanını sattıran kanun istemiyorum! Ankara’ya dönecek ve bu işi derhal halledeceksiniz!..
Bu olaydan sonra İcra İflas Kanunu’nun 82’nci maddesi bir gecede hazırlanıp Meclis’ten geçirilir:
İcra İflas Kanunu Madde 82/4 der ki: ‘Borçlu çiftçi ise, kendisinin ve ailesinin geçimi için zorunlu olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer teferruatı ve tarım aletleri haczedilemez...’
Söz konusu kanun maddesi hâlâ yürürlüktedir!
Aynı madde (İİK 82/4) gereği ‘öğrenci burslarının da haczedilemediğini’ hani azıcık alakasız gibi görünse de ‘sosyal devletin yaşama bakışı açısından dikkate değer bir dipnot’ olarak buraya kaydedelim.
★★
Hikâye değil, bir hatıraydı okuduğunuz. Kurgu değil, gerçekti yani. Hasan Rıza Soyak’ın Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkmış ‘Atatürk’ten Hatıralar’ adlı kitabının ikinci cildinde geçiyor.
Sözü uzatmadan, bu çok veciz hatıranın ana fikrine yaslanarak Heyeti Vekiliye’ye, şimdiki adıyla Kabine’ye ya da daha yaygın kullanılan siyasal terimle Bakanlar Kurulu’na yahut yeni sistemindeki karşılığıyla Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’ne dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanı’na bir teklif, açık bir dilekçe iletmek istiyorum:
“Bundan sonra her Kabine toplantısına, kendisi herhangi bir dertten muzdarip olan, toplumun türlü kesimlerinden seçilmiş kimseler davet edilsin…
Onlar, beş on dakika dikkatle ve hiç sansürlenmeden dinlensin…
Bugün itibariyle Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı ile 17 Sayın Bakandan oluşan Türkiye Cumhuriyeti’nin 19 kişilik en üst yönetim erki, 20’nci kişiyi dahil edeceği böyle bir uygulamayla ünlensin ve tarihten gelen yüceliğine yücelik katsın…
Arz ederim.”
Bunu diliyorum çünkü Soyak’ın naklettiği anı da gösteriyor ki hiç kimse, hiçbir vekil, hiçbir bakan, hiçbir tercüman ve hiçbir Kabine -sıraladıklarımın hepsinin iyi niyetlerini tenzih ederim- ızdırap içinde kıvranan bir yurttaş kadar iyi tasvir edemiyor derdimizi, meramımızı ve ihtiyacımızı. ‘Çözüm diye tarif ve takdim edilen bazı şeyler’ de işte bu yüzden hep biraz eksik kalıyor.
Şimdi...
Aklınızdaki soruyu okuyabiliyorum: Kim katılacak, nasıl seçilecek?
İş o aşamaya gelsin, kolay!
İçi dolmuş insan çoktur memlekette. Ve yani tarlada, fabrikada, okulda, inşaatta, bakkalda, ofislerde, odalarda-borsalarda, derneklerde, sendikalarda derdini açıkça, iyi niyetle, aracısız-tercümansız dile getirebilecek çok insan var bu ülkede...
Ama 2017 yılının 31 Ekim günü çekirdeğine sakladığım o hayal ya da dilek bugün hâlâ gerçekleşmediği için size ikinci kez aktaracağım bu yazı, gönül rahatlığıyla söylüyorum, ‘güncelliğini hâlâ koruyor’.
Dolayısıyla hem düne hem de bugüne ait bir yazı bu.
★★
‘Cumhuriyet’in ilk yıllarıdır. Atatürk, dinlenmek için İstanbul’a gitmiştir. Florya Köşkü’nden yanında yalnızca şoförü olduğu halde otomobille Küçükçekmece’ye doğru ilerlerken tarlasında sabanla çift süren bir çiftçi görür. Çiftçinin sabanını çeken öküzün yanında koşulu bir de merkep vardır. Şoförüne:
-Arabayı hemen durdur.
der. Arabadan iner. Tarlaya doğru yürür. Çiftçi kendisine doğru geleni görmüştür. Sabanında koşulu olan öküzü ve merkebi durdurur. Atatürk, çiftçinin yanına gelince
-Kolay gelsin ağa.
der.
-Sağolasın bey, hoş geldin.
-Hoşbulduk ağa. Yoldan geçerken dikkatimi çekti, öküzün yanına merkep koşmuşsun. Hiç öküzün yanına merkep koşulur mu? Bunlar birbirine denk değil.
Köylünün canı sıkkındır. Biraz da alınmıştır. Bezgin bir ses tonuyla
-Merkeple öküzün yan yana koşulmayacağını bilmiyom mu sanıyon bey? Sen bunu bana mı söylüyon?
-Kime söylemeliyim ağa?
-Sen bunu git vergi memuruna söyle.
-Vergi memuruna mı?
-He ya! Bu sene ürünüm kıt oldu. Vergi borcumu ödeyemedim. Dört gün evvel de vergi memurları öküzün eşini ‘Vergi borcunu karşılar’ diyerek alıp götürdüler. Sattılar. Benim öküzün eşi, sizin gibi beylerin sofrasına et, sucuk oldu bey…
Atatürk, çok sinirlenmiştir. Alışkanlığı olduğu üzere kızdığı zaman kaşlarını çatmaktadır. O’nun bu halini gören köylü,
-Bana niye kaş çatıyon bey, yalan söylediğimi mi sanıyon? Sana ne söylediysem hepsi doğru. Ben Küçükçekmece köyündenim. Muhtara sor istersen…
Atatürk:
-Neden kaymakam beye gidip durumu anlatmadın ağa?
-Gittim bey.
Köylü duraksamıştır. Bunu gören Atatürk, devam eder
-Kaymakam ne dedi?
-‘Git borcunu öde’ dedi.
-Sen de Vali Bey’in yanına gitseydin.
Köylü Atatürk’ü bir müddet süzer. Atatürk, konuşmadan dinlemektedir. Köylü konuşmaya devam eder.
-Sen hiç Vali’nin yanına gitmemişsin bey. Halından belli oluyor.
-Halimden belli mi oluyor?
-He ya! Hem gitseydin bilirdin.
-Neyi bilirdim?
-Kapıdaki Jandarmaların adamı içeri koymadığını, bey…
Atatürk:
-Başvekil İsmet Paşa’ya telgraf çekip, durumunu niye izah etmedin?
diye sorar. Köylü gülümseyerek
-İnsanı güldürme bey. Başvekilin kulağı sağır, duymaz diyola.
der. Atatürk kızmıştır:
-Peki! Gazi Paşa’ya niye telgraf çekmedin?
diye sorar bu defa.
-O’nun da bir gözü kör, görmez diyola. Hem, sen zenginsin. Tomofilin bile var. Bunları heç duymadın mı?
Atatürk, cüzdanından elli lira çıkarır.
-Bunu kabul et ağa. Bununla öküzün yanına bir eş alırsın… der. Elleri titreyen köylünün elini sıkar. Yanından ayrılır. Hızlı adımlarla arabasına doğru yürür.
Florya köşküne döner dönmez Başbakan İsmet Paşa’ya şu telgrafı çeker:
‘Derhal Heyeti Vekiliye’yi (Bakanlar Kurulu’nu) toplayıp İstanbul’a geliniz’
Ertesi gün o günkü adıyla Heyeti Vekiliye, şimdiki adıyla Kabine ya da daha yaygın tabirle Bakanlar Kurulu, Başbakan İsmet İnönü başkanlığında Florya köşküne gelir.
Atatürk, aynı gün şoförünü de köylüyü alıp Florya’ya getirmesi için Küçükçekmece köyüne göndermiştir. Arabanın içindeki birkaç jandarmanın arasında Florya Köşküne gelen köylü ‘Eyvah ben ne yaptım’ diye için için dövünmektedir. Kendisini kapıda karşılayan şık giyimli bir beyefendi nazik bir sesle ‘Beni takip edin efendim’ deyince içi biraz ferahlasa da aslında çok korkmuştur.
Mihmandarı takip eden köylü, büyük bir toplantı salonuna girer. Salon kalabalıktır. Ortada büyük bir masa, etrafında sandalyelere oturmuş şık giyimli insanlar ile ayakta duran iki kişi daha vardır. Köylünün gözleri kararmış, ayakları bedenini taşımakta zorlanmaktadır. Heyecandan kalbi fırlayacak gibidir. Tanıdık bir ses duyar:
-Hoşgeldin ağa. Gel, buyur, yerin burada…
diyen Atatürk, sağ tarafında, yanında ayırdığı boş sandalyeyi eliyle işaret etmektedir. Köylü, zorlanarak yürür ve yığılırcasına sandalyeye oturur. Durumunu anlayan Atatürk:
-Rahat ol ağa. Korkacak hiç bir şey yok.
-Sağol bey! Sağol…
Köylünün soluklanmasını ve rahatlamasını bekleyen Atatürk, bir müddet sonra
-Seni buraya kadar niye yorduk biliyor musun ağa?
-Hayır bey, bilmiyom.
-Dün bana anlattıklarını, bugün burada aynen bir daha anlatmanı istiyorum. Ama bir tek kelimesini dahi atlamadan, eksiksiz olarak anlatmanı istiyorum. Haydi başla, seni dinliyoruz…
Köylü başından geçenleri bir bir anlatır. Daha önce söylediklerinin eksik olanlarını Atatürk, tamamlar. Köylünün konuşması bitince Atatürk, masada oturanları tek tek tanıtır. Kendisinin de Gazi Paşa olduğunu söyler. Sonra ayağa kalkar. Elini masaya sertçe vurarak, öfkeli bir sesle:
-Beyler, ben, çiftçinin koşumluk hayvanını sattıran kanun istemiyorum! Ben, çiftçinin tohumluk buğdayını sattıran kanun istemiyorum! Ben, çiftçinin tarım aletini, sağımlık hayvanını sattıran kanun istemiyorum! Ankara’ya dönecek ve bu işi derhal halledeceksiniz!..
Bu olaydan sonra İcra İflas Kanunu’nun 82’nci maddesi bir gecede hazırlanıp Meclis’ten geçirilir:
İcra İflas Kanunu Madde 82/4 der ki: ‘Borçlu çiftçi ise, kendisinin ve ailesinin geçimi için zorunlu olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer teferruatı ve tarım aletleri haczedilemez...’
Söz konusu kanun maddesi hâlâ yürürlüktedir!
Aynı madde (İİK 82/4) gereği ‘öğrenci burslarının da haczedilemediğini’ hani azıcık alakasız gibi görünse de ‘sosyal devletin yaşama bakışı açısından dikkate değer bir dipnot’ olarak buraya kaydedelim.
★★
Hikâye değil, bir hatıraydı okuduğunuz. Kurgu değil, gerçekti yani. Hasan Rıza Soyak’ın Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkmış ‘Atatürk’ten Hatıralar’ adlı kitabının ikinci cildinde geçiyor.
Sözü uzatmadan, bu çok veciz hatıranın ana fikrine yaslanarak Heyeti Vekiliye’ye, şimdiki adıyla Kabine’ye ya da daha yaygın kullanılan siyasal terimle Bakanlar Kurulu’na yahut yeni sistemindeki karşılığıyla Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’ne dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanı’na bir teklif, açık bir dilekçe iletmek istiyorum:
“Bundan sonra her Kabine toplantısına, kendisi herhangi bir dertten muzdarip olan, toplumun türlü kesimlerinden seçilmiş kimseler davet edilsin…
Onlar, beş on dakika dikkatle ve hiç sansürlenmeden dinlensin…
Bugün itibariyle Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı ile 17 Sayın Bakandan oluşan Türkiye Cumhuriyeti’nin 19 kişilik en üst yönetim erki, 20’nci kişiyi dahil edeceği böyle bir uygulamayla ünlensin ve tarihten gelen yüceliğine yücelik katsın…
Arz ederim.”
Bunu diliyorum çünkü Soyak’ın naklettiği anı da gösteriyor ki hiç kimse, hiçbir vekil, hiçbir bakan, hiçbir tercüman ve hiçbir Kabine -sıraladıklarımın hepsinin iyi niyetlerini tenzih ederim- ızdırap içinde kıvranan bir yurttaş kadar iyi tasvir edemiyor derdimizi, meramımızı ve ihtiyacımızı. ‘Çözüm diye tarif ve takdim edilen bazı şeyler’ de işte bu yüzden hep biraz eksik kalıyor.
Şimdi...
Aklınızdaki soruyu okuyabiliyorum: Kim katılacak, nasıl seçilecek?
İş o aşamaya gelsin, kolay!
İçi dolmuş insan çoktur memlekette. Ve yani tarlada, fabrikada, okulda, inşaatta, bakkalda, ofislerde, odalarda-borsalarda, derneklerde, sendikalarda derdini açıkça, iyi niyetle, aracısız-tercümansız dile getirebilecek çok insan var bu ülkede...