İnsanlarımız anlamını bilmediği yabancı kelimeler üzerinde çok farklı yorumlar yapmakta o kelimeyi kök anlamından çok değişik manalarda kullanmaktadır. Bir kelimenin kökünü, vermek istediği mesajı iyi anlayan bireylerin iletişimleri daha sağlıklı olmaktadır. İnsanlar kullandıkları kelimelerin anlamını bilmedikleri zaman kelime ile aralarında duygusal bağ kuramamakta, bu nedenle anlam üzerine yoğunlaşamamaktadırlar.
Bazımız ismimizin anlamını bile bilememekteyiz. Belki ilk başta bunun çok da önemli olmadığı algısı oluşmuş olsa bile bu durumun altyapısında bir milletin bilinç düzeyinin izleri yatmaktadır. İnsanların eğitim seviyeleri yükseldikçe, kelimeleri kullanma durumundaki bilinç seviyeleri de yükselmektedir.
İnsanlar yabancı kelime kullandıklarında hem o kelimenin anlamına tam vakıf olamamakta hem de onu seslendirmede sorun yaşamaktadır. Bazen başka bir dile ait olan kelimeyi İngilizce sanmakta ve o kelimeyi seslendirirken İngilizcenin okunuşunu o kelimeye kefen olarak giydirmektedirler.
Yabancı kelimelerin hem anlam hem de telaffuz sorunu onu kullanan kişileri zor durumda bırakmış, bu da halk arasında fıkraya dönüşecek durumların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
İki molla bir köylü adamın evine misafir olmuş, köylü de içinde et parçalarının bulunduğu bir çorbayı onlara ikram etmiş, mollalardan birisi kaşığı çorbaya daldırıp et parçasını bulduğunda Arapça buldum manasındaki vecettü diyormuş, ayni şekilde diğer molla da kaşığı çorbaya salıp eti bulduğunda vecettü’yü tekrar ediyormuş. Anlamını bilmediği kelime ile çorbadaki etin bağlantısını çözen köylü de kaşığını çorbaya daldırıp bir et parçasını yakaladıktan sonra, işte bir vecettü de ben buldum, demiş.
İki âlim bir cahil aynı sofraya oturmuşlar, âlimin biri pilava kaşık salladıktan sonra pilavın yağının dipte olduğunu beyan etmek için dibihû (dibinde) demiş, diğer alim ise malumuhû (biliyorum) demiş, onları duyan cahil de hihihu diyerek kaşığı pilava sallamış…
Hoca Temel’e estağfurullah kelimesinin anlamını sorulduğunda Temel, önce bir es es deyip eseceksin, sonra nereden eseceğim diye düşüneceksin, tağ, yani yüksek yerden, dağdan eseceksin, sonra nasıl eseceksin diye düşündüğünde, furul furul eseceksin, sonra kime eseceğini düşünecek en son Allaha diyeceksin ve Allaha doğru eseceksin o zaman estağfurullah kelimesinin manasını anlarsın, demiş.
Eski harflerle yazılı “sofinin gözünden eşkler (gözyaşı) geliyordu cümlesini, sofinin gözünden eşekler geliyordu, şeklinde okuyan Mollaya, öğrencilerden birisi hocam sofinin gözünden eşek gelir mi hiç? diye karşı çıktığında, bre cahil Allah isterse onu da yapar diyerek kızan Molla da yabancı bir kelimeyi okuyamamanın sıkıntısını yaşamıştır.
Arapların namazda tespih çekmeden önce hu (Allah) demesine bakarak, bazımız tespihe tükürerek, bazımız üfleyerek Arapları taklit etmekteyiz.
Aynı şekilde tuvalet kapılarına numarasız anlamında (00 sans numero) yazan Fransızlardan biz de bunu cent numero yüz numara diye almışız. Bunu gören Fransızlar da Türkler tuvaleti bilmiyordu da bizden almış zannetmektedirler. Halbuki Fransa’nın sokakları pislik içindeyken, İnsanlar pisliğe basmamak için çoğu zaman topuklu ayakkabı giyerken, pencereden başlarına sürpriz bir pislik atılmaması için şemsiye kullanırken, biz 1667 yılında İstanbul’da Papazoğlu Mahallesinde bulunan bir mescidin tuvaletinin işletilmesini, temizliğini yürütmek için Tuvalet Vakfı kurmuştuk. Bu kadar yüce bir temizlik kültürümüz var iken, bu algı ile anılmak bizlerin gururunu incitmektedir.
Kahveyi Batılılar Osmanlıdan almış olmalarına rağmen Osmanlı’nın torunu olarak o kahveyi Batılılardan cafe diye almamız yetmezmiş gibi her köşe başına cafe’ler açmaya devam etmekteyiz.
Sağır duymaz ama benzetir sözünde olduğu gibi biz de yabancı kelimeleri kullanarak kendi özümüze hem kör hem de sağır olmaktayız.
Giydiği tişörtün üzerindeki İngilizce kelimenin anlamını bilmeyen genç ile camide anlamını bilmediği duaya âmin diyen insanımız aynı cehaletten beslenmektedir. Bunların cehaletleri ortak, durdukları yer farklıdır. Dilimize dikkat etmezsek kültürümüzü hızla kaybetmekte ve dış müdahalelere maruz kalmaktayız. Bizim Batı ile mücadele edebilmemiz için her alanda kendine güvenen, kendi ayakları üzerinde durma becerisini gösteren, milli bilince sahip, şuurlu nesiller yetiştirme mecburiyetimiz vardır.
Bazımız ismimizin anlamını bile bilememekteyiz. Belki ilk başta bunun çok da önemli olmadığı algısı oluşmuş olsa bile bu durumun altyapısında bir milletin bilinç düzeyinin izleri yatmaktadır. İnsanların eğitim seviyeleri yükseldikçe, kelimeleri kullanma durumundaki bilinç seviyeleri de yükselmektedir.
İnsanlar yabancı kelime kullandıklarında hem o kelimenin anlamına tam vakıf olamamakta hem de onu seslendirmede sorun yaşamaktadır. Bazen başka bir dile ait olan kelimeyi İngilizce sanmakta ve o kelimeyi seslendirirken İngilizcenin okunuşunu o kelimeye kefen olarak giydirmektedirler.
Yabancı kelimelerin hem anlam hem de telaffuz sorunu onu kullanan kişileri zor durumda bırakmış, bu da halk arasında fıkraya dönüşecek durumların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
İki molla bir köylü adamın evine misafir olmuş, köylü de içinde et parçalarının bulunduğu bir çorbayı onlara ikram etmiş, mollalardan birisi kaşığı çorbaya daldırıp et parçasını bulduğunda Arapça buldum manasındaki vecettü diyormuş, ayni şekilde diğer molla da kaşığı çorbaya salıp eti bulduğunda vecettü’yü tekrar ediyormuş. Anlamını bilmediği kelime ile çorbadaki etin bağlantısını çözen köylü de kaşığını çorbaya daldırıp bir et parçasını yakaladıktan sonra, işte bir vecettü de ben buldum, demiş.
İki âlim bir cahil aynı sofraya oturmuşlar, âlimin biri pilava kaşık salladıktan sonra pilavın yağının dipte olduğunu beyan etmek için dibihû (dibinde) demiş, diğer alim ise malumuhû (biliyorum) demiş, onları duyan cahil de hihihu diyerek kaşığı pilava sallamış…
Hoca Temel’e estağfurullah kelimesinin anlamını sorulduğunda Temel, önce bir es es deyip eseceksin, sonra nereden eseceğim diye düşüneceksin, tağ, yani yüksek yerden, dağdan eseceksin, sonra nasıl eseceksin diye düşündüğünde, furul furul eseceksin, sonra kime eseceğini düşünecek en son Allaha diyeceksin ve Allaha doğru eseceksin o zaman estağfurullah kelimesinin manasını anlarsın, demiş.
Eski harflerle yazılı “sofinin gözünden eşkler (gözyaşı) geliyordu cümlesini, sofinin gözünden eşekler geliyordu, şeklinde okuyan Mollaya, öğrencilerden birisi hocam sofinin gözünden eşek gelir mi hiç? diye karşı çıktığında, bre cahil Allah isterse onu da yapar diyerek kızan Molla da yabancı bir kelimeyi okuyamamanın sıkıntısını yaşamıştır.
Arapların namazda tespih çekmeden önce hu (Allah) demesine bakarak, bazımız tespihe tükürerek, bazımız üfleyerek Arapları taklit etmekteyiz.
Aynı şekilde tuvalet kapılarına numarasız anlamında (00 sans numero) yazan Fransızlardan biz de bunu cent numero yüz numara diye almışız. Bunu gören Fransızlar da Türkler tuvaleti bilmiyordu da bizden almış zannetmektedirler. Halbuki Fransa’nın sokakları pislik içindeyken, İnsanlar pisliğe basmamak için çoğu zaman topuklu ayakkabı giyerken, pencereden başlarına sürpriz bir pislik atılmaması için şemsiye kullanırken, biz 1667 yılında İstanbul’da Papazoğlu Mahallesinde bulunan bir mescidin tuvaletinin işletilmesini, temizliğini yürütmek için Tuvalet Vakfı kurmuştuk. Bu kadar yüce bir temizlik kültürümüz var iken, bu algı ile anılmak bizlerin gururunu incitmektedir.
Kahveyi Batılılar Osmanlıdan almış olmalarına rağmen Osmanlı’nın torunu olarak o kahveyi Batılılardan cafe diye almamız yetmezmiş gibi her köşe başına cafe’ler açmaya devam etmekteyiz.
Sağır duymaz ama benzetir sözünde olduğu gibi biz de yabancı kelimeleri kullanarak kendi özümüze hem kör hem de sağır olmaktayız.
Giydiği tişörtün üzerindeki İngilizce kelimenin anlamını bilmeyen genç ile camide anlamını bilmediği duaya âmin diyen insanımız aynı cehaletten beslenmektedir. Bunların cehaletleri ortak, durdukları yer farklıdır. Dilimize dikkat etmezsek kültürümüzü hızla kaybetmekte ve dış müdahalelere maruz kalmaktayız. Bizim Batı ile mücadele edebilmemiz için her alanda kendine güvenen, kendi ayakları üzerinde durma becerisini gösteren, milli bilince sahip, şuurlu nesiller yetiştirme mecburiyetimiz vardır.