Bu metin, yazarımız Savaşkan İlmak’ın ‘Okullar Değil, Okulların İçindeki Hikâyeler’ adlı kitabından yazarın izniyle ve ‘uyarlanarak’ alıntılanmıştır:
(PEGEM Akademi Yayınları; Haziran-2021, Ankara - ISBN: 978-625-7582-06-3 – 19’uncu hikâye - Sf: 76-80)
Kitapta bunun gibi 33 hikâye daha yer alıyor... *
★★
Okullarla, dolayısıyla da öğrencilerle ve öğretmenlerle ilgili çarpıcı hikâyeler sadece okul duvarları içerisinde geçmiyor. Bakın bir çevrenize, anlatılanları dinleyin, hak vereceksiniz; iyi okulların duvarları yoktur aslında…
Bazen sınıfların, hatta okul bahçesinin de biraz dışında yaşanan, böyleyken de sanki öğrencileri ilgilendirmiyormuş gibi gözüken ama aslında doğrudan doğruya onların ve ailelerinin yaşamlarını etkileyen, hem de çok derinden etkileyen şeyler de oluyor…
Nasıl yani?
Bakın, yine yaşanmış, gerçek bir hikâye.
Okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız.
★★
Bu defa hikâye Malatya’dan…
Pötürge ilçesinden Malatya’nın; ama hikâyenin bir kahramanı da Bolulu genç bir öğretmen…
Instagram’da harika paylaşımlarını takip ettiğim yazar -bana göre müthiş başarılı hikâye anlatıcısı- İskender Harmancı aktarıyor.
Paylaşımın 2021 yılı anneler gününe denk gelmesi herhalde rastlantı değildir. Niye böyle dediğimi de yazı biterken anlayacaksınız.
Bundan sonrasında söz İskender Harmancı’nın:
“Telefonum çaldı, açtım. Tanımadığım bir bayan:
- Sizi medyadan takip ediyorum. Benim bir hikâyem var. Anlatsam bunu kaleme alır mısınız?
dedi ve hıçkırıklarla ağlayarak anlattı. Gözlerim yaşararak dinledim ve anlattığı gibi de kaleme alıyorum:
- Adım Züleyha… Boluluyum…
Fakir bir ailenin kızı olarak zor şartlarda okudum, öğretmen oldum. İlk tayinim Malatya Pötürge’ye çıktı. Üç yıl bir dağ köyünde görev yaptım. Orada beni hayatımda görmediğim ilgi, alaka ve şefkatle bağırlarına bastılar…
Okulun tek odalı lojmanına yerleştim ama bir gün bile orada yatmadım. Köyün merhamet meleği İmmihan teyze ve yaşlı kocası Derviş amca ‘Bizde kalacaksın, seni asla yalnız bırakmayız’ dediler. Evlatları oldum. Evin kızı oldum. Bildiğiniz bir evin kızı nasılsa öyleydim işte. Yedirdiler, içirdiler, hastalandılar, ağladılar, güldüler… Bunların hepsini beraber yaşadık…
Onlar yarım Türkçe ile bana ana-baba oldular. Ben de yarım Kürtçe ile onlara sırdaş oldum, yoldaş oldum…
Günler geçti öylece…
Üç yılın sonunda tayinim memleketime, Bolu’ya çıktı. Ayrılığımız ağıtlarla, gözyaşlarıyla oldu…
Bolu’da yuva kurdum, evlendim. İmmihan anama düğün davetiyemi gönderdim. Davetiyeye çeyrek altını bantlamış, bana gönderdi.
Ailem şok oldu. Bu nasıl vefa?..
Ayaklarından öpüyorum…
‘Bizim buralarda pek görmediğimiz şey!’ dediler. Çok ama çok duygulandım…
Bir zaman sonra oğluma hamile kaldım. İmmihan anama telefon açtım, müjde verdim. Havalara uçtu, zılgıt çekti. ‘Torunum olacak’ dedi. ‘Söz ver, torunumun kırkı çıkar çıkmaz Pötürge’ye geleceksin, tamam mı?’ dedi, söz verdim…
Sonra bir gün o beni aradı…
‘Biraz rahatsızım, sesim çıkmıyor, ben kızıma diyeceğim söyleyeceklerimi, o da sana mesaj atacak’ dedi.
‘Tamam’ dedim.
Hamileliğim süresince yazdım. O hep ‘Biraz rahatsızım ama önemli bir şeyim yok’ diye cevaplar yazdı.
Oğlum doğdu. 20 günlük oldu. Adını Bolulu babam Ahmet ile Pötürgeli Derviş babamın adı olan Derviş koydum. Ahmet Derviş oldu adı…
Bu defa görüntülü arayayım, İmmihan annesine torununu göstereyim dedim. Telefonu genç bir kadın açtı. ‘İmmihan anam?’ dedim, ‘Kaybettik!..’ dedi…
Yıkıldım…
‘Nasıl, ne zaman?’ dedim, genç kadın ‘Dört ay oldu…’ dedi.
‘Ben aylardır kimle yazıyordum peki?’ dedim. Karşımdaki kadın ‘İmmihan ana, Züleyha hamiledir, hastalığımı, perişan olduğumu sakın ona söylemeyin, üzülür; hamileliğine, çocuğuna zarar gelir. Ben söylüyormuşum gibi cevap yazın. Ölürsem de doğumuna kadar ona söylemeyin, gizleyin’ dedi.
Bir de şunu demiş İmmihan anam: ‘Bir gün buraya gelirse tebeşirle mezar taşıma elindeki tebeşirle ben geldim yazsın, yeter…’
Sözü burada tekrar İskender Harmancı alıyor:
“Ya Rabbim, bu nasıl bir metanet, bu nasıl bir şefkat, bu nasıl bir azamet…
Pötürge’nin kızı olmuş Züleyha öğretmen…
Bu dar-ül Rıfat olan topraklar, senin memleketin; acılar, yokluklar içinde gurbet yolu gözlemiş anaların ayak izleriyle doludur.
Bu insanlar, yürekte iz bırakır; gönülde söz bırakır; ardında köz bırakır…
İşte böyle bir yaşam hikâyesi dostlar…
Bir ay önce kaleme alayım dedim, Züleyha öğretmen yavrusuna süt veriyor, belki üzülür, ona zarar vermiş olurum diye düşündüm. Boşluğuma geldi, telefonunu da kaydetmedim, kayboldu gitti…
Ama eğer bu satırları okur, yeniden irtibata geçerse İmmihan ananın mezarına ben de gideceğim. Ana karnında bir bebeğe zarar gelmesin diye hastalığını, ölümünü bile gizleyip, gizletip bağrına basan tüm anaların ayaklarından öpüyorum.”
★★
Yaşayan, yaşatan, anlatan, nakleden, hepsi sağ olsunlar; müthiş bir hikâye!
Ve yine tepeden tırnağa gerçeklik.
Anadolu’nun sosyal gerçeği…
İşin bu boyutu bir yana, hani ‘Okullar değil, okulların içindeki hikâyeler’ diyoruz ve üstüne bir de ‘Kimi zaman okul duvarlarının dışı da okul hikâyelerine bulanır, hayat orada daha bir derin anlam kazanır’ vurgusu yapıyoruz ya…
Bunlara ek, şunu düşünüyorum şimdi: Züleyha öğretmen, hayatı boyunca birine kötülük edebilir mi? Yüreği, ömrünün bundan sonrasında insana soğuyabilir mi?
Aman dileyene, yardım isteyene…
Mümkün değil !
Bu çok ama çok önemli bilgiyi -şefkati, merhameti, konukseverliği, saf ve çıkarsız insan sevgisini- asla unutmayacağı bir öğretmenden öğrendi çünkü…
*: Pegem Akademi Yayınları’ndan Okullar Değil, Okulların İçindeki Hikâyeler adlı kitabı edinmek için yayınevi sipariş linki:
https://pegem.net/urun/Okullar-Degil-Okullarin-Icindeki-Hikayeler/62201
(PEGEM Akademi Yayınları; Haziran-2021, Ankara - ISBN: 978-625-7582-06-3 – 19’uncu hikâye - Sf: 76-80)
Kitapta bunun gibi 33 hikâye daha yer alıyor... *
★★
Okullarla, dolayısıyla da öğrencilerle ve öğretmenlerle ilgili çarpıcı hikâyeler sadece okul duvarları içerisinde geçmiyor. Bakın bir çevrenize, anlatılanları dinleyin, hak vereceksiniz; iyi okulların duvarları yoktur aslında…
Bazen sınıfların, hatta okul bahçesinin de biraz dışında yaşanan, böyleyken de sanki öğrencileri ilgilendirmiyormuş gibi gözüken ama aslında doğrudan doğruya onların ve ailelerinin yaşamlarını etkileyen, hem de çok derinden etkileyen şeyler de oluyor…
Nasıl yani?
Bakın, yine yaşanmış, gerçek bir hikâye.
Okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız.
★★
Bu defa hikâye Malatya’dan…
Pötürge ilçesinden Malatya’nın; ama hikâyenin bir kahramanı da Bolulu genç bir öğretmen…
Instagram’da harika paylaşımlarını takip ettiğim yazar -bana göre müthiş başarılı hikâye anlatıcısı- İskender Harmancı aktarıyor.
Paylaşımın 2021 yılı anneler gününe denk gelmesi herhalde rastlantı değildir. Niye böyle dediğimi de yazı biterken anlayacaksınız.
Bundan sonrasında söz İskender Harmancı’nın:
“Telefonum çaldı, açtım. Tanımadığım bir bayan:
- Sizi medyadan takip ediyorum. Benim bir hikâyem var. Anlatsam bunu kaleme alır mısınız?
dedi ve hıçkırıklarla ağlayarak anlattı. Gözlerim yaşararak dinledim ve anlattığı gibi de kaleme alıyorum:
- Adım Züleyha… Boluluyum…
Fakir bir ailenin kızı olarak zor şartlarda okudum, öğretmen oldum. İlk tayinim Malatya Pötürge’ye çıktı. Üç yıl bir dağ köyünde görev yaptım. Orada beni hayatımda görmediğim ilgi, alaka ve şefkatle bağırlarına bastılar…
Okulun tek odalı lojmanına yerleştim ama bir gün bile orada yatmadım. Köyün merhamet meleği İmmihan teyze ve yaşlı kocası Derviş amca ‘Bizde kalacaksın, seni asla yalnız bırakmayız’ dediler. Evlatları oldum. Evin kızı oldum. Bildiğiniz bir evin kızı nasılsa öyleydim işte. Yedirdiler, içirdiler, hastalandılar, ağladılar, güldüler… Bunların hepsini beraber yaşadık…
Onlar yarım Türkçe ile bana ana-baba oldular. Ben de yarım Kürtçe ile onlara sırdaş oldum, yoldaş oldum…
Günler geçti öylece…
Üç yılın sonunda tayinim memleketime, Bolu’ya çıktı. Ayrılığımız ağıtlarla, gözyaşlarıyla oldu…
Bolu’da yuva kurdum, evlendim. İmmihan anama düğün davetiyemi gönderdim. Davetiyeye çeyrek altını bantlamış, bana gönderdi.
Ailem şok oldu. Bu nasıl vefa?..
Ayaklarından öpüyorum…
‘Bizim buralarda pek görmediğimiz şey!’ dediler. Çok ama çok duygulandım…
Bir zaman sonra oğluma hamile kaldım. İmmihan anama telefon açtım, müjde verdim. Havalara uçtu, zılgıt çekti. ‘Torunum olacak’ dedi. ‘Söz ver, torunumun kırkı çıkar çıkmaz Pötürge’ye geleceksin, tamam mı?’ dedi, söz verdim…
Sonra bir gün o beni aradı…
‘Biraz rahatsızım, sesim çıkmıyor, ben kızıma diyeceğim söyleyeceklerimi, o da sana mesaj atacak’ dedi.
‘Tamam’ dedim.
Hamileliğim süresince yazdım. O hep ‘Biraz rahatsızım ama önemli bir şeyim yok’ diye cevaplar yazdı.
Oğlum doğdu. 20 günlük oldu. Adını Bolulu babam Ahmet ile Pötürgeli Derviş babamın adı olan Derviş koydum. Ahmet Derviş oldu adı…
Bu defa görüntülü arayayım, İmmihan annesine torununu göstereyim dedim. Telefonu genç bir kadın açtı. ‘İmmihan anam?’ dedim, ‘Kaybettik!..’ dedi…
Yıkıldım…
‘Nasıl, ne zaman?’ dedim, genç kadın ‘Dört ay oldu…’ dedi.
‘Ben aylardır kimle yazıyordum peki?’ dedim. Karşımdaki kadın ‘İmmihan ana, Züleyha hamiledir, hastalığımı, perişan olduğumu sakın ona söylemeyin, üzülür; hamileliğine, çocuğuna zarar gelir. Ben söylüyormuşum gibi cevap yazın. Ölürsem de doğumuna kadar ona söylemeyin, gizleyin’ dedi.
Bir de şunu demiş İmmihan anam: ‘Bir gün buraya gelirse tebeşirle mezar taşıma elindeki tebeşirle ben geldim yazsın, yeter…’
Sözü burada tekrar İskender Harmancı alıyor:
“Ya Rabbim, bu nasıl bir metanet, bu nasıl bir şefkat, bu nasıl bir azamet…
Pötürge’nin kızı olmuş Züleyha öğretmen…
Bu dar-ül Rıfat olan topraklar, senin memleketin; acılar, yokluklar içinde gurbet yolu gözlemiş anaların ayak izleriyle doludur.
Bu insanlar, yürekte iz bırakır; gönülde söz bırakır; ardında köz bırakır…
İşte böyle bir yaşam hikâyesi dostlar…
Bir ay önce kaleme alayım dedim, Züleyha öğretmen yavrusuna süt veriyor, belki üzülür, ona zarar vermiş olurum diye düşündüm. Boşluğuma geldi, telefonunu da kaydetmedim, kayboldu gitti…
Ama eğer bu satırları okur, yeniden irtibata geçerse İmmihan ananın mezarına ben de gideceğim. Ana karnında bir bebeğe zarar gelmesin diye hastalığını, ölümünü bile gizleyip, gizletip bağrına basan tüm anaların ayaklarından öpüyorum.”
★★
Yaşayan, yaşatan, anlatan, nakleden, hepsi sağ olsunlar; müthiş bir hikâye!
Ve yine tepeden tırnağa gerçeklik.
Anadolu’nun sosyal gerçeği…
İşin bu boyutu bir yana, hani ‘Okullar değil, okulların içindeki hikâyeler’ diyoruz ve üstüne bir de ‘Kimi zaman okul duvarlarının dışı da okul hikâyelerine bulanır, hayat orada daha bir derin anlam kazanır’ vurgusu yapıyoruz ya…
Bunlara ek, şunu düşünüyorum şimdi: Züleyha öğretmen, hayatı boyunca birine kötülük edebilir mi? Yüreği, ömrünün bundan sonrasında insana soğuyabilir mi?
Aman dileyene, yardım isteyene…
Mümkün değil !
Bu çok ama çok önemli bilgiyi -şefkati, merhameti, konukseverliği, saf ve çıkarsız insan sevgisini- asla unutmayacağı bir öğretmenden öğrendi çünkü…
*: Pegem Akademi Yayınları’ndan Okullar Değil, Okulların İçindeki Hikâyeler adlı kitabı edinmek için yayınevi sipariş linki:
https://pegem.net/urun/Okullar-Degil-Okullarin-Icindeki-Hikayeler/62201