Bir insan, bir başka insanlar her şey üzerine konuşup da bunu bir gazete köşesine nasıl sığdırır?
Haklısınız, imkânsız!
Ama siz bir gazeteci-yazarsanız ve karşınızdaki de yazar, şair, akademisyen, PDR alanında ülkenin en önde gelen profesyonellerinden biri, sözde değil özde bir yaşam koçu ve gerçek bir ilham kaynağı, muhteşem bir dost ise; işte o zaman her şeyi tek sözcüğe bile sığdırabileceğiniz hissine kapılırsınız.
Beni bu yazı için güdüleyen şey, tamamiyle o duygu.
Davet ettim kırmadı beni sevgili Bünyamin Çetinkaya.
Onun sıradışı hayat hikâyesini, 27 yıllık meslek yaşamına sığdırdığı 15 kitabını, sayısız makalesini, gerçekten benzersiz ve evrensel bulduğum akademik kimliğini, araştırmacılığını, üretkenliğini ve hayata dair çıkarımını ‘dört soruluk kısa röportajlar’ dizisinde -adı üstünde işte dört soruyla- nasıl çözümleyeceğimi henüz tam olarak bilemesem de bu daveti kabul etmesine çok sevindim.
Birbirimize kilometre cinsinden çok uzaktayız.
O Giresun’da, ben Mersin’de; ama KTÜ günlerimizde tanıştığımız o güzel şehirde, Trabzon’da, bir akşamüzeri Ganita’da oturmuş çay içiyormuş gibi konuşuyoruz çok değerli dostumla:
***
Savaşkan İlmak: Sevgili Bünyamin Çetinkaya, dostluğumuzu bilmeyenler ‘Ne sevgilisi, ne bu laubalilik?’ diyebilirler. Onun için en baştan söyleyeyim, biz birbirini beğenen iki yazar olmanın çok ötesinde, çok ilerisinde iki sıkı dostuz. Neredeyse 30 yıl oluyor değil mi? Ve ben şunu sadece Bünyamin Çetinkaya’nın şimdiki entelektüel düzeyi karşısında değil, aslında sizi tanıdığım o 30 yıl boyunca hep merak ettim: Böyle bir duyarlılık, böyle bir kavrama gücü, canlıları ve nesneleri anlamak üzerine böyle derin bir sezgi, özel bir anlama ve anlatma yeteneği….
Bunları nereden, nasıl edindiniz?..
Bünyamin Çetinkaya: Kocaman bir bahçede büyüdüm, 40 dönüm. Dedem, amcalar halalar... Her birinin en az dört çocuğu. Sevmeyi, paylaşmayı, başkaları için de düşünüp yaşamayı öğrendik ilk önce. Yaşamı ve ona dair her şeyi sevmek. İnsan sevince yaratılışını da sorguluyor. Ve yaratan da bahsetmişse anlıyor, kavrıyor ve sunuyor sanırım. Ama bence işin özü kendin için değil, gözünü herkes için açık tutunca oluyor bu.
*
S.İ: Yazılarınız… Onlarla, akademik açıdan çok karmaşık konuları çok naif, çok yalın ve çok da etkileyici biçimde sunuyorsunuz okurlarınıza. Ama sizi yazmaya güdüleyen şey sadece ‘iyi yazmaya çalışma’ içgüdüsü değil. Bu belli. Sizi yazıya iten, bunca kitabı dünyaya getiren ve -bunu kitaplarınızı bilmeyenler için soruyorum- onların içlerini dolduran şey ne?
Bünyamin Çetinkaya: Kitaplarımın içini Allah'a olan inancımın getirdiği ‘yaratandan ötürü yaratılanı sevme ve kendimi insana karşı sorumlu hissetme duygusu’ dolduruyor. Benim ömrü hayatımda akademik kaygım olmadı. Yani yabancı terimler kullanayım daha anlaşılması güç olsun da benim ne ağır hoca olduğumu görsünler derdim hiç olmadı. Aksine ben daha ilk kitabımda bir yemin ettim kendime 'ne yazarsam yazayım onu okuma yazma bilen çocuk ile 80 yaşındaki Hasan amca da anlayacak.' o yüzden beklerim, çocuğa, hasan amcaya verir okuturum. Anlamadıkları yerleri biraz daha sadeleştirir ve Türkçemizin en saf haline getiririm. Konuşur gibi yazarım, Ayşe teyzeyle, Ahmet abiyle, küçük Ömer ile... Çünkü ben kendim için yazmam onlar için yazarım.
*
S.İ: Bir anne veya baba çocuklarını, bir yazar da kitaplarını öyle kolay kolay kategorize edemez. Yine de soracağım size, kitaplarınız içinde en özeli hangisi ve niye öyle?
Bünyamin Çetinkaya: Doğru diyorsunuz, seçme şansım yok. Ama ben yazılmış olanı yazmayı sevmiyorum. Kitaplarımın 5'inin muadili yoktur. Tarzı ile içeriği ile benzerlerinden çok farklıdır. Her birinin de kocaman hikayesi vardır. Ama en derseniz herhalde ' Sağlıklı aile sağlıklı çocuk' derim. Niye mi, birincisi ilk tek yazar kitabım. İkincisi o yıllarda piyasada olan muadil kitapların 20, 30, 40 yıldır basılan ama hiç güncellenmeyen, ticari kaygıdan başka bir şey gütmeyen hallerine karşı bir duruştu o kitap. Ve ben o kitabın 6 baskısının her birinde güncelleme yaptım, ömrüm oldukça da yaparak geliştireceğim. Suna karşıyım, "yazdım, basıldı, nasılsa satıyor. Kendimi yormama gerek yok. Bırak eski bilgilerle kalsın!" Böyle bir dünya yok ve bilim bu değil.
*
S.İ: Değerli dostum, sizi her düşündüğümde veya yazılarınızı, kitaplarınızı her okuyuşumda şunu düşünürüm: ‘Bünyamin Çetinkaya farklı bir yerde olmalı !’ Yanlış anlaşılmasın Giresun’u ve üniversiteni asla küçümsemiyorum; ama öyle bir pozisyonda olmalısınız ki bilgiyle, bilgi kuramıyla, akademiyle ve eğitimle ilgili kararlar ve politikalar üzerinde etkiniz olmalı, ülkede ve dünyada belirleyicilerden olmalısınız. Ne dersiniz bu konuda; (bunu ben çok isterim tabii) bir gün mesela YÖK Başkanı ya da Milli Eğitim Bakanı olursanız ?...
Bünyamin Çetinkaya: Böyle bir şey mümkün değil. Allah kuluna istediğini verir. Ben istemiyorum. Ben, büyük denizlere açılmak, büyük denizde boğulmak değil, küçük bir limanda küçücük bir kulübeye sığınıp yüreğimi ortaya koymaktan başka bir şey istemiyorum. Zira o makamlar kişiyi kendi olmaktan çıkaran makamlar. Ben ise ‘ben’ olarak kalmak, özgürce hissedip yaşamak ve ben olarak olup gitmek istiyorum. Arayışım Nasrettin Hoca’nın hiçlik makamıdır.
Gayri makamda gözüm hiç olmadı…
***
Siz ne düşünürsünüz bilemem ama bana göre muhteşem bir yaşam algısı…
Bu serideki her röportajımın sonunda -gittikçe basmakalıp bir şeye dönüşse de- aynı şeyi söylüyorum:
Bu dizinin formatı gereği her şeyi dört soruya sığdırmak zorundaydık. Öyle de yaptık…
Ama elbette daha soracak çok şey, yanıtlar içerisinde alınacak çok mesaj vardı. Bazı şeylere hiç giremedik, bazı şeyler de sanki biraz yarım kaldı. Konuştuklarımız ise aslında bir ‘anahtar’ kadardı.
Kim bilir, hangi kapıları ve hangi gizli sandıkları açar?
***
Benim Türkiye’deki en değerli 10 akademisyen arasında gördüğüm değerli araştırmacı, favori yazarım, sevgili dostum Bünyamin Çetinkaya’ya tekrar çok teşekkür ediyorum.
Bilgi sıradağlarının, sevgi platolarının, iyilik vadilerinin arasında uzayan güzel yolculuğunda bu bilim ve sanat insanına verimli, upuzun, sağlıklı bir yürüyüş diliyorum.
Haklısınız, imkânsız!
Ama siz bir gazeteci-yazarsanız ve karşınızdaki de yazar, şair, akademisyen, PDR alanında ülkenin en önde gelen profesyonellerinden biri, sözde değil özde bir yaşam koçu ve gerçek bir ilham kaynağı, muhteşem bir dost ise; işte o zaman her şeyi tek sözcüğe bile sığdırabileceğiniz hissine kapılırsınız.
Beni bu yazı için güdüleyen şey, tamamiyle o duygu.
Davet ettim kırmadı beni sevgili Bünyamin Çetinkaya.
Onun sıradışı hayat hikâyesini, 27 yıllık meslek yaşamına sığdırdığı 15 kitabını, sayısız makalesini, gerçekten benzersiz ve evrensel bulduğum akademik kimliğini, araştırmacılığını, üretkenliğini ve hayata dair çıkarımını ‘dört soruluk kısa röportajlar’ dizisinde -adı üstünde işte dört soruyla- nasıl çözümleyeceğimi henüz tam olarak bilemesem de bu daveti kabul etmesine çok sevindim.
Birbirimize kilometre cinsinden çok uzaktayız.
O Giresun’da, ben Mersin’de; ama KTÜ günlerimizde tanıştığımız o güzel şehirde, Trabzon’da, bir akşamüzeri Ganita’da oturmuş çay içiyormuş gibi konuşuyoruz çok değerli dostumla:
***
Savaşkan İlmak: Sevgili Bünyamin Çetinkaya, dostluğumuzu bilmeyenler ‘Ne sevgilisi, ne bu laubalilik?’ diyebilirler. Onun için en baştan söyleyeyim, biz birbirini beğenen iki yazar olmanın çok ötesinde, çok ilerisinde iki sıkı dostuz. Neredeyse 30 yıl oluyor değil mi? Ve ben şunu sadece Bünyamin Çetinkaya’nın şimdiki entelektüel düzeyi karşısında değil, aslında sizi tanıdığım o 30 yıl boyunca hep merak ettim: Böyle bir duyarlılık, böyle bir kavrama gücü, canlıları ve nesneleri anlamak üzerine böyle derin bir sezgi, özel bir anlama ve anlatma yeteneği….
Bunları nereden, nasıl edindiniz?..
Bünyamin Çetinkaya: Kocaman bir bahçede büyüdüm, 40 dönüm. Dedem, amcalar halalar... Her birinin en az dört çocuğu. Sevmeyi, paylaşmayı, başkaları için de düşünüp yaşamayı öğrendik ilk önce. Yaşamı ve ona dair her şeyi sevmek. İnsan sevince yaratılışını da sorguluyor. Ve yaratan da bahsetmişse anlıyor, kavrıyor ve sunuyor sanırım. Ama bence işin özü kendin için değil, gözünü herkes için açık tutunca oluyor bu.
*
S.İ: Yazılarınız… Onlarla, akademik açıdan çok karmaşık konuları çok naif, çok yalın ve çok da etkileyici biçimde sunuyorsunuz okurlarınıza. Ama sizi yazmaya güdüleyen şey sadece ‘iyi yazmaya çalışma’ içgüdüsü değil. Bu belli. Sizi yazıya iten, bunca kitabı dünyaya getiren ve -bunu kitaplarınızı bilmeyenler için soruyorum- onların içlerini dolduran şey ne?
Bünyamin Çetinkaya: Kitaplarımın içini Allah'a olan inancımın getirdiği ‘yaratandan ötürü yaratılanı sevme ve kendimi insana karşı sorumlu hissetme duygusu’ dolduruyor. Benim ömrü hayatımda akademik kaygım olmadı. Yani yabancı terimler kullanayım daha anlaşılması güç olsun da benim ne ağır hoca olduğumu görsünler derdim hiç olmadı. Aksine ben daha ilk kitabımda bir yemin ettim kendime 'ne yazarsam yazayım onu okuma yazma bilen çocuk ile 80 yaşındaki Hasan amca da anlayacak.' o yüzden beklerim, çocuğa, hasan amcaya verir okuturum. Anlamadıkları yerleri biraz daha sadeleştirir ve Türkçemizin en saf haline getiririm. Konuşur gibi yazarım, Ayşe teyzeyle, Ahmet abiyle, küçük Ömer ile... Çünkü ben kendim için yazmam onlar için yazarım.
*
S.İ: Bir anne veya baba çocuklarını, bir yazar da kitaplarını öyle kolay kolay kategorize edemez. Yine de soracağım size, kitaplarınız içinde en özeli hangisi ve niye öyle?
Bünyamin Çetinkaya: Doğru diyorsunuz, seçme şansım yok. Ama ben yazılmış olanı yazmayı sevmiyorum. Kitaplarımın 5'inin muadili yoktur. Tarzı ile içeriği ile benzerlerinden çok farklıdır. Her birinin de kocaman hikayesi vardır. Ama en derseniz herhalde ' Sağlıklı aile sağlıklı çocuk' derim. Niye mi, birincisi ilk tek yazar kitabım. İkincisi o yıllarda piyasada olan muadil kitapların 20, 30, 40 yıldır basılan ama hiç güncellenmeyen, ticari kaygıdan başka bir şey gütmeyen hallerine karşı bir duruştu o kitap. Ve ben o kitabın 6 baskısının her birinde güncelleme yaptım, ömrüm oldukça da yaparak geliştireceğim. Suna karşıyım, "yazdım, basıldı, nasılsa satıyor. Kendimi yormama gerek yok. Bırak eski bilgilerle kalsın!" Böyle bir dünya yok ve bilim bu değil.
*
S.İ: Değerli dostum, sizi her düşündüğümde veya yazılarınızı, kitaplarınızı her okuyuşumda şunu düşünürüm: ‘Bünyamin Çetinkaya farklı bir yerde olmalı !’ Yanlış anlaşılmasın Giresun’u ve üniversiteni asla küçümsemiyorum; ama öyle bir pozisyonda olmalısınız ki bilgiyle, bilgi kuramıyla, akademiyle ve eğitimle ilgili kararlar ve politikalar üzerinde etkiniz olmalı, ülkede ve dünyada belirleyicilerden olmalısınız. Ne dersiniz bu konuda; (bunu ben çok isterim tabii) bir gün mesela YÖK Başkanı ya da Milli Eğitim Bakanı olursanız ?...
Bünyamin Çetinkaya: Böyle bir şey mümkün değil. Allah kuluna istediğini verir. Ben istemiyorum. Ben, büyük denizlere açılmak, büyük denizde boğulmak değil, küçük bir limanda küçücük bir kulübeye sığınıp yüreğimi ortaya koymaktan başka bir şey istemiyorum. Zira o makamlar kişiyi kendi olmaktan çıkaran makamlar. Ben ise ‘ben’ olarak kalmak, özgürce hissedip yaşamak ve ben olarak olup gitmek istiyorum. Arayışım Nasrettin Hoca’nın hiçlik makamıdır.
Gayri makamda gözüm hiç olmadı…
***
Siz ne düşünürsünüz bilemem ama bana göre muhteşem bir yaşam algısı…
Bu serideki her röportajımın sonunda -gittikçe basmakalıp bir şeye dönüşse de- aynı şeyi söylüyorum:
Bu dizinin formatı gereği her şeyi dört soruya sığdırmak zorundaydık. Öyle de yaptık…
Ama elbette daha soracak çok şey, yanıtlar içerisinde alınacak çok mesaj vardı. Bazı şeylere hiç giremedik, bazı şeyler de sanki biraz yarım kaldı. Konuştuklarımız ise aslında bir ‘anahtar’ kadardı.
Kim bilir, hangi kapıları ve hangi gizli sandıkları açar?
***
Benim Türkiye’deki en değerli 10 akademisyen arasında gördüğüm değerli araştırmacı, favori yazarım, sevgili dostum Bünyamin Çetinkaya’ya tekrar çok teşekkür ediyorum.
Bilgi sıradağlarının, sevgi platolarının, iyilik vadilerinin arasında uzayan güzel yolculuğunda bu bilim ve sanat insanına verimli, upuzun, sağlıklı bir yürüyüş diliyorum.